18 Haziran’da açılışı yapılan “Marmara’da Hayat Var Şimdilik - 2” sergisiyle ilgili Adalar Savunması ne düşünüyor?
Biliyorsunuz Adalar Savunması Gezi direnişi sonrasında Adalar’da yan yana gelen kent, çevre ve yaşam savunucularının forum, çok seslilik, doğrudan eylem ve doğrudan demokrasi mekanizmalarıyla yaşamı ve adalarımızı savunmak için oluşturdukları bir hareket. Bu çerçevede İstanbul’da ve özellikle Adalar’da giderek derinleşen kent ve çevre yağmasını kent hakkı temelinde geriletmek, ormanlar, denizler ve bu alanlarda yaşayan canlılarla paylaştığımız Adalarımızı her tür saldırıya karşı savunmak Adalar Savunması’nın varoluş nedenlerinden biri. Yassıada yok edildi, Sivriada çeşitli yargı kararlarına rağmen halen tehdit altında, Heybeliada, Büyükada, Burgaz, Kınalı, Sedef, Kaşık yerel ya da merkezi yönetimlerin çeşitli projeleriyle büyük bir tahribat yaşıyor. Dolayısıyla Adalar’da kent ve çevre hakkını önemseyen, yaşamı savunan tüm kişi ve kurumların çalışmalarını görüş, yöntem ve değerlendirmelerini paylaşsak da paylaşmasak da desteklemek gerektiğini düşünüyoruz. Marmara’da Hayat Var sergisi de bu bakımdan önem taşıyor.
Öncelikle Adalar’ın ve Marmara Denizi’nin doğal yaşamı, ada ve kıyı ekosistemi hakkında kamuoyu oluşturmak, bilimsel verilerle yaşanan tahribatın büyüklüğünü göstermek, bu konuyu tekrar gündeme getirmek ve önlem alınmasına çağırmak açısından önem taşıyor bu sergi. Yıllardır vurguladığımız gibi mevcut ekonomik ve sosyal politikaların, izlenen kent, yerleşim ve ulaşım planlarının sonuçları Adalar’da ve Marmara Denizi’nde çok yoğun olarak hissediliyor. Deniz ekosistemi çöküyor, canlı türleri yok oluyor, adaların topoğrafyası bozuluyor, yaşam yok ediliyor ve bu son derece büyük bir hızla gerçekleşiyor. Serginin 2012-2016 gibi son derece kısa bir dönemde yaşanan değişimi gösteren değerlendirmeleri de Adalar’da ve Marmara Denizi’nde yaşamın ne ölçüde yok edildiğini göstermesi bakımından çarpıcı malzemeler içeriyor.
Bu alanda çalışan çok az sayıda uzman, akademisyen ve aktivist olduğunu bildiğimiz için büyük bir emek ve çaba gerektiren bu tür çalışmaları desteklemenin önemli olduğuna inanıyoruz. Bu alanlarda yapılmış hemen hiç bir çalışma olmadığını da biliyoruz. Adalar’dan bu doğrultuda çalışmalar çıkması da bizim için çok sevindirici ve umut verici. Bu umudun İstanbul ve Adalar halkının toplumsal inisiyatifinin bir parçası haline gelmesi, yaşamı savunma yönündeki dayanışma ve direniş eğilimleriyle bütünleşmesi ise kuşkusuz daha geniş bir tartışma.
Bu serginin dalga dalga deniz yaşamını, çevreyi, Adalar’ı korumaya dönmesi ve pratik-somut gelişmelere hizmet etmesi için sizin bir yol haritanız var mı?
Elbette bu tür sergiler, raporlar ve çalışmalar önemli ve değerli. Biz bu tür çalışmaları öncelikle ülkemizde hüküm süren kent ve doğa yağmasına karşı bir direniş çağrısı olarak görüyoruz. Bu çağrının sergi salonlarında, kataloglarda ya da izole temsili mekânlarında sınırlı kalmaması, yerel ya da bölgesel düzeyde siyaset, kültür, üretim, tüketim, ulaşım, eğlence gibi yaşamın çeşitli katmanlarını sorgulamaya ve değiştirmeye yönelmesi, insanın doğayla ve birbiriyle kurduğu ilişkiyi dönüştürmeye evrilmesi ise bu gidişi durdurmanın başlangıcı olacaktır.
Biliyorsunuz, çok uzun bir süre kimse tarafından görülmeyen, birer inziva bölgesi ya da piknik alanı olarak algılanan Adalar’ı Yassıada ve Sivriada projelerine karşı muhalefetle birlikte birer yaşam alanı olarak İstanbul ve Türkiye gündemine taşımayı başarmıştık. Bu süreçte Adalar halkının her açıdan yaşadığı sorunların büyüklüğüne rağmen ne kadar dayanışmaya ve dönüşüme açık olduğunu bir kez daha öğrendik. Adalar gibi küçük yaşam alanlarında bu bir kat daha önemli. Adalar denizini ve adalar bütününü korumak için ise Adalar halkının yan yana gelebileceği çoksesli, çok yönlü zeminler inşa etmeye yönelmek kaçınılmaz… Mahallemizdeki ağacı, bahçemizdeki domatesi savunamazsak, Yassıada ve Sivriada’nın imara açılmasına karşı çıkamayız, çocukların eğitim hakkını, adalıların sağlık ve ulaşım hakkını savunamazsak bize “Siz kimsiniz, ben seçilmiş biriyim istediğimi yaparım?” diyen başbakanlarla ya da topu topu 40 kişisiniz neden başımı ağrıtıyorsunuz diyen belediye başkanlarıyla mücadele edemeyiz. Bizim yerel dayanışma ve iletişim ağları kurmak, dayanışmacı ekonomiler inşa etmek, baskılara karşı özgürlükçü alanları desteklemek, yılmadan usanmadan bu doğrultuda çalışmaktan ve korkusuzca düşüncelerimizi ifade ederek yol almaktan başka çaremiz yok. Bunları yapmaya çalışmadan “kimse gelmiyor, herkes duyarsız”, “kimse yardımcı olmuyor” diye sızlanmanın bir yararı görülmedi bugüne kadar.
Son dönemlerde hemen her adanın deniz otobüsü iskelelerini yasallaştırmak için yapılan planlar var? Adalar’daki doğal ve kültürel yaşamı tahrip ve tehdit eden bu gelişmelerle ilgili neler yapılıyor bizi bilgilendirir misiniz?
Bu gerçekleri çok uzun süredir ifade ediyoruz. Adalar’daki orman ekosistemi çöküşün eşiğinde, deniz ve kıyı sistemi İstanbul’daki yapılaşma tarafından baskılanıyor, kirletiliyor, deniz akıntıları kentteki kıyı düzenlemeleri nedeniyle bozulmaya uğruyor, Adalar’da politik nedenlerle zaten defalarca tahrip edilmiş yerel yaşamı bir kez daha dönüştüren bir tür soylulaştırma süreci işliyor, turizm baskısı, plan dışı imar uygulamaları devam ediyor. Tüm bunlara karşı hukuki yollarla, kamuoyu baskısı mekanizmalarıyla ya da çeşitli eylemlerle mücadele ediyoruz. Adaları korunması gereken doğal, tarihi ve ekolojik SİT alanları, dahası insanlar ve tüm canlılar için bir yaşam alanı olarak değil, birer turizm alanı olarak gören bakış açısı bugün her açıdan sorun üretiyor. Kıyı ve orman alanları ehlileştirilerek ve çitlenerek turizme açılıyor, LİDO ve Seferoğlu gibi yasadışı turistik kompleksler, Adalıların denizle ilişkisini koparan turistik sahil ve öngörünüm bölgesi düzenlemeleri, en son akülü araçlar örneğindeki gibi yerel yönetimlerin bütçe geliri elde etmeye yönelik arayışları, Adaları esnaf gözüyle gören kaotik yönetim uygulamaları Adalar’ı tahrip ediyor.
İDO iskeleleri de bu sürecin bir parçası. 1990’lı yılların ortalarında herhangi bir ruhsat alınmadan tümüyle yasadışı olarak inşa edilen, büyükşehir belediyesiyle yerel belediye arasında tartışma ve pazarlık konularından biri haline getirilen Adalar’daki İDO iskeleleri bugün İBB meclis kararıyla yasallaştırılıyor. Biz Adalar Savunması olarak Adalar’ın doğal ve kültürel nitelikleriyle uyumsuz olan, yıl boyunca sadece 3 ay aktif olarak kullanılan ve sahil bölgelerinde bir iskele enflasyonu yaratan bu yapıların mevcut halinin kabul edilemez olduğunu düşünüyoruz. Mevcut İDO iskelelerinin taşınması, Şehir Hatları ve motor iskeleleriyle birleştirilmesi olmuyorsa yıkılması yönünde yıllardır yaptığımız çeşitli çağrılara, açılan davalara rağmen birer hukuksuzluk abidesi olarak birer beton perde olarak varlıklarına devam ediyorlar. Ne koruma kurulu, ne yerel belediyenin görüşü ne de iskelelerinin kıyı sistemine zarar verdiği yönündeki çevrebilimcilerin görüşleri, hiç biri dikkate alınmıyor. Bu nedenle yapılan plan değişiklerine geçtiğimiz günlerde bir kez daha itiraz ettik ve yine dava açacağız. Unutmadan bir de utanmadan iskelelere özel mülkleriymiş gibi “denize girmek yasaktır”, “balık tutmak yasaktır”, “bisiklet bağlamak yasaktır” gibi tabelalar asıyorlar. Biz de “İDO’lar yıkılsın, yerine halk plajı yapılsın” diyoruz, daha ne diyelim...
Adalar savunması olarak kısa ve orta vadeli hedeflerinizi ve adalılardan ve kurumlarından beklentilerinizi anlatır mısınız?
Biliyorsunuz Adalar dışarıdan göründüğü gibi değil. Adaların farklı yerel dinamikleri, değişik aktörleri, ayrı ayrı sosyal, kültürel, ekonomik nitelikleri, sorunları ve tartışmaları var. Biz özellikle Gezi direnişiyle birlikte forumlar ve dayanışma ağları sürecinde bu farkları aşarak Adalar arasında yaygın bir ilişki ağı oluşturmayı ve bu ağ temelinde haberleşmeyi ve tartışmayı önemli ölçüde başardık. Bugün bu ilişki ve dayanışma ağlarını güçlendirmek, Adalar’a genellikle “bir şey yapmamak” için gelen insanları yaşam alanlarına sahip çıkmaya çağırmak, günümüzün sosyal ve siyasal yaşamının boğucu atmosferine karşı yaratıcı ve özgürlükçü alanları çoğaltmak için çalışıyoruz. Adalar’da çoğu zaman görünür olmakla sınırlı kalan, yarıda bırakılan, unutulan, herhangi bir toplumsal dönüşüm ufku olmayan, sosyalleşme odaklı çalışmaların ötesine geçebilmek çok önemli. Bu nedenle bir yandan Heybeliada’nın bir mahallesi olan Yassıada ve Burgaz’ın bir mahallesi olan Sivriada için mücadele etmeye devam ediyoruz, ama aynı zamanda Adalar’da bir bitki, balık ve kuş envanteri çıkarmak için çalışıyoruz, bir yandan 1/1000’lik planların hazırlanması sürecine müdahil olmaya çalışırken diğer yandan bu sürecin Adalar halkının bütününe açılmasını talep ediyoruz, bahçelere ekiyoruz, üretim ve tüketim projeleri yapıyoruz, Adalar’ın ulaşım sorunları için çözümler oluşturmaya çalışıyoruz, direnişin yanına dayanışmayı, eleştirinin yanına kuruculuğu, öfkenin yanına neşeyi koymaya gayret ediyoruz. Adalar’daki tüm kurumlardan ve kişilerden beklentimiz de bunun ürünü, Adalar halkının kendi inisiyatiflerine dayanan yeni sosyal ağlar, tartışma, ilişki ve eylem zeminleri kurmak zorundayız, yoksa Marmara’da Hayat Var sergisinin bir kez daha gösterdiği gibi yakında ortada ne Ada kalacak, ne de Adalar’da yaşam...