Bu konuyu geçenlerde Agos Gazetesi’nde de dolamıştım dilime, epeyce de verip veriştirmiştim ama kesmedi. Çünkü malumunuz orada yerim daha kısıtlı, pek detaya giremiyorum. Bari dedim az daha ferahça bir de adalı dostlarla paylaşayım bunu. Yaz sonu dertleşmesi sayın, az biraz da empati.
Yani sık sık yaşamasam da sizi çok iyi anlıyorum demek istedim biraz da… Biliyorsunuz, ben bir süredir artık adalı değilim. Eski vapur sefalarından eser kalmadığının bilincinde olsam da, bütün yaz her hafta sonu yaşadığınız eziyeti görmüyorum. Bana bir tek gün yetti aslında ama inanın bunu tüm hafta sonlarıyla çarpınca taştı durdu içimden, sayfalara zor sığar oldu.
Sezen Aksu’nun şarkısıyla giriş yapacağım. Hatırladınız mı? Hani "Ada vapuru yandan çarklııı" diye başlar, “Bayraklar donanmış cafcaflı" diye devam eder de “Simitçi, kahveci, gazozcu” ve "Lüküs kamarada kimler oturuuur… İsporcusu, ihtiyarı, veremi… Müslüman’ı, Yahudi’si, Urum’u…” diye sürer ve "ada yeliyle, kiminin saçı uçar kiminin eteği."
Silik soluk bir hayal artık. O sözlerden eser yok vapurlarda. Bir tek simitçi bollaşmış ki sattıklarının çoğu bayat, zaten “Martılara simit” diye satıyorlar, eh onlara da ayıp olmuyor zahir. Kahveci pek ortalıkta dolaşmıyor, zaten yer yok ve büfede satılan da Türk kahvesi değil. Gazoz da iyice demode oldu, yerini alan bir dolu ‘fış’lı içecek var artık.
"İsporcusu, ihtiyarı, veremi" yok. Sporcu üzerinden belli olmuyor, gençlerin hepsi aynı model giyiniyor. Veremli yok, zaten sanatoryum yok, ihtiyarı da o vapurlara binmeye korkar. Sırayla gidiyorum; ‘Lüküs kamara’ da ne ola ki? Öyle bir şey mi vardı? Herkes yerlere yayılmış. Ya ‘Müslümanı, Yahudisi, Urumu? Bu hepten yorumsuz. Kiminin saçı, kiminin eteği ise fırtına çıksa uçamaz, hepsi sıkı sıkı sarılıp sarmalanmış paketler halinde. Üç beş başı açık da; o kadar azınlık ki uzaylı gibi kalmış. Ha bir tek; “Şinanay da yavrum şinanay naaam!” tastamam yerinde, hatta bin beter şamatalı, dümbelekli. Gerçi bu dümbelek faslı eskiden de olurdu ama bu kadar beynine beynine vurmazdı insanın, bir raconu vardı.
Tahmin ettiniz değil mi? Bayram günlerinden birinde, bir dost ziyareti için Kınalıada’ya gitmek gafletinde bulunduk. Gidiş ayrı kâbustu, dönüş ayrı. Bir kere vapurların arası, ikişer buçuk saat. İnat gibi. Öyle bir balık istifi ki, otobüs, metrobüs misali herkes ayakta, sırt sırta, dip dibe, burun buruna. Bu ağırlığı kaldıramayacak, batacak diye için titrer. Erken girip yer kapan, oturduğuna pişman zira ayaktakiler neredeyse kucağına düşecekler. Eşleri kara ambalajlı, bol çocuklu, bol paralı doğu turistlerimiz son derece saygısız, kaba ve terbiyesiz. Hatta dilim varmıyor ama pis. Çekirdek çitleyip yerlere tükürüyorlar, yediklerini etrafa döküp saçıyorlar. Hasbelkader oturmuşsanız, kanepe tepelerinde tepinen çocukları adeta sırtınıza biniyorlar. Ana babaları hiç aldırmıyor. Rahatsızlığını belli etsen öyle bir ters bakıyorlar ki yüzüne, bulaşmamak için susup oturuyorsun.
Dışarıda yanlamasına duran kanepelerden birinde bir oturumluk yer ilişince gözüme, çaresiz çöktüm. Sol yanıma üç yaşlarında bir kız çocuğu, sağ yanıma da anası düştü. Kadın niye çocuğunu yanına çekmedi de beni araya oturttu bilmem. İşaretle anlatmaya çalıştım, olmadı. Çocuk oturdu kalktı, zıpladı, çocuğu işaret ederek kadını hafifçe dürttüm aldırmadı. Çocuk tekmeledi, dirsekledi, arada ağladı, bağırdı, sonra akmakta olan burnunu eliyle silip sümüklerini üzerime sürmeye kalkınca, ayağa fırladım ve tuttuğum gibi anasının kucağına koydum. Bütün bunlar olurken, arkamda sıraya dizilmiş denize çer çöp, martılara simit atmakta olan kalabalık grubun diğer çocukları kafama çarpıp duruyorlardı. Sol yandaki kapkara bir paket halinde oturan kadının kucağında mızıldanan bir bebek vardı. Kadın birden memesini çıkarıp çocuğun ağzına dayayıverdi. Amanın! Gözlerime inanamadım. Göstermemeye çalışarak açma
zahmetine bile katlanmadı. Şak diye çıkarıverdi. Eşarbıyla kapattı sonra üstünü ama herkes göreceğini görmüştü bile. Bu nasıl bir kapalılıksa bilemedim. Onların en seksi yeri saçları galiba, zaten ayağında da taşlı sandaletler vardı.
Aaay kalktım artık. Tamam, ayakta dururum, zaten Kınalı’ya az kalmış. Ama Kadıköy’den bir vapur dolusu insan daha binmişti ve aralarında darbukalı, turist olmayan bir grup genç vardı. Derken ufak tefek tombulca bir kız o kadar bağıra bağıra şarkı söylemeye, etraftakiler de o kadar büyük bir coşkuyla alkış tutmaya başladı ki bulunduğumuz yerde ayakta da duramaz olduk ve aşa-ğıya inip, çıkışa yakın bir yerde durmaya karar verdik. Merdivenler dolu, inmek cambazlık. Aman! O da ne? Vapurun iskeleye yanaşacağı tarafta kızlı erkekli bir grup genç yerde, kır pikniği yapar gibi daire olup oturmuş, yemek yiyorlar. Hem de sandviç falan değil, basbayağı yemek. Ortada bir yaygı, kapaklı plastik kaplarda; dolma, börek, taze fasulye, çoban salatası, makarna gibi ev yemekleri, ellerinde çatallar kaşıklar, kâğıt tabaklar, etraftakilerin şaşkın bakışları arasında fütursuzca yemek yiyorlar.
Pek Türk’e benzemiyorlar, yabancı bir havaları var ama hippi gibi de değiller, düzgün giyimli, kızlar makyajlı falan… Kimse bir şey demiyor, millet ayakta duracak yeri zor bulmuşken o kadar geniş bir yer işgal ettikleri için hiçbir görevli müdahale etmiyor. Herkes fotoğraf çekiyor, onlar aldırmadan yiyorlar. Yemek kapları toplandı, meyveler ortaya çıktı. Elmalar falan soyuldu, bölüşüldü yendi. Anlamadık, aklımız ermedi. Eh Kınalı’ya yanaşırken mecbur kalkacaklardı çünkü insanlar o taraftan inecekti. Fakat ne oldu biliyor musunuz? Vapur kendi etrafında büyük bir tur atıp, ters taraftan yanaştı iskeleye. Onlar da hiç istiflerini bozmadan oturmaya devam ettiler. Belki sonra termoslarla getirdikleri kahveleri çayları da içeceklerdi. Acaba dedik şu interaktif vapur tiyatrolarından birine mi rastladık? Bilemedim. Belli olmadı. O karmaşada bir tiyatro eksikti zaten. İte kaka adaya çıkınca bağırmak istedim. Eh bağırdım da biraz.
Belirtmeme gerek yok, o andan itibaren, bu gidişin bir de dönüşü olduğunu düşünmeye başladık tabii. Nitekim bin beteri oldu. Başka ne umulabilir? Madem son vapuru 21’e koymuşlar. İnat gibi. Tek farkı; tam binerken içeride ekstradan bir arbede kopması oldu. Galiba biri sigara mı içmiş ne… Amanın tek kusurumuz oydu. Birkaç tıfıl çocuk olan ada polisleri hışımla girdiler, yarım saat sonra kös kös çıktılar. Olayı tam olarak bilmedik, sormadık, adımımızı attığımız yerden kıpırdamadık. Yüzümüzü denize verdik, "Ada vapuruuu yandan çarklııı" diyerek, eski günlere yanarak döndük.
Yattığınız yerde rahat uyuyun eski adalılar. Bu halleri görseydiniz kesin: "İyi ki her şey tadındayken, vakitlice gitmişim" derdiniz. Ruhunuz şad olsun.