24 Temmuz 1923’te, Türkiye Cumhuriyeti ve I. Dünya Savaşı’ndan yengiyle çıkan devletler arasında Lozan Barış Antlaşması imzalanmıştır. Antlaşmanın üçüncü bölümünde, “Azınlıkların Korunması” başlıklı hükümler yer almaktadır.
Bu bölümdeki 40. maddede, Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyruklarının -giderlerini kendileri ödemek üzere- her türlü hayır kurumları, dinsel ve sosyal kurumlar, okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek, buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak hakkına sahip olacakları belirtilmektedir.
Antlaşmanın 41. maddesine göre ise, genel eğitim ve öğretim konusunda, “Türk Hükümeti, gayrimüslim halkın önemli oranda oturdukları il ve ilçelerde gayrimüslim Türk vatandaşlarının çocuklarının ilkokullarda kendi dilleriyle serbestçe eğitim görmeleri için gereken kolaylığı gösterecektir. Azınlıklara mensup Türk uyrukluların önemli oranda var oldukları kent ve ilçelerde devlet bütçesi, belediye veya diğer bütçelerce eğitim, din ve hayır amacı ile genel gelirlerden ayrılacak paralardan adı geçen azınlıklar eşit bir biçimde yararlanacaktır, söz konusu paralar ilgili kuruluşun yetkili temsilcilerine ödenecektir.” denmektedir.
Uygulama
Antlaşmanın bu maddelerine rağmen, Cumhuriyetin ilk yıllarında azınlık okulları üzerindeki baskılar arttırıldı. 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile azınlık okulları MEB denetimine alındı ve bu okulların Cumhuriyet’in laiklik ilkesine uygun davranmaları, dinî propaganda yapmamaları istendi. Milli Eğitim Bakanlığı’nın 7 Şubat 1924 tarih ve 3370/758 sayılı genelgesi, azınlık okullarında dinî alâmetlerin kaldırılmasını zorunlu kılıyordu. Bu genelge ile okulların içinde bulunan heykel, haç gibi bütün dinî simgelerin kaldırılması isteniyor, Müslümanların ve başka mezhepten öğrencilerin dinî ayinlere katılmaları yasaklanıyordu.
1923 yılında getirilen düzenlemeyle, okutulması zorunlu olan Türkçe, tarih ve coğrafya derslerinin öğretmenlerinin “Türk” olmaları ve Milli Eğitim Bakanlığı’nca atanması ve 1927 yılında yapılan yeni bir düzenlemeyle, azınlık okullarında öğretmenlik yapanların anadillerinin Türkçe olması, dil sınavında başarısız olanların işlerine son verilmesi kararlaştırıldı.
23 Mart 1931 tarih ve 1778 sayılı yasanın 1. maddesi Türk vatandaşı olan çocukların, ilköğretimlerini Türk okullarında yapmasını zorunlu kılıyordu. 1935’te ise Türkçenin tek eğitim dili olmasına karar verildi.
1937 yılında, azınlık okullarına, öğrencilerin Türk kültürüne uygun şekilde yetiştirilmeleri için birer Türk müdür vekili atandı. Türk devleti, bu okullara Lozan Antlaşması gereği vermesi gereken finans desteğini sağlamaktan kaçındığı için birçok okul kapanmak zorunda kaldı.
Sınırlandırmalar yüzünden, azınlık okullarındaki öğrenci sayısı düşmeye devam etti. 1922-1923 yıllarında, 166 Rum okulundaki toplam öğrenci sayısı 24.296 iken, bu sayı 1923-1924 yıllarında 15.766’ya, 1925’te 8515’e ve 1928’de 5923’e düştü.
1965 yılında çıkarılan Özel Öğretim Kanunu, azınlıkların yeni okul açmalarını yasakladı. Kanunun 24/2. maddesi, bu okullara atanan müdür yardımcılarını tanımlarken, “Türk asıllı ve TC uyruklu” ifadesini kullanmaktaydı. 1968’de, azınlıklara ait ilkokulların öğrencilerine birtakım kısıtlayıcı tedbirler getirildi. Bundan böyle, çocuklar babalarının milletine ait azınlık Türk okullarına kayıt olabilecekler, başka bir azınlığa ait okullara gidemeyeceklerdi. Dolayısıyla, TC vatandaşı bir Rum babanın oğlu ya bir Rum azınlık okuluna ya da bir Türk devlet okuluna gidebilecekti. Ayrıca, çocukların ikametgâhlarına en yakın ilkokula kayıtları zorunluydu.
Ayrımcılık
TC Anayasası Madde 10:
Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında eşitlik ilkesine uygun hareket etmek zorundadır.
TC Anayasası Madde 24:
Herkes vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.
TC Anayasası Madde 42:
Kimse eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.
TC Anayasası Madde 66:
Türk Devletine vatandaşlık bağı olan herkes Türk’tür.
Azınlık okullarında diğer okullardan farklı bir sistem uygulanmasının, bu okullara Türkçe kültür dersi öğretmenlerinin sicil amiri olan ve böylece okul müdürünün öğretim kadrosunun bir bölümü üzerinden denetimini kaldıran “Türk asıllı” müdür başyardımcılarının atanmasının altında, Türkleştirme politikaları kadar azınlık okullarına ve vatandaşlarına karşı yaratılan güvensizlik yatmaktadır. Resmi söylemde ve basında azınlık okulları, “ajan okulları” ya da “zararlı faaliyet yuvaları” olarak resmedilmekte; ayrıca “Türk müdür” terimi ve varlığı bu okullarda eğitim gören gayrimüslim öğrencilerin aslında vatandaş olarak kabul edilmedikleri hissini yaratmaktadır.
TC Anayasası, eşit yurttaşlık temeline dayalı millet modeline göre, ülke sınırları içinde yaşayan ve TC’ye vatandaşlık bağıyla bağlı herkesi dil, din, etnik köken gibi aidiyetlerine bakmaksızın Türk olarak tanımlamıştır. Ancak teorik olarak verilen haklar kâğıt üzerinde kalmış, vatandaşlık statüsünün azınlıklara sağladığı eşitlik birçok alanda geçerli olmamıştır.
Eğitim alanında örneklerini verdiğim tüm bu uygulamalar, gayrimüslimlerin Müslümanlarla eşit vatandaşlar olduğunu iddia eden resmî duruşun aksine, vatandaşlık statüsünün sağladığı eşitliğin birçok alanda gayrimüslimleri kapsamadığının ve hukukî eşitliğin de facto eşitliği sağlamanın garantisi olmadığının göstergesidir. Aynı zamanda, bu ayrımcı uygulamaların hepsi Lozan Antlaşması’nın azınlıklara sağladığı hakların açıkça ihlâlidir.
Bu yazı 2009 yılında Adalı Dergisi’nde yayımlanmıştır.