Kadının emegi, bedeni ve cinselliği ile denetim altında tutulup sömürülmesi, gücünü ataerkil sistemden almış; sistemin siyasi, sosyal, ekonomik ihtiyaçlarına göre de şekillenmiş.
Feodelizmin kapalı ve tarıma dayalı ekonomisinde serf kadınların emeği ve rolünün önemli olduğunu biliyoruz. Yalnızca kadınlardan oluşan zanaatkarlık bölümleri vardı mesela. 14-15. yüzyıllar, belki de bu nedenle kadınların lonca örgütlenmesine katılımının en yüksek olduğu yıllardır. Kadın hem neslin devamlılığı, hem de evde ailenin kullandığı gereksinimlerin üretiminde ön plandadır, ancak feodal düzenin “emek ve rant” sömürüsü, kadının üretimdeki başarısını toplumsal başarıya dönüştürmesine izin vermez.
Üretim araçlarının gelişimiyle birlikte, kadın emeğini değersizleştirme de başlar. Kadın bir yanda işte, öte yanda evde sömürülmektedir artık. Erkeğe göre daha düşük ücretle çalışmaya mahkumdur. Çalışma yaşamı dış dünyaya açılma fırsatı yaratsa da, sistem onların eş ve çocuklarından sorumlu oldukları propagandasını yapmayı sürdürecektir. Cinsel ayrımcılık, cinsiyete dayalı mesleklerin ortaya çıkmasını da yaratır. Kadın ile erkek arasında eşitsizlik şiddetlenir, toplumsal cinsiyet rolleri derinleşir.
5 bin yıllık erkek egemenliği, kapitalist sistem ile kadına karşı cinsiyet savaşını da başlatmıştır. Burada savaş sözcüğü şiddeti de temsil etmektedir. Evde ve iş yerinde emeği sömürülen kadına karşı güçsüzleştirme arzusu, bireysel ve toplumsal şiddeti de kadına yöneltmektedir.
Bu büyük baskıya karşı kadınların tek silahı vardır: “Dayanışarak isyan etmek.” Halk isyanları, kadınların isyanıyla birleştiği ya da ondan güç aldığı ölçüde başarılı olmuş, kadınların kazanımlarını da beraberinde yükseltmiştir.
Kadınlar, sadece kendi haklarının savunucusu değil aynı zamanda, daha eşitlikçi bir düzenin, sosyalizmin vaad ettigi yeni bir insanlık ideali uğruna mücadele eden bir birey olarak ,
enternasyonel hareketle dünyada yerini almalıdır.
Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü
25 Kasım, “Kadına Yönelik Şiddetle Mücedele Günü.” Birleşmiş Milletler, 1999 yılında aldığı kararla bu günü ilan etti. Türkiye de bu kararı destekledi. 25 Kasım 1960, Dominik Cumhuriyeti’nde diktatörlüğe karşı savaş açan üç kız kardeşin öldürüldüğü gün. Her türlü şiddete ve toplumsal şiddetin güç aldığı diktatörlüklere karşı savaşın sembolize edildiği gün.
Ama ne yazık ki, BM tarafından belirlenen ve ilan edilen çok sayıda gün gibi, günün öznesi olanların hakları çiğnenmeye, kağıt üzerinde kalmaya devam ediyor.
Türkiye’de de durum farklı değil. Hatta giderek kötüleşiyor.
İstanbul Sözleşmesi Cumhurbaşkanlığı kararıyla feshedildi. Sırada 6284 sayılı yasa var dense de zaten birçok vaka da gösterdi ki, bu yasa yeterince etkin uygulanmıyor.
Buna karşılık mesela Rojava’da kadını güvence altına alan 12 madde resmileşerek, Anayasal hak olarak kabul edilmiş. Kadın kotası yüzde 40’a çıkarılmış; öz savunma hakları teslim edilmiş, mahalle meclislerini kurarak, komün düzenini büyüterek, çocuk, gençlik gruplarıyla, mecliste, belediyelerde görev almışlar; kendi renkleri ve kendi dillerine sahip çıkmışlar. Kürtler, Süryaniler ve Ezidiler’den söz ediyoruz. Bilimsel, siyasi, kültürel akedemileri var; hukuki konularda destek aldıkları kadın komiteleri var.
Kadın mücadelesi bütün dünyada büyük bir ivme kazandı. “Dünyayı kadınlar kurtaracak”, “bu isyanı sevmekle başlayacak her şey” diyenlerin sayısı artıyor. Bu isyan erkek öznesine karşı bir isyan aynı zamanda ve erkekler yeni yüz yılın hesabını yaptıklarında bu dönüşümü de hesaba katmak zorundalar artık.