Hayat hep tesadüfler ve birbirine bağlı ilmeklerden oluşuyor. Marmara Adası ile ilgili hikayemizin başlangıcı, rahmetli dedem Elektrik Yük. Müh. İbrahim İşseven ile Aydın Senatörü Av. Osman Saim Sarıgöllü’nün dostlukları sayesinde olmuştu. Her ikisi de yüksek tahsil yapmak üzere İsviçre’nin yolunu tutmuş, gurbette vatan hasretiyle geçen günlerde birbirlerine tutunmuşlardı.
Ada’nın yerel tarihini araştırmaya başlayalı henüz 4 yıl olmuşken, 1960’ların başında adaya gelen dedemle bu konuda sohbet edemediğimden içim biraz buruktu. Hatırda kalan anıları deşmek, tarihi olayları birbiriyle ilişkilendirerek öğrenilmiş bilgilerin teyidini yapmak gerçekten çok zor. Ama çok keyifli. Dilerim bir nebze de olsa Saim Sarıgöllü ve İbrahim İşseven’in anılarını canlandırabilirim...
O. Saim Sarıgöllü, 1915’te Muğla’da doğmuş, orta öğrenimini İzmir’de yapmıştı. Karşıyaka forması giydiği lise çağlarında spor müsabakalarında başarılı bir atletti. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuş ve uzun yıllar ekmeğini kazanacağı avukatlık mesleğine başlamıştı. Fakat Saim Bey askere çok geç gitmişti. 40 yaşında yedek subay üniformasını sırtına giydiğinde 10 yaşında Kural isimli bir oğlu, Nigarin isminde bir de kızı vardı. Bulunduğu birlikte askerlik yapan Gogoli lakaplı Mustafa Bozkurt’un “Komutanım sizi memleketime götüreyim” ısrarlarına daha fazla dayanamayan Saim ve Ayşe Sarıgöllü çifti, 1951 yılı kızları Nigarin 7 aylıkken Marmara Adası’na gelmişlerdi.
Turizm, turist, pansiyon ve otel kelimeleri henüz Marmara Adaları’nın uzağından bile geçmemişken Mustafa Bozkurt çok sevdiği komutanını kendi evinde misafir etmişti. 1950’lilerin Marmara’sı sokakları mis gibi tuzlu balık kokan, ahşap evleri toprak yollarıyla salaş bir balıkçı kasabası görünümündeydi. Oysa bu bakir ve doğa harikası yerleşim birkaç yıl sonra Türkiye’nin en çok rağbet gören turizm merkezlerinden biri olacaktı. Adanın el değmemiş güzelliğine gönlünü kaptıran Sarıgöllü çifti, takip eden yıllarda bu geliş gidişlere devam ettiler ve bir süre de İsmail Başaran’ın evinde kaldılar. Çiftin Selmin isminde bir kızları daha dünyaya geldi. Demokrat Partili yıllardı. Ayşe Hanım Türkiye’nin ilk kadın Latince Profesörüdür ve aynı zamanda 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Kızı Nilüfer Gürsoy’un fakülteden çok yakın arkadaşıydı. Bu arkadaşlık, bir gün Amerikan Büyükelçisi ile birlikte Celal Bayar’ın Marmara Adası’na ilk kez adım atmasına vesile olmuştu. Bayar daha sonra Tahsin Furtun’a ait Ender Konserve’yi ziyaret etmek için de adaya gelecek ve Balkanların en büyük konserve fabrikasının açılışına ön ayak olacaktı.
Aile kalabalıklaşıyor, misafir olarak ikamet etmek zorlaşıyordu. Neticede bugün Marmara Otel’in yanındaki 4 katlı apartmanın yerinde bulunan Basri Erkmen’e ait 3 katlı ahşap evi kiraladılar. Daha sonra da Çerkez Aziz’in Kole Burnu’ndaki evine komşu olup ve bugün de ayakta duran metruk binayı Basri Bey’den satın aldılar.
O yıllarda elektrik günün belli saatlerinde verilir ve evden eve misafirliğe gidildiğinde kovalarla su taşınırdı. Oturdukları evin kapısı bile tam kapanmaz, kapı arkasına sandalye dayayarak uyurlardı. Saim Beyin avukat kimliğini bilenler hukuki sorunlarında hep kendisine danışır avukatlığını yapmalarını rica ederlerdi. Bir seferinde Necip Reis (Özaydınlı) birisine küfür etmiş ve davalık olmuştur. Saim beyin kendisini ceza almaktan kurtaracağına inanan Reis merakla beklemektedir.
Mahkeme günü geldiğinde Saim Bey savunmasında; müvekkilinin Girit Göçmeni olduğunu ve Türkçeyi tam bilmediğini anlatmış iki de şahit gösterip küfür edemeyeceğini hakime inandırmıştır. Nitekim Necip Reis ceza almadan kurtulmuştur. 1950’li-60’lı yıllar, birçok meslek gibi, avukatların da sosyal güvenceye sahip olmadıkları, emekli olacakları bir kurum bulunmadığından kazançlarını ev, arsa gibi taşınmazlara yatırdıkları, geleceklerini güvence altına almaya çalıştıkları yıllardı. Saim beyin tüm arkadaşları Ege ve Akdeniz sahillerini veya İstanbul, Ankara gibi büyükşehirleri tercih etmişlerdi. Fakat Saim Bey tüm yatırımlarını Marmara Adası’na yapmıştı. Bir arsa, bağ-bahçe veya zeytinlik satılacağı zaman ada sevgisini bildikleri için Marmaralılar hep ona gelirlerdi. O da geri çevirmez ama bir yandan da nasihat edermiş: Marmara Muhtarı Mustafa Toksöz, Saim Beyin kızı Nigarin Yurdakuler’e bu satışlardan biri öncesindeki diyaloğunu anlatmış: “Her yeri satıyorsunuz! Bu paralar bitecek... İleride buradan bir yer sattığınızda İstanbul’dan ancak bir yer alabileceksiniz. Yazık ediyorsunuz, satmayın! Satacaksanız da bana gözünüzün kalmayacağı bir yer satın. Sonradan pişman olacaksınız.” Saim Bey ilk olarak Yahudi Maşatlığı olarak bilinen Kaymakamlık Konutundan Şifalısu’ya kadar olan araziyi, daha sonra da Mola Motel arkasındaki küçük zeytinliği satın almıştı adanın yerlilerinden.
Hepimizin kıyısından köşesinden bir şekilde siyasete bulaştığı dönemler olmuştur. Saim Bey Demokrat Partili olduğu yıllarda Eminönü Muhtarlığı yapmıştı. Fakat DP’nin uygulamalarını sert bir dille eleştiriyor, her geçen gün gönül bağı zayıflıyordu. Çok geçmeden 27 Mayıs 1960’da ihtilal oldu ve ordu yönetime el koydu. 1961 Anayasası yürürlüğe girdiğinde Türkiye artık çift meclisli bir yönetim şeklini benimsemiş, Cumhuriyet Senatosu oluşturulmuştu. Senatoya girmenin asli koşulu yüksek tahsilli olmak ve 40 yaşını aşmış bulunmaktı. Askeri darbeye tepki olarak arkadaşları ile bir parti kurmak için çalışmalara başlamışlardı. Eskişehir’de parti yapılanmasında özveriyle çalıştıysa da Aydın’dan aday gösterilmişti. Türk Siyasi Tarihi’ne yeni katılan Adalet Partisi’nin Aydın senatörü olarak meclise giren Sarıgöllü, 1961-1968 yılları arasında Anayasa Adalet Komisyonu Başkanı olmuştu. Akabinde emeklilik düşünü gerçekleştirmek için adada bir de otel inşaatına girişmişti. 1962-63 yıllarında inşa edilen Otel Sarıgöl’ün ziyaretçilerinden ve daha sonra da sahibi olacak kişilerden biri rahmetli dedem İbrahim İşsevendi...
Elektrik Yük. Müh. İbrahim dedem, Sümerbank bursuyla gittiği İsviçre’de doktorasını yapan Saim beyle tanışmış ve dost olmuşlardı. Aralarında çok az bir yaş farkı olmasına rağmen saygısından ötürü dedemin ‘Saim Ağabey’ dediğini öğrenmiştim. Çok sıkı dost olduklarını hatta maddi manevi birbirlerini daima desteklediklerini ailemden dinlemiştim. Dedem, zorunlu hizmet süresini tamamladıktan sonra ‘Dinamik Ticaret’ adındaki firmasıyla yurtdışından getirilecek makine teçhizat vb. malzemelerin aracılığını yapmaktaydı. Buna örnek olarak, çeşitli elektrik motorları ve ‘Vespa’ motosikletlerini sıralayabilirim. Saim Bey Sarıgöl Otel’in su sarnıcında kullanmak üzere bir motor satın almış, bunun karşılığında da dostunu ailesiyle birlikte Marmara Adası’na davet etmişti. 1967 yazında ilk kez adaya gelen İbrahim, Mine, Filiz (annem) ve Deniz İşseven’in Ada günleri de böylelikle başlamıştı.
Saim Sarıgöllü milletvekili ve senato üyesi olduğu yıllar Marmara Adası henüz birinci derecede askeri yasak bölgeydi. Ada üzerinde bulunan Nato’ya bağlı radar üssünde yerli ve yabancı birçok subay görev yapıyordu. 1960’ların başında bu yasak gevşetilebilmiş ve ada bu sayede yerli ve yabancı turiste ev sahipliği yapabilecek konuma gelmişti. Saim beyin bu konudaki duyarlılığı ve yaptığı girişimler şüphesiz etkili olmuştu. Meclis kayıtlarını incelediğimde, Marmara Adası’nın telefon-telgraf gibi çağın iletişim araçlarından mahrum kalması da dahil bir çok soruna ilişkin sözlerinin tutanaklarda yer aldığını gördüm. Senatörlüğün ardından İller Bankası’nda bir süre çalıştıktan sonra kendini emekli etmiş ve tüm enerjisini Ada ve otele ayırmıştı. Öyle ki eş-dost çevresinden Marmara’ya gelip ev yapabilsinler diye bazılarına hiçbir bedeli olmadan arsa bile hediye etmişti. Otelinde birbirinden kıymetli dostlarını ağırlamış adanın tanıtımına katkıda bulunmuştu. Prof. Dr. Suat ve Samim Sinanoğlu kardeşler de Sarıgöl Otel’in misafirlerindendi.
1972’de Marmara Adası’nda belediye seçimleri yapılacağı vakit iskele meydanında Ahmet Enön (CHP), Rıfat Yavuz (AP) seçim çalışmalarını yürütüyorlardı. Gemlik gemisinden inen Saim Sarıgöllü ve ailesi birden bire bu iki zıt kutup arasında kalmış, dostane ilişkilerinden ve siyasi geçmişinden ötürü Rıfat Yavuz’un davetini kıramamış ve AP taraftarlarına kısa bir konuşma yapmıştı. Siyasi kutuplaşmanın en yoğun ve kanlı olduğu, sağ-sol çatışmasının her geçen gün daha da sertleştiği 1970’li yıllarda Marmara da tatsız günlere gebeydi. Demokrasinin henüz emekleme döneminde ve kutuplaşmanın zirvesinde geçen siyasal çatışmayı düşündüğümüzde tarafların ne kadar ileri gidebileceğini bütün toplum tecrübe etmişti. Sırf karşı partiden ya da gruptan olduğu için insanlar bir birini sokak ortasında boğazlıyor, kurşunluyordu. Ama Marmara Adası gibi ancak birkaç bin kişinin yaşadığı, dört tarafı denizle çevrili bu kara parçasında yaşanılan hayat her kesim için müşterekti. Siyasi kutuplaşma Adalılık bilincini sığlaştırmış, istenmeyen şeyler yaşanmıştı. Siyasi karşıtlık sonucu olduğu ortada olan muamelelerle, yıllardır otel işletmeciliği yapan Saim Bey adeta adaya küstürülmeye çalışılmıştı. Otelin tüm odaları doluyken mühürlemeler, elektriklerin ve suyun kesilmesi ve nihayet deprem yönetmeliği gerekçesiyle üstün körü yapılan bir incelemenin ardından otelin yıkılan 1,5 katı... Tüm bu gelişmeler ve ilerleyen yaşı, bozulan sağlığı nedeniyle günden güne keyfi kaçan ve hukuki yollarla başa çıkamadığı bu durumdan yorulan Saim Sarıgöllü, sonunda, emeklilik hayali otelini satmaya karar vermişti.
1976 yazında babam Mehmet Yücel ve dedem İbrahim İşseven Sarıgöl Otel’i ortaklaşa satın almış ve 1992 yılına kadar işletmişlerdi. Tarifi imkansız duygular ve yaşanmışlıklara sahne olan bu otel, Tomris Uyar’ın ‘Yaza Yolculuk’ adlı eserinde de hayat bulmuştu.
1 Ağustos 1985’te hayata gözlerini yuman Marmara sevdalısı Saim Sarıgöllü şüphesiz ada turizminin gelişmesine katkıda bulunmuştu... Ailemizin oluşumunun ve bulaşıcı ada sevdamızın kaynağı sonsuzluğa uğurladığımız bu iki dost; Saim Sarıgöllü ve İbrahim İşseven’i saygı ve sevgiyle anıyorum. Işıklar içinde olsunlar...
İş bu makale hazırlanırken; Nigarin (Sarıgöllü) Yurdakuler, Selmin (Sarıgöllü) Ergüden’in anlatımları ve kişisel arşivlerinden, Burak Sarıgöllü, Mehmet Yücel, Filiz Yücel ve Emin Toksöz’ün anlatımlarından yararlanılmıştır.