Adayı ada yapan ögelerden biri ve belki de birincisi, küçümsenmeyecek boyutta tahribata uğramış olsa da doğasıyla uyumlu yapılaşmasıdır. Hâlâ ahşap, taş ve demir işçiliğinin hayranlık uyandıran güzelliklerini, hiç değilse izlerini taşıyan köşkler ve binalar varlıklarını sürdürüyorlar. Günübirlik ziyaretçilerin fotoğraflarına cömertçe dekor oluyorlar. Yanı sıra doğası yani yeşili ve mavisi, bir de onu anakaradan farklılaştıran “adalı yaşam biçimi” diye tanımlanan toplumsal yaşam anlayışı, kültürü ve özgünlüğünü eklemek gerekir. Bu nitelikleri ve daha da fazlasını uzun uzun yazacak değilim. Bu yazımda üzerinde durmak istediğim konu bir idari kararla Marmara Denizi sahil şeridi ve adalarının Özel Koruma Alanı olarak ilan edilmesi işlemidir.
Bu kararnamenin amacı ne ola? Öncelikle bu soruyu yanıtlamak gerek.
Kararın ne gibi sonuçlara yol açacağını saptayabilmek ancak onun ardındaki dürtüyü görmekle olacaktır.
Bu kararın birbirine geçen ve birbirini tamamlayan iki ayağı vardır. Birincisi siyasi ve ikincisi ekonomiktir. Şimdi bunları gözden geçirip örnekleyelim. Ama öncelikle temel bir noktaya işaret etmek isterim. Bu kararın Barselona Çevre Programı ve Paris İklim Sözleşmesi amaç ve hedeflerine uyum sağlamak amacını taşımadığı kesindir. Bu noktada ikircimliğe düşmemek gerek. Neden mi? Çünkü uluslararası anlaşmalara yönelik yaşanan uygulamalar bize bunu söylüyor. Çoğunlukla ya İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi gibi kimi anlaşmalara aykırı düzenleme ve uygulamalar yapılıyor ya da İstanbul Sözleşmesi örneğinde yaşadığımız üzre bir gece yarısı imzasıyla o anlaşmadan çıkıldığını görüyoruz. Bu tutumunu mevcut siyasi iktidar adeta alışkanlık haline getirmiş bulunuyor. Ondan ki bu karar da aynı çizginin, tutumun dışında kalmayacaktır.
İşlev gaspı
Bu saptamanın ışığında bakıldığında “Karar”ın çevreyi koruma niteliğini taşıyıp taşımayacağı açısından endişeye kapılmamak mümkün değildir.
Siyasal açıdan görülen o ki söz konusu “Karar” ile Ankara, özellikle İBB’nin ve Adalar Belediyesi’nin yetkilerini kendi eline almayı amaçlamaktadır. Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı’nı büyükşehir ve ilçe belediyelerine kayyum yapmaktadır. Yani topal yapılamayan ördeğin boynu vurulmak istenmektedir. Artık yerel yönetimler plan proje yapamayacaklar. Belediyelere bırakılan ise temizlik ve ulaşım benzeri işler olacaktır.
Adalar, Boğazlar sahilleri ile İstanbul’un Avrupa ve Anadolu kıyı şeridi üzerinden yerel yönetimlerin karar alma yetkileri ellerinden alınmaktadır. Bunun hukuktaki adı işlev (fonksiyon) gaspıdır ve başvuru halinde yargı idarenin bu işlemini iptal edebilir. Bu kararla Adalar üzerinde tasarrufta bulunmanın yanı sıra Kanal İstanbul çılgın projesi doğrultusunda da bir adım atılması öngörülmektedir.
Rantçıların Ada topraklarında gözü olduğu herkesin malumudur. İşte bu karar onlara kapı açan bir karar olmuştur.
Artık engellenen helikopter pisti de yapılabilir, beton ada kulelere de izin verilebilir. Heybeliada’daki sanatoryum yasal bir zeminde Diyanetin hizmetine intikal ettirilebilir. AKP’nin son yerel seçim broşüründe vaat edildiği gibi sahilden Aya Yorgi’ye teleferik de çekilebilir. Beton kıyılarda ücretli plajlar kurularak zaten şu anda kısıtlı olan serbestçe denize girmek hakları Adalılara tümüyle yasaklanabilir. Tıpkı Dil Burnu Tabiat Parkı’nın özelleştirilip Adalıların elinden alınmasında olduğu gibi. Dahası bundan böyle “Ada sahillerinde bekliyorum“ şarkısını inşa izin verilecek Yassıada benzeri çok katlı beton oteller ve bungalovlar söylerler.
Artık işin gizlisi saklısı kalmadı ya, aslında her şey açıktaydı ve gören gözler olup biteni görüyorlardı. Bu karara adım adım gelindi. Önce sarı öküz verildi, Yassıada “Demokrasi ve Özgürlük Adası” yapıldı. Sivriada son anda o kaderi paylaşmaktan (şimdilik) kurtarıldı. Daha sonra Kaşık Adası ve Sedef Adası ile denendik. Biz gene sessiz kaldık; cılız bir iki sesten başka güçlü bir tepki görülmeyince tüm adalara yönelik büyük hücum başlatıldı. Öncesinde iskele üstünündeki mekanın (ne hikmetse!) kiracısı olan TÜRGEV’den alınarak boşaltılmasını önlemek bahanesi ile 3 otobüs dolusu polis ile Adaya çıkarma yapılmış ve anlaşılan adalara el konulmasına ilişkin öngörülen bu karara olası bir tepkiye karşı önlem alınmıştır.
Şimdi artık İstanbul’un son kalan kupon arazileri de, ormanı ve denizi de rantçıların pençesine düşecektir. Adalar betonlaştırılıp AKP iktidarının yandaşı ve yarattığı yeni zenginlere peşkeş çekilecektir. Katar ve BAE ve öteki kardeşlerin zengin ailelerinin hizmetine sunulacaktır.
Bu tehlikeye karşı susup oturmak olmaz
İnkar edilemez bir değer taşıyan, adayı daha iyi yaşanır kılacak çalışmaların başına bu karara karşı tutum sergilemek, tüm adalılar ve ada sevdalıları için gündemin ilk sırasındaki yerini almalıdır.
Bunun için ne yapılabilir?
Bir yandan öncelikle bu idari karara, ardından uygulamaya yönelik çıkartılacak yönetmeliğe karşı yargı yoluna gitmek gerekir. Evet ben de biliyorum yargının ne hale getirilmiş olduğunu ama hani derler ya “çıkmamış canda umut vardır”, işte o misal Danıştay’da bireyler olarak ya da kurumlar olarak tek tek ve toplu davalar açılmalıdır. Eğer Danıştay henüz halefi olduğu Osmanlının Şurayı Devleti gibi “Şurayı evvet” olmamışsa bu kararı iptal edebilir ve Adaları rantçılardan kurtarabilir.
Öte yandan demokratik direnme hakkı kullanılarak toplanma ve gösteri yürüyüşleri, paneller, konferanslar ve benzeri etkinlikler düzenlenip duyarlılığı yükselterek kamuoyunun dikkati çekilebilir.
Bu adalar bize dünya mirası olarak emanettir. Emanet korunur, korunmazsa…
Emanete hıyanet edilmiş olunur!