Cuma, 01 Mayıs 2015 13:42

Ah o canım çam kokusu

Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

Yine biraz gündemlerin dışına çıkalım da biraz hafifletmeye çalışalım ruhumuzu dedim. Nasılsa ortalık günden güne daha fazla ‘ne yana baksak da gülsek’ durumunda. Biraz nefeslenelim bari, mesela şöyle doğaya moğaya göz atalım. Eh tabii doğayı düşündüğümüzde de dertlenmeyeceksek... Ben öyle oluyorum çünkü. Doğaya olan zaafım, bilenlerin malumudur, hele ağaçlar; resmen tutkumdur. Ağaç severim, ağaç çizerim, ağaca sarılırım, ağacı öperim, bir ormanın orta yerinde yaşamayı düşlerim. Son yıllarda artık güzel bir ağaç gördüğümde gözlerim doluyor. Bakıp bakıp “Ah canııım, bir gün sana da kıyarlar mı acaba?” diye mırıldanmaktan kendimi alamıyorum. Geçenlerde gündemi hafifletmek amacıyla gazeteme yazmıştım böyle bir yazıyı. Biz Ermeniler bu aralar bi ‘24 Nisan’ bunalımındayız malum, memleket de öyle...

Öyle ki insanlar biraz ferahlasın. Yazarken de bir yandan “Yahu bu tam da dergimize göre bir konuydu” diye hayıflanıp durduydum ama bir kez başlamış bulununca da vazgeçemedim ve “Tamam” dedim ya “dergimize de yazarım”. Hem sonra gazetedeki yerim daha sınırlı, gönlümce döktüremem, burada biraz daha özgür hissediyorum kendimi.

Ne diyordum? Haa... Ağaçlara kıyıyorlar demiştim. Çünkü günümüz insanının anlayışına göre, ne yazık ki uygarlaşmanın yolu betonlaşmaktan geçiyor. Ağaç da yalnızca sokakları caddeleri süsleyen, gerekli gereksiz kırpılan bir şey. Hepsinin yaşam alanı sınırlı, ne kadar istenirse o kadar büyüyebilirler. Tam yatak odamın karşısına gelen kaldırımın kenarına tesadüfen dikilen ıhlamurun çiçeklenmesini beş yıldır bekliyorum. Her yıl dallarının başladığı yerden kesildiği için ne uzayabiliyor ne de çiçeklenebiliyor garibim. Diyeceksiniz ki o mu kaldı dert edecek? Koskoca Belgrat ormanı kırpıla kırpıla bahçe kadar kalacak yakında. Çam kokusunu unutacağız. Vay canına... Bu lafı eder etmez bakın ne geldi aklıma... Evet, onu sizlerle de mutlaka paylaşmalıyım. Nicedir aklımdaydı da uygun bir zaman bekliyordum.

ah o canim cam kokusu 2 280xŞimdi tam zamanı mıdır, emin değilim gerçi, çünkü başka niyetle oturmuştum masama. Hatta gündemdeki olaylar kışkırtıp duruyordu beni. Sonra bir an gözüm, karşımda cadde boyu uzanan ve tüm ağaçlar gibi, trafiği genişletme kurbanı olma ihtimaliyle, kalıcılıkları pamuk ipliğine bağlı asırlık çınarlara takıldı. Güneşi görünce büyük bir coşkuyla, şıkır şıkır filizlenivermişlerdi iki günde, belli ki bir hafta sonra yemyeşil olacaklar. Birden çocukluğumda, mis gibi çam kokusunu içime çeke çeke, henüz yangına kurban verilmemiş, Burgazada ormanlarında, sevdiğim ağaçların gölgesinde, uzanıp düşler kurduğum günler geldi aklıma. Yazık ki şimdi torun konumundaki çocuklar belki de bu kokuyu hiç alamayacaklar büyüdüklerinde. Hem de yalnız doğayı bu derece hor kullanan ülkemizde değil, tüm dünya ülkelerinde. Örnek vereceğim tabii, boşuna kapılmadım bu endişeye.

Yeni kazandığım değerli dostlarımdan birinin eşi Hollandalı. Geçenlerde, hep birlikte bir yemek sohbetindeyken, söz dönüp dolaşıp, gelişen teknoloji ve şehir kalabalığında, apartman ortamında büyümeleri yüzünden çocuklarımızın nasıl makineleşip doğadan uzaklaştığına geldiğinde o anlattı. Ben İngilizce süren sohbeti, bir şey kaçırmamaya çalışarak can kulağıyla takip ederken, ağzım bir karış açık kalakaldım aniden. Çok etkilendim, hatta herkes gülerken benim gözlerim doldu, not aldım ve “Bunu bir gün mutlaka yazacağım” dedim. Ve o günün, bu gün olduğunu bana, filizlenmekte olan karşı komşularım fısıldadı. Bu Hollandalı Bey’in İngiltere’de yaşayan akrabaları ziyaretine geliyorlar. O da bir gün, şehrin göbeğinde bir apartmanda doğup büyüyen ve her halleriyle tipik bir apartman çocuğu olan yeğenlerini ormana piknik yapmaya götürüyor.

Çocuklar arabadan inip de muhteşem çam ormanına adım atar atmaz, hayretle etraflarını kokluyorlar ve yüzlerini buruşturarak “İiiğğ... tuvalet kokuyor burası” diyorlar. Aman Tanrım! Düşünebiliyor musunuz? O misler gibi çam kokusu onlara ancak, tuvaletlerde klozetin kenarına asılan o kokulu şeyleri çağrıştırıyor. Niye? Çünkü daha önce hiç gerçek bir orman ve çam görmemiş, koklamamışlar. Çam kokusu onlar için tuvalet kokusu gibi bir şey, ne hazin değil mi? İnsanoğlu, şehir karmaşasında yaşarken, uzak kaldığımız doğadan büsbütün kopmayalım diye, onu taklit ederek yapay kokular yaratıyor, sonra o kokular o kadar gerçeklik kazanıyor ki asıllarının önüne geçiyor.

Yıllar önce bir yaz, New York’ta bir gökdelenin bilmem kaçıncı katında yaşamakta olan bir tanıdıklarımız gelmişti Burgazada’daki evimize. Son derece hijyenik bir ortamda büyümekte olan üç yaşında bir kızları vardı. Ada sokaklarında at pisliği var diye kaldıkları sürece kucaktan inmemiş, hiç yere basmamıştı sokakta. O zamanlar burada pek öyle tuvalet kokuları popüler değildi. Tuvaletlerimiz, sabundan ya da çamaşır suyundan başka bir şey kokamazdı. Çocuk hiçbir yerde asla klozete oturmamış, lavabolara yapmıştı çişini kakasını. Annemin her yıl reçel yaptığı, bahçedeki hokka güllerini kokladığında da “Aaa bunlar anuşabur (aşure) kokuyor” demişti. Ermenilerin çoğu aşureye gülsuyu koyar da... Çok gülmüştük o zaman, hatta “Ne akıllı çocuk” falan demişti komşular. Gençtim, aşırı hijyenik apartman ortamlarında ondan bundan sakınarak büyütülen çocukların nasıl doğadan uzaklaşıp, yabancılaştığını fark etmemiştim. Demek ta o zamandan başlamış kopmalar. Ada çocukları nispeten şanslı tabii ama nasıl bir zenginliğe sahip olduklarının farkındalar mı acaba? Onları bilinçlendirmek gerekir.

Bakın, önümüz bahar, iklimi de iyice karıştırdığımız için çok kısa sürecek. Eğer adalı değilseniz ve de çocuklarınız varsa, her fırsatta onları ormana falan götürün, yoksa ruhsuz birer yetişkin olacak her biri. Yakında zaten orman da kalmayınca, çok geç olacak ve de çok yazık olacak.

Son değişiklik Çarşamba, 06 Mayıs 2015 11:23
Yorum yapmak için oturum açın