Geçen ay Ada’mızın önündeki denizde uzay gemisi gibi bir yaratık dolaşıyordu. Gördünüz herhalde. Yeni yapılan vapurumuzmuş! Anketle bize ulaşıp, “Nasıl bir yolcu gemisi istiyorsunuz?” diye soran İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin modelleri arasında böyle bir ucube yoktu! Nereden çıktı bu gemi? Dokusunu ve karakterini değiştirmekten bıkmadığımız bu Şehr-i İstanbul, demek bunu da görecekti! Yakından görmek için gittiğim Büyükada vapur iskelesine yanaşmış olan yolcu gemisi beni eskilere götürdü. Daha önce de yazmıştım ama bu kez vapur iskelesinin nezih dükkânlarından başlamak istiyorum.
Eskiden Adalar’ın ana kara ile “yolcu” bağlantısını bir tek vapurlar yapıyordu. Vapura giden yolcunun ilk uğradığı dükkân iskelenin içindeki Hrisafi idi. Oradan gazete veya dergi alınır, yan dükkâna geçilirdi. Orada sizi iki kişi karşılardı: Birisi: ayakkabılarınızı boyayacak olan Gogo, diğeri de yakanıza bir yasemin çiçeği veren Dimitro idi. Sonra günlük sakal tıraşınızı olmak için Stelyo’nun berber dükkânına girerdiniz. Hemen yanındaki dükkândan sabah kahvaltınız için elinize sandviç tutuşturan da “Veral” idi. Nerede bu insanlar ve meslekler? Ne çiçekçi, ne lostra salonu, ne berber, ne de sandviç büfesi var artık. Ya karşı sırada ipek mendil ve kravat satan Münir Bey’in “Temiz İş” dükkânı nerede? Vapur iskelesinin yolcuları ve günlük yaşamın cazibeli meslekleri diyeceğim gazete bayii, lostra salonu, çiçekçi, berber ve sandviç büfesi, vapur iskelesinin dükkânlarında yok artık. Sosyal hayatın ekonomik hayatla uyum içinde olduğu minik çarşıda şimdi kimler var? Hediyelik eşya, gözlük, şapka, şal, şemsiye, çiklet, şekerleme satıcıları ile telefon kontörü yükleyen dükkânlar, vapur bileti satan gişe ve polis noktası. Vapura alternatif olarak ikame edilen yolcu motorları ve yaz aylarında hizmet veren deniz otobüsleri ile vapurun yolcuları azaltıldı. Vapur seferleri kırpıldı. Vapur iskelesinin yoğunluğu çalındı. Oranın Rum esnafı bitirildi. Kimi 1964 yılında yurt dışına gönderildi, kimi kendiliğinden işi bıraktı. Yeni esnaf da ne yapsın, kolayını buldu, günübirlikçilere satacağı eşyayı koyuverdi dükkânına. Bence bu kültürü devam ettirmek için mülk sahibi olan Denizyolları, aynı mesleklerin devamını şart koşmalıydı. Eh tabii Ada kültüründen habersiz mülk sahibinin bürokratları bunu düşünemezdi ki. Değişimin, ileriye dönük gelişim olduğunu bilmeyen topluluk olduk. Ve halen bu rahatsız edici durumu karşı kıyıya bakarak görüyor, ama seyrediyoruz. Kentsel dönüşüm diye bir şey tutturmuş gidiyoruz, güzelim şehrimizi Dubai yapıyoruz farkında değiliz. Eskinin nezahetini, yeni dalga nasıl da silip yok ediyor değil mi? Abdülhak Şinasi Hisar, yıllar öncesinden bize seslenmişti de biz duymamıştık: “Bütün medeniyetler de, mezarlardaki insanlar gibi fanidir. Ve biz, ölmüşlerimizin olduğu kadar, devirlerini tamamlamış medeniyetlerin de geri dönmeyeceklerini biliriz.” Çarşıda bakkal kalmadı, üç kasap, iki manav ile yetiniyoruz. Varsa yoksa hediyelik eşya dükkânı, cüce marketler, dondurmacı, bisiklet kiralayıcıları, bakımsız faytonlar, sahil lokantaları ve bol miktarda işportacı. İstanbul’un ve Marmara’nın incisi Adalar iken, kasaba Adalar olmak... Toplumların zenginliği, ipek, pamuk, altın değil, insandır. Hayırlı yazlar.