Yıllarca çalışıp didindim, maaşımdan şakır şakır kesilen vergileri, primleri ödedim. Emekliliğimde yapacaklarımın hayalini kurdum. Ve nihayet hepsi gerçekleşti. Oh, emeklilik tazminatımla, sevdiğim Burgaz’ımda küçük bir ev aldım, yavaş yavaş, zevkli zevkli dayadım döşedim. Güzel bir bahçem var, çiçekler sebzeler dikiyor, gönlümce ekip biçiyorum. Maaşım bana bol bol yetiyor. Seyahat etmediğim zamanlarda, keyfim için kitap yazıyorum, resim yapıyorum. Sergilere katılıp, birkaç yılda bir sergiler açıyorum. Para falan kazandırmıyorlar ama zaten onlardan para kazanmak gibi bir beklentim yok. İhtiyacım da yok. Çok şükür sağlığım yerinde, hastalandığımda da zaten sigortam var. Her şeyimi ödüyorlar. En pahalı ilaçları bile alabiliyorum. Sonra hiçbirini maaşımdan kesmiyorlar. Resmen, o kimi reklâmlarda sık sık söylendiği gibi emekliliğin tadını çıkarıyorum. Oooh ne güzel.
İnandınız mı? Ha haa... tabii inanmadınız. Nerdeee? Keşke olabilse. Bir de üstelik öğretmen emeklisiyim ki… Düş bunlar düş, rüya, hayal ve benzeri kaç kelime varsa hepsi. Ama olması gereken bu değil mi? Bir dolu ülkede emekliler böyle yaşıyorlar. Tatil beldelerinde, pembeleri mavileri giymiş ak saçlı turistleri gördükçe sinir olur insan. Adamlar dünyayı geziyorlar. Ülkemizdeyse bırakın seyahati, ek bir iş yapmak zorunda kalmadan, sırf emeklilik maaşıyla ev geçindirebilen birini gösterin bakayım.
Ayrıca yapılabilecek o ek işler de kısıtlı. Genç birini almak varken emekliyi ne diye alsınlar... Son yıllarda verilen iş ilanlarına dikkat ettiniz mi? Genelde şöyle oluyor: Bilgisayar kullanabilen, en az lise mezunu -hatta çoğu kez üniversite mezunu- yabancı dil bilen, askerliğini yapmış ve otuz yaşını geçmemiş deneyimli eleman aranıyor. Bazen de bu yaş sınırı yirmi beş oluyor. Buyurun bakalım, güler insan. Bir de deneyimli olacak... Ne zaman yapmış olacak tüm bunları? Kırk yaşında biri bile başvursa reddediliyor nerede kalmış emekli...
Mesela ben ve birçok arkadaşım gibi, emeklilik yaşının altmışlara alındığı kanun çıktığında belli bir süre çalışmış olanlar, daha erken yaşta emekli olabildiler. Onlar ne yapsalardı? Artık otursalar mıydı? Eh nasılsa devlet bol bol doyuruyor ya ‘vur patlasın çal oynasın’ gezselerdi değil mi? Bazı şanslılar, üst düzey işlerde çalışmaya devam ettiler, bazıları da küçük bir ortaklıkla başka işlere giriştiler. O zaman ne oldu? Devlet, verdiği o bol paranın bir kısmını kesmeye başladı. İlle de bu kadar parayla geçineceksin diyor. Kolaydı sanki. Doğal gaz, elektrik, telefon, su… eşittir; emeklilik maaşı. Ev kirası da varsa cabası. Çocuk yetiştirmeyi ise hiç saymıyorum. Bir dolu örnek var etrafımda ama hiç söylemeyeyim, emekliler zaten ne demek istediğimi anlıyorlar.
Ekonomimiz geliştikçe mi bu hale geldik acaba? Devlet bütçesindeki bütün paralar, gökdelen dikmeye gidiyor artık galiba. Bir de orayı burayı kazmaya, kaldırım söküp, kaldırım yapmaya. Taksim’deki geçit meçit, üçüncü köprü, ‘yık baştan’lar gibi dev projelerin yanı sıra bazı sokak araları zırt pırt köstebek yuvasına dönüyor. Her seferinde ne sebep buluyorlar acaba? Para tabii... Neyse bu konuya girmeyeceğim.
Bakın, benim yeni öğretmen olduğum yıl emekli olan bir öğretmen, aldığı emeklilik tazminatıyla bir kat ve iki altın alabiliyordu. Birkaç yıl geçtiğinde ise bu para yeterli olmamaya başlamıştı bile. Ama çok iyi hatırlıyorum, o yıllardan birinde, madem bir kişinin parası yetmiyor, üçü de dul, üç kadın öğretmen tazminatlarını birleştirip, Teşvikiye’de kocaman bir kat ve bir araba aldılar. Maaşlarını birleştirerek de bir şoförle eve bir yardımcı tuttular. Sağ-lıkları elverdiği sürece gezip tozdular. O zamanlar daha ‘Altın Kızlar’ dizisi yoktu. Biz genç öğretmenler daha çok gençtik, evli bile değildik. Bu işler bizden çok uzaklardaydı. Ama pek hoşumuza gitmişti. Özenmiştik. Umutlanmış-tık. Kim bilir belki bir gün biz de…? Hayat bize neler getirecek, bilmiyorduk henüz. Evlenip çoluk çocuğa karışır mıydık? Eşlerimiz olunca, onlarla birlikte yaşlanır mıydık? Yoksa yalnız mı kalırdık? Eh, bir gün öyle bir şey gelirse başımıza, birkaç kişi toplaşır yeni bir hayat kurabilirdik kendimize.
Ne oldu biliyor musunuz? Biz emekli olana kadar, ancak on kişinin emeklilik tazminatıyla bir kat alınabilir hale geldi. Öyle ki tüm düşlerimiz, ‘hiç olmazsa bir öğretmen huzur evimiz olabilseydi’ye takıldı kaldı. En iyi ihtimal o. Ki ufukta hiç de öyle bir şey görünmüyor. Gerçi biz henüz oralarda değiliz. Hem kendi başının çaresine bakmayı bilen bir nesil olduk hem de gençlik yaşı uzadı artık. Eskiden ellisini geçen herkese yaşlı gözüyle bakılırdı, şimdi yetmişinde ölene “genç gitti” deniyor.
Konuyu nasıl buralara getirdim bilemiyorum valla. Hatta bu konuyu nereden seçtiğimi düşünüyorum. Haa hatırladım... Karşılaştığım ya da paylaşım sitelerinde yazıştığım Adalı eski dostların sık sık “Niye artık adaya gelmiyorsun?” sorularına cevap olur belki dedim galiba. Bi başlayınca da dallandı böyle... Hoş görün, emeklilik halleri işte. Bir dokun bin ah işit.