Roelf Meyer'le en son Oslo'da karşılaşmıştık. Geçen ay Diyarbakır'a gelmişti. Ancak seçim karmaşası içinde Diyarbakır'a gidememiştim.
Yakın bir tanıdıktan söz eder gibi konuştuğumun farkındayım. Bizler onu yeni tanıyor olsak da o Güney Afrika'daki ırkçı rejimin barışçı bir diplomasiyle yıkılmasında rol oynayan kritik isimlerden birisiydi.
Güney Afrika gezimizi düzenleyen ekibin başında Roelf vardı.
Uçağımız 9.5 saatlik bir yolculuktan sonra Johannesburg havaalanına indi. İstanbul'un sıcağından sonra Güney Afrika serinliği şaşırtıcıydı. Bizi karşılamaya gelen Güney Afrika heyetinde Roelf Meyer'i görünce bir tanıdık görmenin mutluluğunu yaşadım.
Johannesburg havaalanına inmiştik ama otelimiz G.Afrika'nın idari başkenti Pretoria'daydı. Yeri gelmişken söyleyeyim bu ülkenin 3 ayrı başkenti bulunuyor. İdari başkent Pretoria, yargısal başkent Bloemfontein, siyasi başkent yani Meclis'in bulunduğu başkent Cape Town.
Ülkenin nüfusu 57 milyon, en kalabalık şehir ise 5 milyon civarındaki nüfusuyla Johannesburg.
Otobüsümüz yoksul gecekondu mahallelerinin arasından geçerek bir saatlik yolculuktan sonra yeşillikler içinde yol almaya başladı.
Otel, etrafı duvarlarla çevrili bir zengin mahallesinin içindeydi. Mahalleye girişimiz kolay olmadı. Geldiğimiz kapıdaki silahlı güvenlik görevlileri epeyce sorgu sual ettikten sonra başka kapıya yolladılar. Orada da gereken kontroller yapıldıktan otelimizin yer aldığı mahalleye girdik. Tek veya iki katlı evlerden oluşan malikanelerden söz ediyorum. Tipik İngiliz sömürgeciliğinden miras kalmış, rengarenk çiçeklerle kaplı, değişik kuşların, tavşanların, kunduzların sokaklarında dolaştığı bir cennet.
İki katlı binacıklardan oluşan otelimiz bu cennetin parçasıydı. "Gümüş Göller" mahallesinde golf sahalarının ortasındaki otelimizin adı da Lakes, yani Göller'di. Öğle yemeğini golfçuların lokantasında yedik.
Tipik bir beyaz mahallesindeydik. Lokanta da öyle. Beyazlar yemek yiyor, siyahlar hizmet ediyordu. Bir masada ise bir beyaz aile ile siyah aile birlikte oturuyordu. Samimi bir ilişki içindeydiler. Bu tablo ülkenin hemen her tarafında karşımıza gelmeye devam etti.
350 yıllık tarih
Beyazların bu ülkeye hakim olmalarının uzun bir tarihi arka planı vardı. 1652 yılında Hollanda'nın Doğu Hindistan şirketi Ümit Burnu'nda bir ikmal ve ilişki istasyonu kurdu. Bölgeye ilk yerleşenler, Protestan Hollandalılardı. Ayrıca Fransızlar ve Almanlar da yerleşimciler arasındaydı. Bunlar kendilerini, bu ülkenin yerlisi olarak kabul ettikleri için Afrikanlar adını aldılar.
Beyazlar, bu topraklarda kademeli olarak, Güney Asya ve Afrika'dan gelen kölelerin emek sömürüsüne ve ırk temelli katı bir toplum yapısına dayalı bir koloni sistemi kurdular.
1910: İngiliz egemenliği
Bölgede gözü olan, Avrupa ülkeleri arasındaki rekabet, 1910'da İngiliz hegemonyası altında Güney Afrika Birliği'nin kurulmasıyla sonuçlandı. Ülkedeki toprakların neredeyse tamamının mülkiyetini Beyazlara veren ve Afrika, Asya ve “Renkli” nüfusları aşamalı olarak mülkiyet hakkı ve siyasi katılımdan dışlayan ırkçı ve ayrımcılığa dayalı bir yasal mevzuat kabul edildi..
1948'de Ulusal Parti (NP) tarafından Güney Afrika'da Apartheid rejimi kabul edildi. Beyaz olmayan tüm etnik kökenli nüfusu baskı altında tutan kurumsallaşmış bir ırk ayrımcılığı süreci başladı. Karışık ırk evliliklerini ve ilişkilerini yasaklayan, siyahlara pasaport taşıma zorunluluğu getiren, onları şehir merkezleri dışında sadece kendilerine ayrılan bölgelerde yaşamaya ve Beyazların takdir ettiği işleri yapmaya zorlayan bir sistem inşa edildi
Irkçılığa karşı direniş
Irkçı zulüm karşı tepkiyi de beraberinde getirdi. 1950'lerde Apartheid karşıtı güçler Kongre İttifakı'nı kurdular:
Afrika Ulusal Kongresi (ANC), Güney Afrika Hint Kongresi (SAIC) ve Güney Afrika Renkli Halklar Kongresi (CPC), Güney Afrika Demokratlar Kongresi (COD) ve Güney Afrika Sendikalar Kongresi’nden (SACTU),Güney Afrika Komünist Partisi (SACP) de Kongre İttifakı içinde yer aldı.
1950'lerin sonuna kadar, Apartheid karşıtı eylemler şiddet içermiyordu. Ayrımcı yasa ve uygulamaların kaldırılması için barışçıl protesto eylemlerine karşı rejim, şiddet ile cevap verdi: Polis göstericilere ateş açtı, insanlar hapse atıldı, eylemler zorla batırıldı.
1960’ta ülke çapında Olağanüstü Hal ilan edildi. Mandela'nın da (ANC) aralarında bulunduğu direnişin liderleri 1964'te ömür boyu hapse mahkum edildi.
Bu durum, ANC'nin ekonomik savaş stratejisi, sabotaj ve hükümet hedeflerine saldırılarla bir araya gelen protesto, boykot ve grev dalgası ile birleşti. Hükümet 1985 ve 1986’da bir dizi olağanüstü hal ilan etti. Cinayetler, toplantıların yasaklanması ve sokağa çıkma yasağı ilan edilmesi yaygınlaştı.
Ülke yönetilemez hale geldi. Dünyada da ırkçı rejime karşı tepkiler yükselince ANC ve iktidardaki Ulusal Parti görüşmelere başladı.
1970'lerde, öğrenci ve aktivist Steve Biko tarafından yürütülen Siyah Bilinç Hareketi, yayılmaya devam etti ve ülke genelinde çeşitli yerlerde isyanlar patladı.
Doğu Avrupa’daki Komünist yönetimlerin çöküşünün de yarattığı ortam içinde Batılılar Güney Afrika hükümetini reforma zorladılar.
27 yıldır cezaevinde yatan Robben adasında tutuklu ANC lideri Nelson Mandela, devlet temsilcileri ve Ulusal İstihbarat Servisi ile bir dizi görüşme yaptı.
1989'da, F.W. de Klerk Başkan seçildi. De Klerk, ayrımcı yasaları ve ANC gibi siyasi partilerin yasaklarını kaldırmaya başladı ve 1990 yılında Nelson Mandela'nın serbest bırakılmasını istedi.
1992 yılında şiddetin patlaması nedeniyle barış görüşmeleri çöktü.
Roelf Meyer ve Cybil Ramaphosa
Artık bir dost haline geldiğimiz Roelf Meyer ve Cyril Ramaphosa'yı anlatmanın zamanı geldi.
Tam görüşmeler çökerken iktidardaki Ulusal Parti'nin lideri De Klerk değişik kademelerde bakanlık, danışmanlık yapmış Roelf Meyer'i çağırdı ve Mandela'nın temsilcisi Cyril Ramphosa (Şimdiki Güney Afrika Cumhurbaşkanı) ile görüşmeleri gizlice sürdürmesini istedi.
Şimdiki Cumhurbaşkanı Cyril Ramphosa ile birlikte başmüzakerecilik yapan Roelf Meyer'in yaşamı, G. Afrika'da demokrasiye geçişle özdeşleşmiş bir hayat diyebiliriz.
İnişli çıkışlı, umutlu umutsuz barış sürecinin kahramanlarından birisiydi Roelf Meyer. Geçmişte ırkçı Ulusal Parti'nin radikal isimlerindendi. Apartheid sisteminin savunucularındandı. Son beyaz başkan FW de Klerk'in kabinesinde Anayasal Gelişme Bakanıydı.
27 Mart 2009 tarihinde o dönemde G.Afrika Cumhurbaşkanı Kgalema Motlanthe, Gümüş Baobab ödülünü verdiği Roelf Meyer'i şöyle tanımladı: "Yeni demokratik Güney Afrika'nın doğuşuna olan olağanüstü katkıları ve bütün yurttaşları koruyan Güney Afrika Anayasası'nın garanti alınmasını sağlamaktaki çalışmaları nedeniyle..."
Ödülü veren Motlanthe, 10 yılını Robben adası hücrelerinde geçirmiş siyah hareketin öncülerinden, üçüncü siyah devlet başkanıydı. Ödüle layık görülen ise, son ırkçı yönetimin önde gelen isimlerinden olan Roelf Meyer'di.
"Siyah isyanın silahla bastırılamayacağını gördüm" diye söze başladı. Klerk'in önerisiyle iktidardaki Ulusal Parti'nin başmüzakerecisi olarak, 1993'ten itibaren görüşmelere katıldı. "Yapıcı diyalog" adını verdiği sürecin, en etkili ismi olarak çözüme büyük katkıda bulundu.
2000'li yılların başında aktif siyaseti bıraktı. Bir sivil olarak, dünyadaki değişik çatışma alanlarında yapılan çalışmalarda tecrübelerini aktarıyor.
DPI(Demokratik Gelişim Enstitüsü)'ın danışmanları arasında olan Roelf Meyer'e tercihini sordum. Seçimlerde Mandela'nın partisi ANC'ye oy vereceğini söyledi.
Robben adasında İbrahim İbrahim'le
Güney Afrika gezisinde tanıdığımız her insanın renkli bir öyküsü olduğunu söyleyebilirim. Örneğin ANC'nin ve Mandela'nın hukuk danışmanlarından Albi'ni hayatı bir film senaryosu kadar heyecan verici.
Albert(Albi) Louis Sachs beyaz ve ANC'nin dünya çapında tanınan isimlerinden.
Ünlü bir hukukçu olan Sachs, insan hakları savunucusu. Tutuklanmış, bırakılınca mücadelesini yurtdışında sürdürmek zorunda kalmıştı. ANC Başkanı Oliver Tambo'nun isteği üzerine, demokratik anayasa çalışması yaparken 1988 yılında Mozambik'in başkenti Maputo'da, Güney Afrika ırkçı yönetiminin güvenlik güçlerinin arabasına yerleştirdiği bombayla ağır yaralanmıştı. Bir kolunu ve bir gözünü kaybetmişti. 1990'da ülkesine dönmüş, yeni anayasanın hazırlanmasında etkili bir rol oynamıştı. Mandela tarafından Anayasa Mahkemesi üyeliğine getirilmişti. O artık ülkesinin barışa kavuşmasının mutluluğu içinde dünyanın dört bir yanında barış konuşmaları yapıyor, deneylerini aktarıyor.
İbrahim İbrahim'in ise Hintli bir Güney Afrikalıydı. Dikkat çekici özelliği de Gandici olmasıydı.
Robben adasında 18 yıl
İbrahim İbrahim, Hindistan'dan göç etmiş bir aileden geliyor. Annesi, babası Hindistan'da doğmuş. Kendisi, beyazların ötekileştirdiği "renkli" gruba mensup. Yoksulluktan okula ancak 12 yaşında gidebilmiş. Irk ayrımcılığıyla çocuk yaşta karşılaşmış.
"Gandi yöntemi" onun mücadele biçimi olmuştu. Barışçı bir direniş yolunu seçmişti. Ancak hayat onun karşısına, şiddet gerçeğini getirdi. Mensubu olduğu ANC, 1960'dan itibaren sınırlı da olsa silahlı mücadele metotlarını kullanmayı kararlaştırdı. İbrahim, bu eylem biçimini kabul etmekle birlikte sivilleri öldürmeye karşı olduklarını özellikle vurguladı.
İbrahim İbrahim, katıldığı eylemler nedeniyle tutuklandı. Toplam 20 yıl hapis yattı. Mandela'nın 1994 yılında Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından çıkarılan afla özgürlüğüne kavuştu.
İbrahim’le toplantı arasında sohbet ettik. 10 ve 12 yaşındaki iki çocuğunun resimlerini gösterdi. "81 yaşındayım, geç evlendim. Mandela'ya danışmanlık, bakan yardımcılığı, milletvekilliği yaptım. Şimdi aktif siyasetin dışındayım. Danışmanlık yapıyorum."
Güney Afrika şiddeti geride bırakmıştı. Özgürlükçü bir anayasa yapmıştı. Ancak, adaletsizlik, eşitsizlik devam ediyordu. Büyük şehirlerin kenar mahallelerinde, siyahların gecekondu hayatı, derin yoksulluğun varlığını hissettiriyordu.
7. gün, Nelson Mandela'nın 27 yıllık hapisliğinin 17 yılını geçtiği Robben adasına gittik.
Adadaki hücreleri ve kireç taşlarını kırdıkları alanı, burada 20 yıla yakın hapis yatmış İbrahim İsmail İbrahim'le dolaştık. Siyahi kurtuluş mücadelesi(ANC)nin önderlerinin kapatıldığı ada, Cape Town'a feribotla yarım saat uzaklıkta. Artık müze olarak işlev görüyor. Adada yaşananları, bizzat orada kalanların rehberliğinde öğreniyorsunuz.
Barış sonrası sorunları
Güney Afrika yoksul mu, zengin mi karar vermekte zorlanıyorsunuz. Yeşillikler içinde bahçeli tek katlı evlerden oluşan şehirlerde, beyazların oturdukları mahalleler, Londra'dan geri kalmıyor. Şehrin kenar mahallelerine yöneldiğinizde, yoksul, teneke barakalardan oluşan bir başka gerçekle yüz yüze geliyorsunuz. Büyük kentlerin merkezi yerlerinde ise beyazların görünürlük oranı yükseliyor.
Cape Town Limanı ve çevresi bakımlılıkta, şıklıkta Hamburg limanıyla kıyaslanabilir. Kıyılarda Türkiye'nin hiçbir bölgesine benzemeyen bir estetik var. Lüks ve manzaralı villalarda film yıldızları yaşıyor.
DPI'ın çatışma çözümleri gezileri
Demokratik Gelişim Enstitüsü(DPI)'nün düzenlediği buluşmalar, tam anlamıyla akademik eğitim kalitesinde gerçekleşiyor. Güney Afrika buluşmasında o kadar çok ve yararlı şeyler öğrendik ki, Kerim Yıldız, Esra Elmas ve arkadaşlarına ne kadar teşekkür etsek az.
Barış sürecinin önde gelen önemli aktörlerini dinledik(Maalesef kadın aktörlerin programda olmamasının eksikliğini hissettik).
ANC, siyahların bir tepkisi olarak ortaya çıksa da bu mücadelenin çok etkili figürleri arasında beyazların varlığı da bir gerçek.
Öğrendiğim en önemli şey, çözüm konusunda umudu yitirmemek. Çözüm sırasında uzlaşma adımları atarken, barışa ulaşırken, gösterilen "ihanet", "sattınız" gibi suçlamalara kulak tıkamak. Bir gün önce yapılan barışın, bir insanın bile ölümden kurtulmasına hizmet edebilmesinin öneminin, bilincinde olmak.
Güney Afrikalı siyasetçiler; mahalleden dışlanmayı göze alarak, canlarını feda ederek örnek bir barış yarattılar. Öğreneceğimiz çok şeyler olduğu bir gerçek.