Modern ve Geleneksel'in Göz Kamaştırıcı Uyumu: Tokyo ve Civarı
Adalı gezginlerin yolları bu kez, 2018 nisanında, epey uzaklara, Japonya’ya düştü. Japonya büyük ve gizemli ülke. Böyle olunca gezi anılarını kısa tutmak mümkün olmadı. Bu ilk yazının sınırları ancak Tokyo ve civarını anlatmaya yetti. Burası doğu ile batının, geleneksel ile ultra modernin birlikte yaşandığı soluk kesici bir kent.
19 Nisan 2018 perşembe günü, Atatürk Havalimanı’ndan uçuşumuz, Türkiye saati ile gece 1:40 da başladı. Uzun yolculuk tam 11,5 saat sürüyor. 7 saatlik saat farkını eklediğimizde, cuma akşamı saat 19 civarında, Tokyo, Narita havaalanına iniyoruz. Pasaporttan kolayca geçiyoruz. Rehberimiz Fuzuli Bulut Bey bizi havaalanında karşılıyor. Dışarıda bizi bekleyen rahat ve temiz otobüsümüze biniyoruz. Trafik İngiltere'deki gibi, soldan, bize göre ters trafikte Japonya'daki yolculuğumuza başlıyoruz.
Havaalanı biraz şehir dışında. 1 saatlik yolculuğumuz sonunda şehir merkezine ulaşırken bizi ilk karşılayanlar, binlerce yüksek bina, yüzlerce gökdelen, onlarca köprü, asma köprü, üç katlı otoyollar, Sumida Nehri, üzerinde tekneler, ışıklı tabelalar, canlı, cıvıl cıvıl caddeler, 330 metre yüksekliğindeki Paris Eyfel kulesinin bir benzeri ve daha da yüksek kuleler, yani koskocaman bir metropol ya da megakent. Rainbow Köprüsü’nün üzerinden geçerek şehre ulaşıyoruz. Plazalarda insanlar gecenin ilk saatlerinde bile harıl harıl çalışıyorlar, hayat hızlı devam ediyor, bazı semtlerde ise şehir hiç uyumuyor. Söylendiğine göre hırsızlık ve şiddet olayı yok denecek kadar az ve burası bir deyişle 21.yy’da mükemmelliğin başkenti. Bu şehirde hala Sumo güreşi, Kabuki tiyatrosu, çay seramonisi izleyebilir, huzurlu tapınaklar bulabilirsiniz. Burası doğu ile batının, geleneksel ile ultra modernin birlikte yaşandığı soluk kesici bir kent.
Otelimiz Metropolitan Tokyo, merkezi bir yerde, Ikebukuro'da bulunuyor ve ısıtmalı, üzerinde pek çok işlevsel düğmesi bulunan klozeti ile gayet konforlu.
Onca yorgunluğumuza rağmen eşyalarımızı bırakıp derhal dışarı çıkıyoruz. Yakın çevreyi yürüyerek, merakla dolaşıyoruz. İlk gördüklerimiz, gece ilerlerken siyah takım elbise kravat, tayyörlü onlarca genç insan; işyerlerinden yeni çıkmış görünüyorlar. Belli ki bir şeyler atıştırıp evlerine dönecekler. Sıklıkla polis karakolları ve kibar polisler gözümüze çarpıyor. Şehir temiz ve güvenli görünüyor. Sokaklarda yüzlerce yemek dükkanı gözümüze çarpıyor. Tokyolular çalışmaktan evde yemek yapmaya vakit bulamıyorlar, iş çıkışı bu dükkanlara ayaküstü veya kısa oturmalık takılıyorlarmış.
Dönüp otelimizde ilk gecemizi geçiriyoruz.
Edo’dan Tokyo’ya: Kısa tarih turu
Tanrıların, Japonya adalarını, okyanusa daldırılmış bir mercan kılıçtan süzülen damlalardan yarattığına inanılır. Tarihi kökleri, 12.yy’a kadar uzanan Edo, Tokyo adı ile başkent olduktan sonra 1923 depremi ile yıkıma uğradı. 2. Dünya Savaşı ile atom bombası felaketi yaşayan Japonya, 1950’li yıllardan sonra hızla büyüyerek başkenti ile birlikte adeta küllerinden yeniden doğdu. Kentin şu anda çevre kasabaları ile birlikte 45 milyon nüfusa sahip olduğu söyleniyor.
Eski adı Edo olan Tokyo 12.yy’a kadar Sumida Nehri’nin ağzında küçük bir balıkçı köyü idi. O zamanlar imparatorluk başkenti Kyoto'ydu. İmparatorluk bir darbe ile çökertilerek Tokyo'nun güneyinde Kamakura'da feodal beyler, askeri bir yönetim, yani Şogunluk kurdular. İeyasu adındaki Şogun çok güçlendi ve Edo'yu yeni başkent, kendini de imparator ilan etti. Ticaret yapan, çok çalışan, çok harcayan, Kabuki tiyatrosu ve baskı resim sanatına ve keyfine düşkün, geyşa geleneğini seven bir halk yarattı. Şogunluk yönetimi uzun yıllar başarı ile yürütüldü, ülke yabancılara kapatıldı, Japonların ülkeden çıkması yasaklandı. Amerika'nın iç işlerine karışması sonucu Şogunların yönetimi yıkıldı, yeniden imparator sülalesi, Meici ailesi, başa geldi. İmparatorluk başkenti Kyoto'dan Edo'ya taşındı ve buraya doğunun başkenti anlamına gelen Tokyo adı verildi.
21 Nisan Cumartesi sabahı saat 8:00’de otelden hareket ediyoruz. Şehir turundan sonra ilk durağımız Tokyo'nun en önemli tapınaklarından olan Meici Tapınağı. Tapınak Japonyayı modernleştiren İmparator Meici ve İmparatoriçe Shoken'e adanmış. Japon tapınakları Şintoist veya Budist olarak ikiye ayrılıyor. Şintoist tapınaklara Torii adı verilen ahşap bir açık hava kapısından giriliyor. Budist tapınaklarında ise muhakkak Pagoda adı verilen 4-5 katlı bir kule bulunuyor.
Şintoizim ve Budizm
Dünyanın en eski inanışları arasında yer alan ’'Şintoizm'', "Budizm'in ve Konfiçyüs öğretisinin Japonya'ya girişine kadar devam etti. (MS 552) Sonra Budizm, Şintoizm mücadelesi 9. yy kadar sürdü. 1192-1868 Şintoizmle Budizm bir reformla birbirinden ayrıldı.
Şintoizme göre birbiriyle hem kardeş hem karı-koca olan Gök (Baba Tanrı) ile Yer (Ana Tanrı) bütün Japon adalarını ve diğer tabiat tanrılarını doğurmuşlardır. Bu iki ilah çok önemlidir. Dağ, ırmak, ateş, gök gürlemesi, fırtına, yağmur, vb. ilahlar dışında her meslek sahibinin de ayrı bir ilahı vardır.
Japonlar dünyanın iyi ve kötü ruhlarla dolu olduğuna inanırlar. Japonya’da yüzbinin üzerinde mabet olduğu söylenmektedir. Mabetlerde genellikle eskiliği açısından değerli olan ayna, kılıç, mücevherli taş ve Amatarasu’nun heykeli bulunur. İbadet etmek isteyen kişi mabede gider, elini, yüzünü ve ayaklarını Müslümanların abdest almaları gibi yıkarlar. Mabetteki kıymetli eşya karşısında diz çöker ve böylece ibadet ederler. İbadet için temizliğe çok önem verirler.İbadeti rahipler idare eder.
Evlenme törenleri mabetlerin bitişindeki evlenme salonlarında rahipler tarafından icra edilir. Cenaze törenlerini ise Budist rahipler yönetir. Kendilerini “Şintoist doğar, Budist ölürüz” şeklinde tanımlarlar. Ölen insan tanrısal olur onlara göre ; “Aile bir dindir, aile ocağı ise tapınaktır.” Ölülere karşı görevini yapan insan, yaşayanlara karşı olan vazifelerini de yerine getirmiş olur. Çok eski zamanlardan kalma duaları ezbere okurlar.
Japon dilinde genellikle Tanrı veya O’nun yerini tutacak kavramlar için üst, yukarı anlamına gelen “Kami” kelimesi kullanılmaktadır.
Şintoizm’de bütün ilahlar doğrudan doğruya tabiat güçleri veya tabiatta bulunan bazı maddelerle ilgili görülmüştür. Tabiat ilahları arasında en önemlisi güneş tanrısı Amaterasu’dur.
Şintoizm’in iki mukaddes metninde yıldız ve fırtına ilahları ile sis ilahesinin de adı geçer. Fuji-Yama Dağı da mukaddes dağlar silsilesinin en önemlidir.
Şintoizm’in kutsal metinleri Kojiki ve Nihongi dir
Kojiki’nin yazıya dökülmesi 712 yılında imparatorun emri ile olmuştur. Tanrıların ve devletin ilahi kaynağı ile insanlığın başlangıcından Kojiki kitabında bahsedilir. Nihongi’de devlet hizmetlerinde görev alanların uyması gereken bazı tavsiyeler yer alır.
Günümüzde Şintoizm milli bir din olması nedeniyle Japonlar arasında yaygındır. Başta Japonya olmak üzere Japonların yaşadığı diğer ülkelerde de yayılma imkanı bulmuştur. Günümüzde Şintoistlerin sayısı 100.000.000'un üzerinde olduğu tahmin edilmektedir.
Gökdelenden Tokyo’ya bakış
Tokyo hükümet binasın gökdeleninin 48. katından Tokyo’yu seyrediyoruz. Uzaklarda bulutların arasından Fuji dağı bize göz kırpmakta. Gezimize İmparatorluk Sarayı ve bahçesi ile devam ediyor, daha sonra lokanta, bar, marka mağazaların olduğuTokyo'nun en işlek alışveriş caddesi Ginza'da dolaşıyor ve tavsiye edilen alışverişleri yapıyoruz. Elektronik cenneti diye bilinen ünlü Akihabara pasajından kesemize uygun alışverişler yapıyor, öğle yemeğimizde geleneksek çubukları kullanarak Japon usulü yemek yeme talimleri yapıyoruz. Ginza'da toplanarak Tsukji Balıkazarına yürüyoruz. Ginza, şık butiklerin, restoran, galeri ve alışveriş merkezlerinin bulunduğu Paris-Şanzelize benzeri bir yer. Akşam bu bölgede ayakkabıları çıkarılarak oturulan geleneksel bir Japon lokantasında ilk suşimizi yiyoruz. Japonların geleneksel yemeği suşi, bir parça çiğ deniz ürünü ve sebzenin pişmiş pirinçle kaplanarak yosun yufkasına sarılmasından meydana geliyor, saşimi ise pişmiş pirinç üzerine konan büyükçe çiğ balık parçaları .Yanında deniz ürünlü bilmediğimiz mezeler de getiriyorlar. Seçmek zor yani:)) Üzerine yeşil çay içmek de adetten sayılıyor.
4. Gün: Kamakura ve Enoshima
Kahvaltı sonrası Kamakura ve Enoshima turumuzu gerçekleştiriyoruz. Burada tapınak gezintilerini yapıyoruz. Kamakura da Hachiman-Gu ve Koutoku-ın tapınaklarını görüyoruz. Geleneksel bir düğün törenine rastlıyoruz ve Japonya’nın en büyük bronz Buda heykelini görüyoruz. Enoshima adındaki sayfiye kasabasında öğle yemeği yiyor, bazı arkadaşlarımız ayakkabı çıkârılan bir restoranda yemek yiyor. Buradaki kutsal suda, paralarımızı bereket için yıkıyoruz. Kente otobüsümüzle geri dönüyoruz. Geceleme Tokyo'daki otelimizde
5. Gün: Fuji Dağı
23 Nisan Pazartesi, kahvaltı sonrası otelden ayrılıyor ve 2 saat süren keyifli bir yolculuktan sonra eski çağlardan beri Japon halkının kutsal saydığı ve taptığı 3776 m yükseklikteki Fuji dağına çıkıyoruz. Çok akıllı bu Japonlar, üzerinde yol aldığımız asfaltın bir bölümünü öyle yapmışlar ki sanki plak üzerinde dönen iğnenin çıkardığı müzik sesi gibi otobüsümüzün tekerlekleri Fuji dağı müziğini çalıyor. Süper bir şey yani, çok romantik, yol kenarında sezondan kalmış tek tük sakura (Japon kirazı) ağaçlarına rastlıyoruz. Japonya’nın sembolu sayılan dağ ile ilgili sayısız şiirler, resimler, besteler yapılmış. İlk adı Hushi No Yama, yani sonsuzluk, ebediyet, ölümsüzlük dağı. Kamakura döneminde Fujiyama adını almış. (Zengin Samuray Dağı) Shinto inanışına göre tanrı olduğuna inanılıyor.
Sonra Hakone şehrini varıyoruz, Bir krater gölü olan Ashi gölünde korsan gemisi ile dolaşıyoruz. Burası kükürtlü sıcak suları ve kaplıcaları ile ünlenmiş, daha sonra Odawara’ya geçiyor, Kyoto’ya gitmak için hızlı trene biniyoruz. İki saat yolculuktan sonra Kyoto' ya varıyor ve otele geçiyoruz.
Akşam Giyon semtinde serbest zamanda dolaşıyoruz...
Devam edecek