Hayatlarımızdan uzaklaştırılan hayvanlar öyle çoğaldı ki beslememize izin verilen hayvanlardan kedi ve köpeklere karşı ilgimiz de doğal olarak arttı.
Bir zamanlar her evin kedi ve köpeği vardı. Taşıma işinde kullandığı eşeği ya da katırı, tarlasını sürmek için bir çift öküzü, etinden, sütünden ve derisinden yararlandığı en ucuz satın alabildiği keçisi; kademe kademe koyunu, ineği... Bahçelerinden eksik etmedikleri yerine göre tavuk, ördek ve kazları vardı. Süs için beslenen güvercinler de cabasıydı. Uzak mesafeler için de, ürününü tarladan kaldırmak için de bir atı. Küçükken hatırımdan çıkmayan bir sahnedir atın arkasına bağlanmış, altına çakıl taşları saplanmış, adına halk arasında düven dedikleri tahta parçasının üzerinde bir insanla buğday saplarının üzerinde dolaştırılarak kışın hayvanların yiyecekleri samanı yapmaları.
İç içe geçmiş doğal hayatlarımızda bir zamanlar birbirinin halkası olmuş büyük bir zincir kopmuş, geriye sadece kurtarabildiğimiz birkaç halka olarak kediler ve köpekler kalmış gibi.
O günkü hayatlarımız mı zor ya da mahrumiyetlerle doluydu yoksa bugünkü hayatlarımız mı? Doğal ürünler adı altında satılan ürünleri bugün asgari ücretlerimiz satın almaya yetmiyor. Oysa bir zamanlar köyümde komşumun, ayağında giyecek sağlam ayakkabısı olmadığı halde, taze yumurtaları da yeni sağılmış inek sütünü de ikram ederken hiçbir ücret talebinde bulunmadığı günleri de görmüştüm.
Geçen yaz, Kınalıada’da bir gezi sırasında arkadaşlarımızla gördüğümüz, martılardan biraz farklı denizde yüzmekte olan hayvanların cinsinin ne olduğu konusunda pek de emin olamamıştık. Neydi onlar, kaz mı yoksa ördek mi? Bir kısmımız kaz olduğuna kanaat getirirken diğer kısmımız ördek olduğu kanaatindeydiler. Sadece resimlerdeki görüntüsü kalmıştı zihinlerimizde. Belli ki yıllar önce hepimiz kaz ya da ördek görmüş onlar hakkında da fikir edinmiş, birlikte bir zaman geçirmiştik ki bugün için haklarında karıştırsak da bir fikrimiz oluşmuştu.
“Kaz”, “Yok yok ördek”, “Yok yok kaz”, “Yok ya kesin ördek bunlar”. En son ördek olduklarına kanaat getirdik, ki doğruydu onlar ördekti gerçekten de. En son 14 yaşlarımdayken bir ördekle aynı avluyu paylaşmıştım. Yeşilbaşlı uçan bir ördekle kendi kendine çıkıp gelen.
Peki, neydi Kınalıada’daki ördeklerin hikâyesi?
Artık hikâyesi merak edilen hayvanlar grubuna girmiş gibi algıladığımız bu hayvanların Kınalıada’da ne aradığını merak edenler için gazeteye konu olacak hikâyesini anlatayım istedim.
1972’de İstanbul’a Mardin ilimizden gelmiş Hızır Bala. “Ördeklerin anası da babası da benim” diye samimiyetle cevap veriyor bu ördeklere kim bakıyor sorusuna Kınalıada Su Ürünleri Kooperatifi’nin çay ocağında. Bostancı’dan gönderilen ekmekler Hızır Amca şefkatiyle küçük küçük parçalanarak dökülüyor önlerine. Her biri farklı bir mizaca sahipmiş ama en ilginci hep birlikte gagaladıkları bir tanesinin olmasıymış içlerinde. Onu da adanın veterineri Özlem Hanım sevgi ve ilgi ile açıkladı neden olabileceğini anlayabilelim diye. - Farklı cins olanın gagasının üzerindeki türüne özel fazladan etler, diğerleri için ne olduğu anlaşılamayan temizlenmesi gereken fazlalıklar gibi gelir, onu bu yükten kurtarmaya, durumu düzeltmeye çalışırlarmış.- (Burası bizim türümüzün bazı davranışları ile örtüşüyor aslında.) 14 ördek saydım sığınabilecekleri gibi gölete benzeyen 3 tarafı iskele bir tarafı halka açık yolla çevrili minik limanda güvenle güneşlendiklerini gördüğümde... Önceleri üç ördek olarak satın alınmış, kooperatif üyelerinin zaman geçirdiği çay ocağının maskotu olmuşlar, daha sonra ise kooperatifin başkanının kuluçkalama çabaları ile 14’e ulaşabilmiş sayıları. “Daha da çoğaltmayacak mısınız?” sorum bir burukluk yaratıyor, “Sorun olabilir insanlar arasında” deniyor. Aslında Kınalıada’nın normaliymiş ya da tarihiymiş ördekler. Yaklaşık 40 ya da 50 yıl önce Sunalar gelirmiş adanın arka taraflarına. Ördek avlarına şahitlik edebilecek insanlar varmış; varmış da onlar da sanki hayal olmuş gibi anlatılıyor inandırıcılığı sağlamakta zorlanılarak. Belki paylaşılabilecek resimler olur da kanaat getirebiliriz bu güzel insanların sözlerinin doğruluğuna. Her biri başka karakter. Bunun böyle olduğuna şahitlik edebilecek çok da müdavim çocuk varmış yazlıkçı halk arasında. Yemeğini yemeyen çocuklar için çözüm olmuşlar, ağlayanlar için susturma bahanesi olmuşlar, akşamüstü gezilerine vesile olmuşlar, şehirden gelenlere sürpriz olmuşlar; en çok da doğayı özleyen bizlere ödül olmuşlar bu muhteşem demekte tereddüt edemeyeceğim ördekler.