Adalar, tarihsel mirası, kökleri binlerce yıla uzanan kurumlarıyla, şehir nüfusunun modernleşme sürecinde bir arada yaşama olgusunun en iyi örneğidir. Adalar, Dünya Mirası Listesi’nde bulunan İstanbul’un 4 bölgesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Dünya ve Türkiye ölçeğinde UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne aday olan yani listede yer alan; eser, anıt ve mekânlar düşünüldüğünde İstanbul Adaları’nın da evrensel değeler bakımından bu listeye aday olması mümkün olmalıdır. Buradan yola çıkarak, konuyu, hayal olmaktan öteye götürmek, uzman görüşlerini ve benzer projelerin başarılarını göz önünde bulundurarak, bu fikri olgunlaştırmak ve Adalar UNESCO Dünya Mirası Listesi (DML) adaylığı girişim grubunu oluşturma çalışmalarına başlandı.
Bu çalışmalar çerçevesinde, 6 Şubat’ta, Asu Aksoy, Derya Tolgay ve Alp Orçun’un her Salı saat 14’te Açık Radyo’da (94.9) sundukları bir söyleşi programına konuk oldum. Bu programa, adalı yazarlar, sanatçılar, eski adalılar, bir şekilde adalarda adları bilinen insanlar davet ediliyor. Adalar’ın neden Dünya Mirası Listesi’nde yer alması, bunun için neler yapılması gerektiği konuşuluyor. Ben de nasıl bir ada aşığı olduğumu “Burgazada Sevgilim” kitabımla kanıtlamış bir adalı olarak, bu keyifli programa konuk oldum. Tam Paregentan yani Karnaval öncesi olduğundan, birlikte kutlanan eski bayramlar ve ritüeller ana başlığı altında, geçmiş güzel ada günleri, dostluklar, insanları eşitleyen adalılık ruhu konuşuldu. Doğal olarak son günlerin önemli konusu olan faytonlar sorunu da sohbetin orta yerine dalış yaptı. Eh ettik tabii üç beş kısa kelâm. Kısa oldu çünkü konuşma süresi kısıtlıydı, yoksa atlardan, arabacılardan, akülü araçlardan bir girmeye kalksam akşama kadar bitmezdi. Biliyorsunuz Büyükadalı olmasam da o konuda derin tecrübelerim, hem halkın hem de arabacıların dertleri hakkında epey yazıp çizmişliğim vardır benim. Galiba burada bir parantez açmalıyım.
Yıllar önce iyi bir fotoğraf sanatçısı olan Sami Solmaz’ın, ciddi bir çalışma sonucu hazırladığı “Ahırlar” konulu fotoğraf albümüne önsöz yazmıştım. Sevgili Sami benim “İçimiz Isınsın Biraz” kitabımdaki “Yük Eşekleri” öyküsünden çok etkilenerek, bunu en iyi benim yapacağıma karar vermiş ve rica etmişti. Tam Aya Nikola’daki ahırların yeni yapıldığı yıldı. Arabacılar, bu ahırı beğenmemiş ve oraya pek uzak olmayan geçici ‘çadır ahırlar’dan çıkmayı reddetmişlerdi. Ben o çadır ahırlarda bütün bir gün geçirmiştim ve hayatım boyunca unutamayacağım bu deneyim bana öykü niteliğinde bir yazı yazdırmıştı. Yazının tümünü buraya almam etik olmaz, albümde var, merak eden alır okur. Ama en azından içeri girer girmez tokat gibi çarpan görüntüyle ilgili bir iki paragrafını, koşulların vahametine örnek olarak kullanabilirim.
“Gri bir dünya burası... başka bir dünya burası... Parlak güneş ışığında, olsa olsa kahverengi olabilir. Başka renk yok. Faltaşı gibi açılan gözlerim, somut ve güçlü, her şeye hükmeden kesif kokudan kısılıyor. Her şeye hükmeden canlı bir varlık gibi koku. Küçük çapta bok dağları, sidik gölleri ve balçık vadileri arasından geçiyoruz. Bir anda ilgiyle etrafımı sarıyorlar; genç yaşlı, uzun, kısa, şişman, zayıf, eski, yeni, bir dolu o başka dünyanın insanı... Ve genç yaşlı, şişman, zayıf bir dolu at var her yanda. Sevdiğim yaratıklar. Genel bir hüzün var buranın havasında. Kesif sidik ve bok kokusunun arasından süzülerek her yanı saran hüzünlü bir gurbet kokusu var hatta... Öyle ki etrafıma bakarken gözlerimin dolması ondan...”
Paragraf gibi kabul edilmesi gereken yukarıdaki bölüm, o programda pek sözünü etmediğim ama aklımdan geçirdiğim şeyler. Böyle pat diye araya girivermesinin nedeni bugünlerde çok konuşuluyor olması ve faytonların ‘Dünya Mirası’ olması arzu edilen Ada kültürünün bir parçası olması. Sıkça sorulan “Kalmalı mı, kalkmalı mı?” sorusunun cevabı: Bence kalmalı. Arabacılar denetlenmeli ve de koşullar iyileştirilmeli. Öğrendiğime göre yıllardır resmi olarak yeni bir tarife bile yapılmıyormuş. Arabacıların kafalarına göre fiyat çekmesi ondan. “Faytonlar kalksın” diyenlere sesleniyorum şimdi: Ne olsun yani? Bilumum akülü makülü garip araçlarla mı dolsun adalar? Bir de trafik polisi falan mı olsun orada burada? Bu işlerle ilgili ne gibi rantlar söz konusu acaba? Akıl sır erdirilemeyen ne gibi menfaatler?
Aklımdan geçenleri söyledim ve bu konuyu kapatıyorum. Zaten buradan ötesi beni aşar. Radyo programına dönecek olursam; yüzlerini göremediğim insanların beni dinlediğini düşünmek oldukça heyecan vericiydi. Kâh gülerek kâh hüzünlenerek geçen nostalji yüklü program çok keyifliydi. Umarım bu tarz çalışmalar yeterince dikkat çekici olur ve Adalar da bir an önce UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’nde hak ettiği yeri alır. Hem de tarihi faytonlarıyla birlikte.
Kaçıranlar “Dünya Mirası Adalar Kayıt Arşivi/ Açık Radyo 94.9”dan dinleyebilirler.