Bu şehirler için en güzel aylardan birinde, en uzun günü ve beyaz geceleri yaşamak üzere 19 Haziran 2015 sabahı Kopenhag havaalanına iniyoruz.
İsveç ve Norveç ile birlikte İskandinav ülkesi olan Danimarka 5-6 milyon nüfusa sahip. Parlamenter demokrasi ve Anayasal Monarşi ile yönetiliyor. 750 binlik Kopenhag, kozmopolit bir başkent olarak tanınıyor. Avrupa Birliği’ne bağlı olmakla birlikte Danimarka Kronu ile alışveriş yapılıyor. Yanımıza önceden aldığımız Danimarka ve İsveç Kronları sayesinde hiç sıkıntı çekmiyoruz.
Tivoli Garden (Bahçeleri) ve City Hall (belediye binası)’e çok yakın olan otelimiz stratejik bir noktada, bu da kenti gezmemizi kolaylaştırıyor. Otelimize yerleşir yerleşmez ilk işimiz bir şehir turu yapmak oluyor. Böylece şehri ve önemli yerlerini bir an önce tanıyoruz. Akşam olduğunda zaten otelimize çok yakın olan Tivoli bahçelerine dalıyoruz; içinde restoranlar, lunapark, canlı müzik konserleri, tiyatrolar, gölet var. Eğlenceli Tivoli bahçeleri Kopenhaglılara fantastik bir yeme, içme, eğlenme ve rahatlama imkânı sunuyor.
Öğrendiğimize göre Kopenhag’da hayat, nisan ayından itibaren canlanırmış. Tivoli bahçeleri açılır, kanallarda turistik tekne turları başlarmış. Sonbahar ile ilkbahar arası günler kısa ve karanlık, kanallar büyük olasılıkla donmuş olurmuş. Biz, uzun Haziran günlerinde orada olduğumuzdan şehrin en canlı halini yaşıyoruz. Akşam 22’ye kadar gün ışığı var, 22’den sonra kapalı mekânlarda lamba yakma ihtiyacı hissetseniz de sokağa çıktığınızda bizdeki gibi zifiri karanlık değil gri-mavi bir gökyüzü ile karşılaşıyor, her şeyi net bir şekilde görüyorsunuz, bu da çok hoş bir duygu doğrusu.
Bisikletliler şehri tamamıyla sarmalayan yollarından akıp giden trafiğe uygun olarak hızlı hızlı geçmekte, çoğu işine veya alışverişe gidiyor. Kimi minik çocuğunu kreşe götürürken, kimi de bisikletlerine taktıkları portatif arabaları ile evlerine eşya taşıyorlar. Dünyanın en gelişmiş ve refah içinde sayılan bölgesinde halk, bakar mısınız, ne kadar ekonomik yaşıyor... Biz de bir sonraki günümüzü tekne turu ve şehri detaylı tanımaya ayırıyoruz.
Kopenhaglılar günümüz mimarları ve modern mimari yapıları ile gurur duyuyorlar. Geçmişten kalan görkemli yapıların yanında, çok da yüksek olmayan bu modern binalar, şehre dinamizm katıyor; bizdeki gibi gökdelen, vasat ev, muhteşem tarihi eser uyumsuzluğu şehri çirkinleştirmiyor. Tarihi borsa binası ve tarihi Kraliyet Sarayı ve binaları ve Kurtarıcı Kilisesi’nin yanında Black Diomand (kara elmas) dedikleri Kraliyet Kütüphanesi ve Opera binasının modern tasarımı uyumlu bir kontrast yaratıyor. Diğer bütün kanallar üzerine kurulmuş şehirler gibi Kopenhag da su ile sarmaş dolaş yaşıyor. Kanalın kenarındaki şık bir apartman dairesinde balkon keyfi yapanları, yüzenleri, balık tutanları, teknesini tamir edenleri, yük boşaltanları görüyoruz.
Suyla haşır neşir, saraylı bir Viking, Kopenhag ...
Sanki masallar hayat veriyor bu şehre; dünya çocuklarının çok yakından tanıdığı Hans Christian Andersen’in masalları...
Kibritçi kız mesela, bir de küçük denizkızı var ki prense âşık olan, bu şehrin simgesi olmuş. Zarif, narin vücudu ile bir taşın üstünde oturuyor, suyun içinde. Pek de çok hayranı var; dünyanın her yerinden gelen turistler önce onu ziyaret ediyor, tabii biz de...
Andersen’in ülkesinde ilginç, masalımsı bir hayat süren sıra dışı insanların yaşadığı Christiania’yı ziyaret ediyoruz bir sonraki durağımızda. Grafiti duvarların çevirdiği kapısından girdiğimizde yeni bir ülkeye geldiğimizin farkında değiliz. 850 kişi nüfuslu, 34 km karelik bu misminik ülkenin kendine ait kuralları bir de bayrağı var. Avrupa Birliği’ni kabul etmiyorlar. Vergi vermiyorlar. Yönetim biçimleri Anarşik Komün olarak geçiyor. Zaman zaman komşusu Danimarka ile sert kavgalar ediyor. Mülkiyet yok. Her şey paylaşılıyor. Çocuk ve yaşlıları ile birlikte yaşıyor, müzik yapıyor, bar işletiyor, atölyelerinde çalışıyor, sebze yetiştirip satıyorlar. Esrar serbest ama bağırmak, koşmak yasak. Bir de fotoğraf çekmek yasakmış, fotoğraf çeke çeke ilerlerken yüzü maskeli, zincirli, siyahlar içindeki biri önümüze atlıyor şahsen beni titretecek şekilde küfür, kıyamet bizi uyarıyor, daha nazik biri yanımıza gelip kuralları hatırlatıyor. Diğer turistler ile birlikte ve daha temkinli bir şekilde bu hippi ülkesini ziyaret edip, hatıra bir kartpostal alıp, kapitalist dünyaya geri dönüyoruz.
Yeri çok stratejik otelimizin köşesinden başlayan 2 km uzunluğundaki Stroget, uluslararası markaların, şık butiklerin bulunduğu ünlü yürüyüş caddesi. En ucundaki fıskiyeli havuzlu meydanın karşısındaki Cafe Norden’da oturup Irish Cream Cafe içip etrafı seyrediyoruz. Akşam Nyhavn (eski liman)’da şık bir lokantada somon yiyoruz. Nyhavn aslında eskiden tüm ülkelerin gemilerinin yanaşabildiği ticari bir limanmış. Denizciler, fahişeler, barlar ve tavernalarla doluymuş. Şu anda ise eski, güzel evler restore edilmiş durumda ve limanda şık restoranlar var. Nyhavn, kanalın yanında caz müzik ve lezzetli yemekler eşliğinde rahat atmosferin tadını çıkaran insanlarla dolu. Hans Christian Andersen’in Nyhavn’ı 1681’e uzanan geçmişiyle yaşadığı ev. Evin tasarımı, o zamandan beri hiçbir değişikliğe uğramamış. Şimdilerde ise Nyhavn iskelesinde sıralanmış olan evlerin pek çoğu, ünlü artistlere ait.
21 Haziran sabahı Danimarkalı ünlü Carlberg Ailesi’nin bira fabrikasını, bira müzesini ziyaret edip, bira yapımını görüyoruz. Sanata destek veren ailenin açmış olduğu dünya çapında sanatçıların eserlerinin yer aldığı Carlsberg Müzesi’ni geziyoruz.
İsveç havayollarına ait bir uçakla öğlen saatlerinde bir başka Viking şehri, Stockholm’e doğru yola çıkıyoruz...