Akşamla birlikte hüzün iniyor gönlüme, perde perde. Akşam serinliğinde martılar inadına çığlık çığlığa hayallerimi delmeye çalışıyorlar. O hayaller ki ömür boyu beni terk etmedi. Onlar ki şimdi sislerin arkasından bana göz kırpıyorlar. Hadi gidin karışın bulutlara, bana yar olamadınız bari yağmur olup başkasının hayatına yağın. Ben Rabbime sığınırım, içimi ısıtır O, pırıl pırıl bir ışık yollar hayatıma ve sen, bir su damlası olarak yere düştüğünde, benim güneşimle buharlaşıp yok olursun, yıktığın kadar yıkılırsın.
Hayallerim, nicedir sizlere sırt çevirdim, size sığınmak istemedim. Küsmeyin bana öyle. Suçlu muyum ben yine? Sizi kırıp döken eller, akıl almaz zihniyetler, yürek tüketen canlar varken, neye yarar hayal kurmak, kimin hoşuna gider kendini kandırmak.
Duygularımı uzak tutmaya çalıştım, bazen sular seller gibi çağlayan sevgi dolu şu kocaman yüreğimden, bazen da sevgiyle umutla çarpan şu kırık dökük kalbimden. Şimdi, gözlerim oldu bana arkadaş. Aldı beni benden, salıverdi öyle bir ortama ki saçlarım rüzgâra savruldu ama havada toz vardı, ovuşturmaktan gözlerim kızardı, bahar kokusunu almak için havayı ciğerlerime çektim ama boğazım yandı. Kuş seslerini, yaprak hışırtısını, küçük bir çocuğun ipeksi sesini duymak istedim ama kulaklarım uğultudan duymaz oldu.
Alabildiğimce yürüdüm ama insanlar bana çarpa çarpa ilerliyordu. Nefes kesen binalar, toplu taşımacılıkta insan seli, bir tüketim toplumu ki kendi hayatından vazgeçmiş, başkasının hayatına özenerek acımasızca harcama yapıyor. Biraz daha uzağa, biraz daha, biraz daha uzağa gittim. Yeşili gören çok şanslıydı. Yeşil ile mavinin buluştuğu ortamlar ise toplumun bazı kesimlerine adeta yasaklanmış gibi: imkân meselesi.
Şehrin trafiği tahammül edilmez bir keşmekeş, insanlar asabi, insanlar yorgun, yüzleri asık, insani değerler yokuş aşağı yuvarlanıp bitiyor. Zaten dünyanın kültürel değerlerinde bir düşüş var ve her ülke bu düşüşten eğitimi ölçüsünde payını alıyor.
Ey benim yorgun gözlerim, gözlemlemek bu kadar mı hoşuna gidiyor senin? Neresi burası? Gezdikçe insan kalitesini tanıyamaz oldum. Ya görgü kuralları? Okullarda mecburi ders olarak öğretseler keşke ki insanlar yaşarken utanmasın, utandırmasın.
Ey benim güzeli gören gözlerim, bu şantiye şehir, bu beton yığını, İstanbul şehri mi? Burası benim İstanbul’um mu? Dedelerimin, anamın, babamın doğduğu İstanbul’um mu bu benim? Bu hafta sonu biraz şehirden uzaklaşayım dedim ve yola çıktım. İl sınırını terk edene kadar artık İstanbul’da inşaat sektörünün en çok kazanç sağlayan sektör olduğuna kanaat getirdim.
Doğa derdini duyurabilse, kesin inlerdi. Bizlerin artık nefes alamayacak hale geleceğimizi, iklimlerin kesin değişeceğini, irili ufaklı hayvanları artık besleyemeyeceğini haykırırdı alabildiğine.
Anlaşılan şu ki ben artık doğru sayılan yanlışlarla değişim gazabına uğrayan bir İstanbul üstünden tatlı hayaller kuramayacağım. Bu yıl Bahar nazlanarak geldi. Sanırım birden kavurucu sıcaklarla kucaklaşacağız. Ben yine dilime bir şarkı doladım.
‘Yine bu yıl ada sensiz / İçime hiç sinmedi’
Ada mevsimi başladı. Söyle bana gözlerim, Prens Adaları için tatlı hayaller kurabilecek miyim acaba? Yoksa ‘Gözyaşlarım dinmedi’ diyerek mi bitireceğim şarkımızı.