Bu gün bayram tatilinin son Pazar günü, yarın tüm kamu çalışanları mesailerine başlayacak. Siz bu yazıyı okuyana kadar her şey olup bitmiş olacak, ben bu günkü tahminime göre ihtimalleri yazıyorum. Demek ki bu geceden başlayarak, yarın sabahın erken saatlerine hatta belki öğlene kadar, dönüş trafiğinin en korkunç belki de en can alıcı süreci olacak. Ülkecek pek aşina olduğumuz bir canavar var; trafik canavarı. Adını biz koyduk. Biz tüm kurallara uyarız daima, hiç suçumuz yoktur, o canavar kendi kafasına göre takılır hep, bayramların uzatılan tatil dönüşlerini kollar ve rastgele can alır. Öyle ki müsilaj da Covid canavarı da halt etmişler. Halt etmişler ama bu çılgın fışkırma sona erdiğinde sonuçları göreceğiz. Kimse aldırmıyor, herkes yokmuş gibi davranıyor. Adada çocuklar o müsilaj salyalarını top yapıp birbirlerine atarak oynuyorlarmış. Ayrıca bu pandemi döneminde bütün vapurları otobüsleri bedava yapmanın anlamını sorgulamaz da ne yapar aklı başında insan?
Benim evin bulunduğu cadde tatil süresince bomboştu, adeta sokağa çıkma yasağı varmış gibiydi. Ama Osmanbey ana cadde ve Nişantaşı civarı yine itiş kakıştı. Amerikan Hastanesi’ne aşıya gittim de oradan biliyorum, yoksa elimden geldiğince ortalıkta dolaşmıyorum. Ay aşı olayı da başlı başına bir yazı konusuydu valla. Normal olarak randevuları onar dakika arayla veriyorlar, herkes vaktinde gidiyor, herhangi bir izdiham yaşanmıyor – du… İlk iki aşıdan biliyorum. Gel gör ki bu gidişimde bir kuyruk vardı ki sormayın. Daha bir saat öncekiler bile girmemişti. Sinirimden deliye döndüm. Orası hastane, kimde ne var bilmezsin ki herkes dip dibe bekliyor. Sağlık Bakanlığı her gün taze ilaç gönderiyormuş o günkü doz geç gelmiş. İyi ki kardeşim yanımdaydı da yatıştırdı beni yoksa olay çıkaracaktım. Neyse uzatmayayım yazı konum bu değil.
Ne diyordum? Ha tatil. Adalar dahil bütün sahil beldeleri hınca hınç doluydu. Sosyal medya çalkalanıyordu. İzdihamın “Esnafın yüzü güldü” şeklinde değerlendirildiği Adalardan sıra sıra fotograflar videolar paylaşılıp durdu tatil süresince. Özellikle “Çok çok korkunç” diye not düşülerek ‘Fiilen işgal altındayız’ başlıklı bir mektup telefondan telefona, bilgisayardan bilgisayara dolaşıyordu. Büyük bir ihtimalle sizlere de ulaşmıştır. Gaziantep Kent Konseyi’ne gönderilmiş bir mektupmuş, gönderenlerin yalancısıyım. “Gördük ki İstanbul bizim olmaktan çıkmış… Koskoca şehirde onlar çoğunluk olmuş, biz azınlık durumuna düşmüşüz… İstanbul sahillerinde yüzlerce Afgan, Suriyeli toplu halde denize giriyor… Dağ taş Suriyeli kaynıyor, Arap kaynıyor… Korkunç kalabalık haldeler… Türkler ise kıyıda köşede kendilerine yer arıyor… Irak, Libya, Pakistan, Cezayir, Fas, Ürdün… Bu basit bir mülteci sorunu değil, düpedüz bir işgal… Kan yok, savaş yok, işbirlikçi iktidar var…” gibi gibi cümleler var ki burada kesiyorum zira sonrası ciddi siyasi eleştiri, neme lazım iş almayayım başıma, ne de olsa mimliyim ben.
Şimdi sadede geliyorum işte. 2016 yılında yazmakta olduğum Agos Gazetesi’ndeki köşemde “Şehrin yabancısı Olduk” başlıklı bir yazı yazmıştım bir bayram ertesinde. Yukarıdaki yazıda benzeri bir cümle görünce aklıma geldi. Bu minvalde ama çeyreği kadar bile ağır olmayan bir yazıydı. Ve ayrımcılıkla itham edildim, uyarı alındığı söylendi ve işime son verildi. Kaldı ki denetimden geçmiş ve yayımlanmıştı. “Madem bu kadar sakıncalıydı yayımlamasaydınız” dedim ama para etmedi. Yıllar önce de -baktım; 2003 yılıymış- “Hafta sonu kâbusları” başlıklı bir yazı yazmıştım dergimizde. O yazıyı biraz daha kısa olarak Agos için yazmıştım aslında. Hrant sağdı ve beni arayıp “Bu yazıyı koyamam gazeteye” demiş, küçümseme ve tepeden bakma şeklinde değerlendirmişti. Orada da hafta sonları Adalılara kâbus yaşatan uygunsuzluklardan yakınmıştım.
Sonra o yayımlanmayan yazıyı biraz daha genişletip dergimize koyma onayı aldım sevgili Halim Bulutoğlu’ndan ve çıktı. Aman efendim gazeteciler sıra sıra telefonlarımı aşındırdılar. Bir de serde Ermenilik var ya, artık o yazılanları ilk defa duyuyormuş gibi nasıl verip veriştirdiler bilseniz, hiç unutmuyorum. “Adada evlerin bahçelerine girip insanları rahatsız ediyorlar” dedim diye adını vermeyeceğim bir gazete gidip haber yapmak istemişti. Bizim ödlek Ermeni ‘yaya’lar (büyükanne) soru soran gazetecilere “Yok yavrum, bizi hiç ırahatsız etmoorlar, bazen su istorlar verooruz” gibi cevaplar vermişlerdi. Unutur muyum hiç? Haydi bakalım, şimdi siz benim yerimde olun ve “Ben demiştim” demeyin. Hatta “Eee? Nasılmııış?” diye bağırmayın. Pisi pisine ülke elden gidiyor, hazırlıklı olun, benden söylemesi.