Geçtiğimiz Temmuz ayında, bugüne kadar kaydedilen en yüksek üçüncü hava sıcaklıkları ortalamasını yaşamış dünyamız. Gazete haberi böyle diyordu.
Buna benzer haberleri artık sıkça duyar olduk.
“Yaşadığımız en sıcak kış”, “bir tarafta seller, öte yanda kuraklık”, “alışılmışın dışında hortum vakası… vurdu”… Son bir yıla baksak, böyle nice başlık buluruz. Dünyada, ülkemizde.
Geçtiğimiz temmuz ayı, bunların hepsini bir araya getirdi.
Karadeniz her yaz alışık olduğumuz seller ve heyelanlarla gündeme düştü yine. Bu sefer saatte düşen yağmurun miktarı rekor kırmıştı. Dereler önüne ne kattıysa götürdü. Sadece Karadeniz mi, orta Avrupa da sellere teslim olmuştu. Can kayıpları yüzleri bulmuş, yerinden olanlarsa onbinleri aşmıştı.
2020, dünya çapında orman yangınlarının en geniş alanı kavurduğu bir yıl olarak da kayıtlara geçti. Ellerindeki gelişkin teçhizata ve hava müdahale araçlarına rağmen, Kanada, Rusya, Amerika ve Avustralya gibi ülkeler günler hatta haftalarca süren orman yangınları karşısında çaresiz kalmıştı, hatırlayanlar olacaktır.
Ülkemiz de, son iki haftadır orman yangınlarıyla mücadele ediyor. Önce Manavgat, sonra Marmaris ve Bodrum, ardından Köyceğiz-Fethiye… Turizm merkezlerinin kıyıcığında, hatta göbeğinde yaşanan, müdahale yetersiz kaldıkça büyüyen ve yerleşim yerlerini de tehdit eden orman yangınları her yönüyle çokça konuşuldu, konuşulmaya da devam edecek.
Gelin görün ki, bu konuşulanlar, geleceğe hangi dersleri bırakacak meçhul.
Türkiye gibi sıcak gündemi hiç bitmeyen ülkede, yaşananlar da çabuk unutuluyor.
Daha geçen sayımızın sunuşunda, Marmara’yı 4 aydır tehdit eden müsilaj konusunda da aynı şeye dikkat çekmiştik. “Etkisi biraz azalıversin, gözlerden uzak olsun, söylenenler unutulacak, yazılanlar suya yazılmış gibi olacak, ta ki, bir daha, bu kez daha vahim boyutlarda yine karşımıza çıkana kadar…” diye de eklemiştik.
Öyle de oldu. Marmara kıyılarından müsilaj çekildi, derinlerde halen varlığını sürdürmekle birlikte unutuldu gitti. Eminiz, faaliyetleri durdurulan kirleticiler, bu unutkanlıktan istifade yine kirletmeye devam ediyorlardır, gönül rahatlığıyla. Denetleyenler yalan olunca…
Orman yangınlarında balık hafızamız farklı değil.
Yangınlarda en önemli sorunun koordinasyon eksikliği olduğu yazılıp duruyor uzun süredir. Bunu, geçtiğimiz yıl yaşadığımız Heybeliada yangınında da uzun uzun konuşmuş, yazmıştık. Orman yangınlarında, müdahale ve koordinasyon sorumluluğu Orman Genel Müdürlüğü ekiplerindeydi. Ellerindeki teçhizat yeterli mi, değil mi, bu konu zaten tartışılıyor, tartışılacak. Peki ya koordinasyon? Geçtiğimiz yıl Heybeliada yangınının içinde koşuşturan arkadaşlarımız bu noktaya dikkat çekmiş, ardından 2020 ekim ayında Orman Bölge’den üst düzey yetkilinin katıldığı ve zoom üzerinden gerçekleştirilen toplantıda da dile gelmişti. Adalı’nın 2020 Ekim sayısının başlığı “Ekim’in adı Afet. Pandemi, deprem ve tsunami...” idi ve yazıda bu toplantıda konuşulanlara da yer vermiş, “Büyükşehir’in yangın ekipleriyle, Orman Bölge’nin yangına müdahale ekipleri arasında var olan koordinasyon eksiklerinin giderilmesi için adımların atılmakta olduğunu” birinci ağızdan ve müjde kabilinden duyurmuştuk.
Manavgat, Marmaris ve Bodrum yangınlarında bu koordinasyonsuzluğun şahikasının yaşandığını anlattı yine sahadaki arkadaşlarımız. Gazete ve internet haberlerine de bol miktarda malzeme oldu. Birinci derecede sorumluluk sahibi siyasiler ise hiç sıkılmadan, bu meseleyi “ötekini bir suçlama” aracı haline getirmekten de kaçınmadılar. Yüzleri kızarma duygusunu uzun süredir yitirmişti zaten.
…
Dergimizin bu sayısı hazırlanırken, Adalar Kaymakamlığı’nın 5 Ağustos tarihli Basın Duyurusu yayınlandı. Duyuruda, İstanbul Valiliği’nin 30 Temmuz tarihli “Orman Yangınlarının Önlenmesi Amacıyla, Ormanlık Alanlara Girişlerin Yasaklanması Hakkındaki” karara atıfta bulunuluyor ve bu karara ilave olarak Adalar’da alınacak ek önlemler sıralanıyordu. Alınan ek önlemlerinin tamamının gerekli olduğuna inanıyor ve teşekkür ediyoruz. Ama benzer kararlarda yaşanan denetim sorunu yine karşımıza çıkıyor. Nitekim 30 Temmuz tarihli Valilik kararı sonrası Adalar’da ormana çıkan yollar şeritler çekilerek kapatılmıştı ama yetmemişti. Adalı gönüllüler de bu eksikliğin farkındaydı ve önce Burgaz’daki arkadaşlarımız, Mahalle Meclisi’nde konuşarak denetimlere katılma kararı almışlar ve nöbetleşe uygulamaya başlamışlardı. Burgaz’ı Heybeli takip etti. Büyükada her zamanki gibi geriden izledi. Kaymakamlık kararının bence en önemli maddesi, yedinci madde. Bu maddede ilk kez, “düzenli kontrol ve denetleme faaliyetleri”yle görevli kurumların yanına “gönüllü vatandaşlar” da ekleniyor. Ne mutlu…
…
Denetimlere vatandaşların katılması kuşkusuz önemli. Her afet durumunda suçlu arama psikolojimize kendimizi kaptırmamak kaydıyla. Çünkü bu ruh hali, kolaylıkla “öteki”ni şeytanlaştırmaya dönüşebiliyor. Öteki de ya içimizdeki “farklılar” ama daha çok da dışımızdakiler, dışarıdan gelenler, “yabancı”lar oluyor.
Orman yangınlarında bu gerçeği bir kez daha yaşadık. Manavgat’ta, yangına müdahale için Denizli plakalı araçlarına yükledikleri su dolu bidonlarla koşuşturan iki gencin yolu, “muhtarın görevlendirdiği iki kişi” tarafından kesiliyor. Kimlik soruyorlar, “gençler de ‘şimdi kimlik zamanı mı yangına müdahale edelim’ diyorlar.” Kalabalık büyüyor ve linç başlıyor. Gerisi haberlerde.
Niye bunu yazdın diyebilirsiniz.
Benzeri Büyükada’da oldu da ondan. Haberi burada.
Peki sonra ne oldu. Haberin yanlış olduğu ortaya çıktı. Peki bu yanlış haberi yapan, hedef gösterenler özür diledi mi? Ne gezer. Şeytanlaştırma devam etti. Yerel paçavra da fırsatı kaçırmadı.
Aslında ne olmuştu? O da burada.
Korundukları kesin de… Yalancılıktan yüzleri kızarır mı? Ne gezer. Ya vicdan muhasebesi? Öyle bir şeyleri kaldıysa…
Çünkü aynı takım, Büyükada’nın yüzünü kızartan Büyükada Davası’nda da seferber olmuştu. Hem operasyonu yapanlar ve hem de bu operasyonu avukatlardan önce kendilerine aktarılan tutanaklardan kamuoyuna servis edenler tarafından.
Dava, davaya adını veren Büyükada’nın olduğu kadar Türkiye’nin de utancı olmuştu sonrasında. Mahkeme beraatle sonuçlanmış, yok yere içeride tutulanların Anayasa Mahkemesi’nde açtıkları davalardan biri, hak ihlali gerekçesiyle davalıya Türkiye devletinin tazminat ödemesiyle sonuçlanmıştı.
Peki operasyoncular ve jurnalcilere ne oldu? Hiç.
Sırtları sıvanmaya devam ediyor hala.
Habercilikten jurnalciliği anlamakta ısrar edenler oldukça, bu maç sürer…