Son dört aydır Marmara’da görünür hale gelen müsilaj (deniz salyası) meselesi ile yatıp kalkıyoruz.
Uluslararası salgın Covid-19 pandemisi bile ikinci plana düştü.
İlk ortaya çıkmaya başladığı 2021 Mart sonlarında fazla dikkati çekmemişti.
Adalarımızda olduğu gibi, Marmara’nın özellikle de doğu sahillerinde de görülmeye başladığında, gelir geçen denmişti. Yeni değildi. Daha önceki yıllarda da alışık olduğumuz bir olaydı. En büyük patlamayı 2007 yılında İzmit Körfezi’nde yapmış, 2008 Mart-Haziran döneminde ise Adalarımızda da yoğun olarak görülmüştü.
Kimisi kaykay diyordu, kimileri müsilaj, kimileri deniz salyası; bilimsel açıklaması ise organik bir madde olan bitkisel planktonların aşırı çoğalması ve salya türü bir madde salgılayarak ölüp yüzeyde ya da deniz dibinde toplanmaları olayıydı kısacası.
Balıkçılar maddeyi tanıyordu. Çünkü ortaya çıktığı ve yoğunlaştığında avcılığı etkileyecek, ağları ağırlaştırıp dibe çökertecek ve avlanmayı engelleyecek boyuta ulaştığına daha önceki yıllarda da tanık olmuşlardı.
Bugünkü kadar gündemimize düşmemesini sağlayan ise, deniz mevsiminin başlamasıyla etkisini kaybetmiş olmasıydı. Gözden uzak olan gönülden de uzak olur misali, gözden uzak olan derdimiz de olmamıştı pek.
2008 yılını yaşamıştım ya, ben de mart sonlarında ilk izleri Nizam koyunda sanki kıyıdan ya da açıktan bırakılmış sintine-kirlilik havasında ortaya çıkan müsilaja teşhisi koymuş, mahalle grubumuzdaki yazışmalarda da paylaşmıştım.
Ama yoğunluğu giderek artıyordu. Nisan sonlarına geldiğimizde hemen tüm adaların kuytu bölgelerinde, başlıca da deniz hareketliliğinin yoğun olduğu iskeleler çevresinde uzun süre ayrılmayacak şekilde toplanmaktaydı.
Plaj mevsimi yaklaşıyordu. Adalar Pandemi Danışma Kurulu toplantılarında gündem olması bu döneme rastlar. Denize girilebilecek miydi? Haziranda etkisini yitirir miydi? Balıkçılık etkilenmişti ama balık tüketmek sağlığa zararlı mıydı? Benzer sorular çevremizden akmaktaydı. Hızlı bir hazırlık sonrası 16 Mayıs Pazar günü YouTube üzerinden haftalık canlı yayın programına bu konuyu ekledik. Konuyla ilgili çalışmaları olan bilim insanı Prof. Dr. Mustafa Sarı (Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi öğretim üyesi) ile İBB Çevre Koruma ve Kontrol Daire Başkanı Prof. Dr. Ayşen Erdinçler’in katıldığı, kurul üyesi DYK Başkanı Volkan Narcı arkadaşımızın da moderatörlüğünü üstlendiği yayın epey ilgi gördü. Sadece Adalar’dan değil, Marmara’nın farklı kesimlerinden çevre kuruluşları ve bilim insanları da toplantıyı izlediler, soru ve açıklamalarıyla katıldılar.
Konunun devlet katına ulaşması için haziran başını beklemek gerekti.
Konuyla ilgili tüm konuşmacılar, ilgililer birinci derecede Çevre Bakanlığı’nı işaret etmekteydiler. Sorumluluk onlardaydı. Önlemleri harekete geçirecek olan da, yerel yönetimler başta olmak üzere tüm aktörlerle koordinasyonu sağlayacak olan da onlardı.
Bakanlık müsilaja karşı bir eylem planı hazırlığında olduğunu duyurdu. Kısa-orta ve uzun vadeli önlemlerle bir bütün olduğu söylenen eylem planının ilk adımını, müsilaj birikintilerinin hızla toplanması olduğu açıklandı. Bilim insanları ve konuyla biraz ilgisi olanlar için bile, bunun nafile bir çaba olduğu bilinse de, eylemin görünür olması önemliydi ve hep birlikte sahaya-denize çıkıldı. Her gün şu kadar müsilaj topladık raporları eşliğinde.
Ama sorun gözden uzaklaşmıyordu. Toplananın yerini alttan yenileri alıyordu. Çünkü asıl sorun denizin içindeydi. 30-40 metreye kadar göz gözü görmüyor diyordu her gün adalar çevresinde dalan arkadaşlarımız. Çekilen fotoğraflar, videolar bilim insanlarıyla da paylaşılıyordu. Üniversitelerin de ilgisi artmıştı ya, beklenen, talep edilen buydu.
Temmuzun başındayız.
Deniz sezonu başladı. Daha doğrusu başlayamadı. Adalar’da yılın bu günleri, plajlarda ve su sporları kulüplerinde hareketliliğin pik yaptığı günlerdir. En sorunlu yıl olan geçtiğimiz yılın, yani pandeminin dorukta olduğu günlerin bile canlılığı yok. Havalar da bir açıyor, bir bozuyor ya, herkes şaşkın.
Peki, önümüzdeki günlerde ne olacak.
Bilim insanları ve konuya yakın olanlar, müsilajın etkisinin azalacağını söylüyorlar. Tümüyle kalkar mı, tartışmalı. Kalksa bile, önümüzdeki yıl ve yıllarda yeniden ve belki de daha büyük ölçekli yeniden yaşanmayacağının garantisi yok. Marmara’da kirlilik meselesi yeni değil, tamam. Önceki yıllarda yoktu da şimdi niye ortaya çıktı sorusunun kesin, bilimsel bir açıklaması da yok. Ama bu meselenin gündemimizden kolay kolay düşmeyeceği anlaşılmış durumda.
Bir musibet, bin nasihatten yeğdir diyerek, Marmara bizlere gösterdiği bu kırmızı karttan ders alabilecek miyiz ve topyekûn bir seferberliğe girişecek miyiz, bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Ama 17 Ağustos 1999 depremi sonrası geçen 23 yılı düşününce insan pek umutlu olamıyor.
Bölgesel ya da ulusal olan bizim hastalığımızdır diyebiliriz ama Covid-19 pandemisi de gösterdi ki, bu sorun insanlığın genel sorunu.