Marmara Denizi Havzası, ülkemizin insan yerleşimi açısından en yoğun ve sanayi açısından da en hareketli bölgesidir. Endüstriyel, evsel, tarımsal alanlardan gelen ve gemilerden kaynaklanan kirleticilerle Marmara Denizi’nin özümseme kapasitesi iyice azalmakta, iklimsel değişimler ve global sıcaklık artışıyla birlikte de denizlerde biyolojik yapı ciddi düzeyde etkilenmektedir. Balıkçılık, tu- rizm, akuakültür gibi insan aktiviteleri üzerinde ağır sonuçları olan ve Büyükada’da özellikle Ocak-Haziran 2008 döneminde yoğun olarak gözlemlenen müsilaj yapı, dünya denizlerinde her yerde gözlenebilen, denizel besin ağı üzerinde büyük öneme sahip, birkaç milimetreden onlarca santimetreye kadar değişen boyutlarda olabilen, başlıca bakteriler, heterotrofik ve ototrofik tek hücreli canlılar tarafından hücre dışına salınan, karbonhidrat, protein ve yağlardan oluşan ekstraselüler organik maddelerdir. İlk olarak 2007 yılında İzmit ve Erdek Körfezleri ile Tekirdağ açıklarında ortaya çıkan bu yapı başlıca balıkçılık ve turizm üzerinde olumsuz etkilere neden olmuştur. Balçık kıvamındaki kaygan müsilaj yapı, balıkçı ağlarını dibe doğru çekmekte ve avlanmayı olanaksız hale getirmekteydi. O dönem Büyükada’da gerçekleştirilen bilimsel çalışmalarla, müsilaj oluşumunda tek hücreli canlılardan ve fitoplankton grubu içinde yer alan başlıca diyatomeler ile dinoflagellatlardan Gonyaulax fragilis’in ve bakterilerin birlikte etkin rol oynadığı ortaya konmuştur. Ayrıca, Marmara Denizi’nin sahip olduğu iki tabakalı su sisteminin neden olduğu keskin piknoklin (yoğunluk tabakalaşması) ve termoklinin (sıcaklık tabakalaşması) varlığı ile birlikte, o dönemdeki hava şartları ve akıntı durumunun da bu oluşumda etkili olduğu belirlenmiştir.
Zararlı mikro-alg aşırı üremeleri küresel bir olay olup, son 30 yıldır artış gösterdiği bir gerçektir. Prensip olarak çok az etkilenmiş birkaç bölge dışında hemen hemen tüm dünya ülkelerinin kıyısal sularında genellikle birden fazla zararlı ya da zehirli türün varlığı ve aşırı üremesi bilinmektedir. Bu olaylara türlerin rastlantısal dağılımları yanında besin tuzlarının artışı, iklimsel değişiklikler, gemilerin balast suları ile mikro-alg türlerinin bir bölgeden diğerine nakli gibi insan aktiviteleri de neden olmakla birlikte şu anda bilinmeyen diğer faktörlerin de etkin olması olasıdır.
Zararlı alg üremeleri deniz, acı su ve tatlı su ekosistemlerinde oldukça sık rastlanan olaylardır. Çeşitli kirletici etkenlerle doğal dengenin bozulduğu, besleyici tuzlar bakımından zengin ortamlarda ve sıcaklığın da fazla olduğu dönemlerde fitoplanktonik canlıların aşırı çoğaldığı görülür. Denizlerde sayıları yaklaşık litrede 1-100 milyon civarında olduğunda, bu canlıların sahip olduğu pigment maddelerinden dolayı suyun rengi kırmızı kahverengi olur. Kırmızı su olayı denen bu olay İngilizce literatürde Red-Tide olarak adlandırılır ve sahile paralel bantlar biçiminde gözlenir. Deniz suyu sıcaklığı arttıkça red-tide olayının görülme olasılığı yükselir. Red-tide olayında denizler için olumsuz durum, bu aşırı çoğalan organizmaların ölerek dibe çökmesi ve dipte bakteriyal ayrışmayla birlikte aşırı oksijen tüketiminin olması ve hidrojen sülfür (H2S) oluşumunun artmasıdır. Bu durum, bentik omurgasız hayvanların ve balıkların kitle halinde ölümüne neden olur. Balıkların solungaçlarıyla, süzerek beslenen hayvanların süzme düzenekleri tıkanır. Bu nedenle balıkçılığa ve balık çiftliklerine büyük zarar verirler. Son yıllarda özellikle su sirkülasyonunun daha az olduğu İzmit ve Gemlik Körfezleri gibi bölgelerde Red-Tide olayına sıklıkla rastlanılmıştır.
Red-tide olayında görülen diğer olumsuz durum da bu canlılardan bazılarının toksik maddeler salgılamalarıdır. Mikrobiyal toksinler mikroorganizmalar tarafından üretilen ve diğer organizmaların bünyesine herhangi bir şekilde ulaştıklarında dokuları tahrip eden ve normal fizyolojik olaylara karışan yapı ve kimyasal kompozisyon bakımından kompleks olan ve antijenik özellikleri olan zehirlerdir. Midye ve istiridyeler red-tide sırasında bu zehirleri toplayan en riskli organizmalardır. Hamsi, çaça gibi kimi suyu süzerek beslenen balıklar bu toksinleri dokularında biriktirirler ve insanda dahil diğer tüketicilerde olumsuz ve ölümcül sonuçlara neden olurlar. Bu artışlar aynı zamanda suyun ışık geçirgenliğini olumsuz yönde etkiler ve alglerin yeterli ışığı alamamalarına neden olur.
Mikro-alg aşırı üremelerine karşı mücadelenin ilk adımı eğitim ve izlemedir. Ayrıca alıcı ortama besleyici element girişi indirgenmeli, sintine sular kontrol edilmeli, deniz hayvanlarının kültürü sırasında yeni tür girişleri izlenmelidir.
Haziran 2012
Marmara'da Hayat Var: Şimdilik-2012
Adalar Müzesi - Adalı Yayınları