Cumartesi, 03 Temmuz 2021 11:22

QUO VADIS, MARMARA?

M. Levent Artüz
Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

Marmara Denizi kirlenir mi?, kirlenmez mi? gibi tartışmaların gündemde olduğu 80’li yıllardan bu günlere kadar kamuoyunun yakından izlediği gibi, bu küçük ancak önemi son derece büyük su kütlesinde pek çok değişimler meydana gelmektedir.

Kirlenme boyutlarının, bu su kütlesinin kendi kendisini toparlayabilme kapasitesinin üzerine çıkmaya başladığı 1975 yılından beri, beş duyumuzla algıladığımız, köklü değişimler söz konusu olmaktadır.

Ekonomik değere sahip bazı balık türlerinde de gözlendiği gibi, Marmara ekosisteminin bileşkeleri olan pek çok canlının neredeyse tümü ile yok olması ve bu türlere bağlı hızlı bir üretim azalması söz konusudur. 1975’lere kadar Marmara Denizi su ürünleri endüstrisinde önemli rol oynayan balık türlerinin sayısı 123 kadarken, günümüzde bu sayı 2-3’e kadar düşmüştür.

Marmara ekosisteminde asırlar boyunca dengeli bir şekilde bulunan birçok canlı türünün 1975’lerden bu yana, denizin rengini değiştirecek, balıkçılık ekonomimizi sarsacak şekilde ve aynı zamanda da diğer türlerin zararına olan boyutlarda kütlesel çoğalmaları/azalmaları, kirlenme kökenli etki ve tepkinin karakteristik özelliğidir.

Aslında Marmara Denizi gerçek bir deniz olarak değil, Karadeniz ile Akdeniz arasında bağlantıyı sağlayan Boğazlar sistemi üzerindeki bir genişleme olarak görülmelidir.

Marmara Denizi’nin hidrografik yapısı da, burasının bir denizden çok, haliç karakteri taşıdığını göstermektedir.

Basit bir tanımla; Marmara Denizi’nde, normal denizlerde gözlenen ve dünyanın dönüşünden, yani koriolis gücünden kaynaklanan dairesel akıntılar yerine, Doğu-Batı doğrultusunda, Karadeniz’in fazlalık veren su bütçesinden kaynaklanan, düz bir yüzey akıntı sistemi ile, kıyısal topoğrafiden ve sürtünme direncinden doğan ters akıntılar (orkoz) bulunmaktadır.

Binde 18 - 20 dolayında tuzluluğa sahip Karadeniz sularını Akdeniz’e doğru taşıyan bu yüzey akıntısının altında ise, Marmara ve Karadeniz’in tuz bütçesinin gereği olarak, Batı-Doğu doğrultusunda bir dip akıntısı yer almaktadır.

Bu iki akıntı; tuzluluk, sıcaklık, oksijen içeriği, besleyici tuzlar gibi özellikleri açısından farklı iki su kütlesini Marmara’ya getirerek, burada iki denizin birbiri üze-rinde yer almasına neden olmuşlardır. Düşey doğrultudaki bu iki deniz birbirinden, bu iki su kütlesinin karışımından oluşan ve bu iki denizin karışımını büyük çapta engelleyen, bir ara yüzey (interface) ile ayrılırlar.

Karadeniz’i temsil eden yüzeysel su kütlesi; normal şartlar altında, dalga hareketleri, akıntının yarattığı karışım ve atmosfer ile olan doğrudan madde alış-verişi sonucunda, canlıların rahatlıkla yaşayabilmelerini, yumurtlama, gelişme, beslenme gibi fizyolojik gereksinimlerini karşılamaya yetecek kadar miktarlarda suda çözünmüş oksijene sahip olmaya çalışmaktadır. Bu nedenle, üst su kütlesinin biyolojik verimi göreceli olarak daha yüksektir. Buna karşın, sağlam karakterli ara yüzey ile atmosfer ve yüzey tabakası ile iletişimi kısıtlanan Marmara dip su kütlesi, canlıların normal yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli suda çözünmüş oksijeni, Ege Denizi’nden gelen Akdeniz kökenli suların taşıdığı oksijen oranında alabilmekte, bu nedenle de bu su kütlesinin oksijen içeriği, normal yaşam koşulları için gerekli miktarın çok altında kalmaktadır. Kaldı ki yapılan yanlış mühendislik uygulamaları sonucunda, arıtılmaksızın yapılan deşarjlar ile, bu su kütlesinin suda erimiş oksijen içeriği sürekli olarak düşürülmektedir.

Üst su tabakalarının su sıcaklıkları, mevsimsel atmosferik koşullara bağlı olarak 6-25ºC arasında periyodik değişimler gösterirken, alt su kütlesinin sıcaklığı bütün yıl boyunca ortalama 14.2ºC dolayında kalmaktadır.

Tuzluluk açısından da aynı şey söylenebilir. Yüzey suları Karadeniz’e dökülen nehirlerin getirdiği veya bölgeye düşen yağışların miktarına bağlı olarak binde 18-25 tuzlulukta olabilirken, alt su kütlesinin tuzluluğu ortalama binde 38 dolayında bir kararlılık göstermektedir. Bu iki düşey doğrultudaki denizin farklılıkları, yalnızca bu faktörler ile sınırlı değildir. Ancak bunlar dahi, Marmara’nın ekolojisinin ne kadar karmaşık ve duyarlı bir yapıya sahip olduğunu göstermeye yetecek niteliktedir.

Marmara Denizi çevresindeki hızlı ve çarpık kentsel ve endüstriyel gelişmeler sonucunda bu duyarlı denge büyük çapta bozulmuş ve halen de bozulmaya devam etmektedir. Yanlış uygulamalar, Marmara Denizi’nin genelinde ve özellikle de ara yüzeyi altında kalan su kütlesinde, zaten limit değerlerde olan oksijen içeriğini daha da azaltacak ve buralarda canlı-ortam ilişkisini alt üst edecek boyutlara getirilmiştir.

Marmara Denizi’nde yaşanan ekolojik sorunlar, geçen zamanın da acı bir şekilde bizlere gösterdiği gibi, yalnızca mühendislik becerisi ile çözülememektedir. Bir ortamdaki değişimlerin gerçek boyutları, nicelik ve nitelikleri, ortam-canlı ilişkilerinin iyi bir şekilde bilinmesi ile açıklığa kavuşabilir.

Marmara Denizi’nde son dönemlerde ciddi boyutlara ulaşan ötrifikasyon yaşanmaktadır. Marmara sularına arıtılmaksızın bırakılan atıklar, balık türlerinin bu su kütlesinden uzaklaşmasına veya kaybolmasına yol açmış, buna karşın organik atıklardan yararlanan ve kirli sulardan etkilenmeyen başta bazı algler olmak üzere, belirli türlerde kütlesel çoğalmalar gözlenmeye başlamıştır.

Söz konusu etkenler, tipik bir kirlenme belirteci olan “tür çeşitliliğinin azalmasına bağlı olarak, yaşamlarını sürdürebilen türlerin fert adetlerindeki artış” olarak özetlenebilir.

Kendine özgü hidrografik ve ekolojik özelliklere sahip olan Marmara ve Boğazları sistemi, söz konusu farklılıklar tamamen göz ardı edilerek, kısa denebilecek bir zaman dilimi içerisinde ciddi bir kirlenme yükü ile karşı karşıya bırakılmıştır. Özellikle hiç bir arıtmaya tabi tutulmaksızın, DERİN DENİZ DEŞARJI adı altında deşarjı yapılan atıklar, zaten ayrıştırma kapasitesi çok düşük olan bu su kütlesinde, geçen zaman içerisinde ölçüm aletlerine bile gerek kalmayacak şekilde, beş duyumuzla bile algılayabileceğimiz bir düzeye ulaşmıştır.

İstanbul metropolünün 1988 senesi ortalarında devreye giren en önemli atık taşıma ve eleme sistemini oluşturan İstanbul Kanalizasyon Projesi, tüm denizlerimizdeki ve özellikle de Marmara Denizi’ni çevreleyen yerleşim merkezlerine kötü örnek oluşturmuş ve iri partiküllerin ızgaralarda elenmesine yönelik çok yetersiz bir ayırıcı sistem dışında, her hangi bir arıtma düzeni içermemesi nedeni ile, suda çözünmüş oksijen miktarının, ekolojik denge için gerekli minimum değer olarak kabul edilen 5mg/l’nin altına düşmesine ve Marmara Denizi su kütlesinde 5mg/l’lik ÇO sınırının 5m’ye kadar yükselmesine neden olmuştur.

Marmara Denizi’nin kirlenmesinin tarihsel gelişimini izlemek, büyük bir hızla ilerleyen bir ekspres trenin penceresinden çevreyi gözlemeye benzetilebilir. Doğa olaylarının gelişimi için çok kısa olan 40-50 yıllık bir sürede, çevredeki olayları ve değişimleri algılamak, bunları gereği gibi değerlendirmek de bir hayli güç ve zaman alıcı olmuştur.

Marmara Denizi sularında gözlenen çarpıcı renk değişimleri, su ürünleri türlerinde ve daha sonraki dönemde üretim miktarlarındaki azalma ve çoğalmalar o kadar hızlı ve o kadar girift olmuştur ki, bu olayların toplumca algılanması ancak yeni başlayabilmiştir.

Ancak yok edilenin sadece Marmara Denizi olmadığı, gerçekte geleceğimizin yok edilmek üzere olduğu da unutulmamalıdır.

M. Levent ARTÜZ, Hidrobiyolog, MAREM Proje Lideri
Haziran 2012

Marmara'da Hayat Var: Şimdilik-2012
Adalar Müzesi - Adalı Yayınları

 

Son değişiklik Pazartesi, 05 Temmuz 2021 09:26
Yorum yapmak için oturum açın