Perşembe, 02 Nisan 2020 10:08

SON

Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

Her işin bir sonu bir de başı vardır. Keşke 1968’e bir yolculuk yapılabilse ve faytonculuk mesleğinin adalarda başlatıldığı o ilk iş gününe şahitlik edebilseydik. Bütün çıplaklığı ile bu mesleğin kuruluş ve işletiliş amacını anlayabilseydik. Aslında zor da olmaz bu istek, imkansız da değil. Yalnız bunu yapabilmenin en önemli, belki de tek şartı nesnel olabilmek. Tarih yazıcı olarak.

Dün şahit olduğum durum için bir çift söz yazmalıyım diye düşündüm. Hem bir faytoncu eşi, hem adalı hem de bir tarihçi olabileceği inancında bir birey olarak. Ne yaşadık ve niye yaşadık dün.

Vali emir vermiş, ona da İçişleri Bakanı; ona da cumhurbaşkanı, ona da...

Hadi boşluğu kaldıralım, cumhurbaşkanının aklı olsun diyelim, cümleyi böyle tamamlayalım, Ülkenin ve halkının ekonomik ya da sosyal yaşam kalitesini arttıran bir düşüncesi ve tamamen iyi niyetli görev bilinci, vicdanının sesi diyelim. Diyorum da inanın ben burada ne vicdanın sesini, ne ekonomik bir kazanımı, ne de sosyal bir iyileşmeyi zerre kadar göremiyorum.

İşin vicdan kısmını ele alalım, atlar bu durumdan zerre kadar kar etmedi, sevdiklerinden ayrıldı ve daha üstünkörü bir bakıma muhatap bırakıldı. Koşulurken ölecekleri kehanetinde bulunulan atlar bu karantina süresince aksatmadan tek tek öldüler, faytonlara koşulsalar da koşulmasalar da. Çünkü ölümlerinin altında yatan nedenler bakımsızlık olduğu kadar sağlıklarındaki taranıp bulunmamış hastalıklardı. Bizim atlarımız da var ve eşim onları sadece koşmaya uygun gördüğü günlerde koşardı, veterinerden daha uzman olmuştu bu süreçte. Zamanında, elinde koşmadığı halde ölen atlar da oldu...

Bir atı beslemek bir insanla aynı diyebiliriz. Bir insanın kilosu ortalama 70. At ise en az 300-400 kilo. Yediği sadece saman bile olsa yine ekonomik olarak çok tutar ki kırması, kepeği, arpası, yulafı, buğdayı... İki katından fazla ödetilen su faturası da günde içtiği bir bardak sudan ibaret değildir herhalde. Onların bardakları on litrelik kovalar ve işteyken en az iki kova içerler. Üstelik de niye iki katı bir fiyat uygun görülmüş faturasına, işyeri sayılarak?!

Şimdi bu işi devlet yapıyor ve atlar için her ay yaklaşık 1.5 milyon TL masrafı var, bu da süreç tamamlandığında on milyon lirayı bulacaktır. Oysa o on milyon lira dün yıkılan ahırlar için harcanmış olsa, bugün başka bir vizyonla karşılardık at sevenleri. Üstelik kendi ahırında kendi seyisi ile.

Sosyal olarak da kazanamadı atlar ve insanlar. Atlar koşulup gezmeyi, insanların ilgisini severler aslında. Özgür bıraktığında ne yaparlarsa, sağlıklı bir ortamda arabaya koşulduklarında da duyguları aynıdır.

Yaşanılan kaybın acısını asıl bundan sonra hissedeceğiz.

Burgaz’da yıkım

Burgazada ahırları yıkıldı. Önce emredildiği gibi İSKİ'nin elemanı hazır bulundu, sonra elektrik idaresi geldi. İşin ilginç yanı hepsi adalı çocuklardı. Faytonla büyümüştü hepsi. Sonra zabıta ekibi ve imar müdürü, en son da polisler. Sanki aşağıda bir yerlerde ortak bir eylemde gibiydik, çünkü hepimiz birbirimizi tanıyor ve her gün yüz yüze bakıyorduk. Onlar emir kulu edasında, bizler çaresizlik içinde. Asıl dram burada başladı. Her birinin ahırlar yıkılırken "üzülme komşum bu da geçecek, salma kendini" diyerek sırtlarımızı sıvazlaması beklenirken bir kez daha kardeşi kardeşe kırdırdı kader. Üstelik kocaman bir çaresizlikle.

Kendimi hala kirli hissediyorum. Tıpkı at sevgisini yüreğinden atamayan faytoncu ve ada sakini hayvan sever insanlar gibi. Yaklaşık yirmi yıldır atlar ne yaşıyorsa onu yaşamama rağmen.

Eşim tam kırk yıldır atlarla bir at gibi yaşadı. Ben yirmi yıldır ev ekonomimde atların yiyeceklerini mutfak masrafında hesaplarken, ata eziyet eden, atın sırtından geçinen, köle gibi kullanan, atı hapseden bir suçlu olarak damgalandığım için. (Sabah akşam onları beslemek için yem çuvallarının altında ezilmek, gübrelerini temizlemek de cabası. Sanki bunları uzaylılar yapıyordu.)

İnsanların gözlerinde kirliyim, atlar üzerinden şov yaptığım, güzel ve vicdanlı insanların hayallerini süsleyen çiftliklerde onların özgürce yaşamalarına izin vermediğim için!!!

En yakınını hastane hatası yüzünden kaybetmiş biri gibiyim. Hastaneye dava açmak bile yersiz geliyor. Ben sevdiğimi kaybettikten sonra her şey boş gibi.

Atlar mal değil elbet, bir gün hürriyetlerine kavuşacaklar ama adalarda birçok yürek bu azadı şimdiden en derin duygularla yaşıyoruz.

İnsanlar beni ahırda görmezlerdi doğru ama birçok Burgazadalı beni manavların çöplüklerini karıştırıp kasa kasa çöp toplarken görürlerdi. Hiç üşenmeden kıvırcık yaprağı, pancar, havuç, üzüm... Ne varsa akşam Koray ahıra götürür yemeklerine katık ederdi. Atlarla yaşamadığım bir yanılgıdan ibaret, en büyük kanıtı da aylardır çırpınan, adalarda atların kalması için çaresizce sağa sola yalvaran ama ahırlarda görmediğimiz insanlardır. Yüreklerindeki acı, sadece kendileri için değil, atlara olduğu kadar gelecekte insanların bu güzel canlılardan elde edecekleri kendi iç güzelliklerini görme imkanlarının ellerinden alınmasındadır. Çünkü siz bir otomobile bakar haz duyarsınız ama bir ata bakınca şefkat. O şefkat duygumuz bizlere tekrar yansır ve içimizdeki insanı ehlileştirir. Estetik, güçlü, orijinal, gerçek, para ile asla sahip olamayacağımız bir ilgi odağı, şefkatimizi uyanık tutan bir uyarandır atlarımız.

Ahırlar yıkılırken, içimde çok şey yıkıldı. Ama en çok, kime ne acı verildiğini göremeyecek kadar kör olan cehaletin boyutlarını anlamak dokunda bana.

Biz, bize kıydık.

Ama biliyorum ki, atlar bir kez, bizler insanlık tarihi boyunca öleceğiz.

Vicdanı uyanmamış her birey aslında ölüdür çünkü.

Son değişiklik Cuma, 03 Nisan 2020 08:31
Yorum yapmak için oturum açın