İnsan bio-psiko-sosyal bir varlıktır. İzolasyon ve yalnızlık insana mahsus özellikler değildir. Ancak içinde yaşadığımız şartlar gereği virüs salgını nedeniyle hem idari otoritenin tavsiyesi ve baskısı sonucu, hem de kendi korkularımızın yarattığımız anksiyete tablosuyla kendimizi toplumdan izole ediyoruz. Adada yaşamak zaten kısıtlılığın sürekli olduğu bir durum. Ve şimdi bu durum tam bir izolasyona dönüşüyor. Oysa Adalar belki de hastalıkların buluşması için en zor olacak yer, zaten izole. O nedenle bana kalırsa bu hastalık konusunda biraz daha rahat olmak gerekiyor. Hatta sokağa çıkma yasağı bile yaşlılar için çok önemli değil. Ancak unutulmamalı ki ada nüfusu nispeten Türkiye yaş ortalamasının biraz üzerinde olabilir. Bu nedenle de bulaşma olursa risk fazla olabilir.
İnsanlar bilinmeyenden, görünmeyenden korkarlar. “Korku, karanlıkta arkadan bir dokunuşu hissetmektir” der bir yazar. Aynı el aydınlıkta dokunsa döner bakar ve ona göre karar veririz korkup, korkmayacağımıza. Virüs de göremediğimiz ve kontrolünü yapamadığımız bir varlık. Ne zaman bulaşır, bulaştı mı, bulaşmadı mı, hep soru işaretleri. Bilhassa da takıntılı insanlar bu kontrol edemedikleri şeylerden çok korkarlar ve kaos durumunu yaşarlar.
Son günlerde görüyoruz ki idari otoritenin istediği izolasyon durumu bilhassa eğitimli ve hassas insanlar tarafından fazlasıyla ciddiye alınıyor ve gönüllü uygulanıyor. Ama her şeyin bir bedeli var, bu kez de izolasyonun yarattığı anksiyete duygusu ortaya çıkabiliyor. Önceleri evden çalışmak güzel gelebiliyor, oh ne güzel. Ama aradan geçen günlerden sonra evde olmak insanlara zor gelmeye başlıyor. Çünkü insan doğası gereği değişikliği ve hareketi seven bir varlık - bazıları olmayabiliyorlar tabi, ama istisnalar, kuralı bozmaz. İşte sonrasında artan anksiyete ve kapanmışlık hissi sıkıntıyı arttırıyor. Tabi bir de hastalık korkusu. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık durumu söz konusu.
Bir de yaşlı nüfusun korunması adına onlara uygulanan sokağa çıkma yasağı var. Zaten sürekli dolaşan ve kendilerini aktif tutmaya çalışan bir kitleye siz diyorsunuz ki, iyiliğiniz için oturun ve bir yere çıkmayın.
Zaten bir kısmı kendini işe yaramaz hisseden bu kitle kendisini daha da itilmiş ve aşağılanmış hissedebiliyor. Üstelik toplumda onlara karşı öyle bir yanlış algı oluşturuluyor ki, sanki onlar hastalık yayıcılar, korunması gerekenler değil. Sokakta yan gözle bakılıyor, kızılıyor ve aşağılanıyor bile. Bizim gündelik hayatta gerek insan olarak, gerekse devlet olarak böyle yasaklamalar ile ürettiğimiz ve çözüm sandığımız şeyler aslında problemin ta kendisi olabiliyor. Travma dediğimiz şeyler tam da bunlar işte. O yüzden bazen insanları anlamakta zorluk çekiyorum. Tehdit algılaması ve uygulanan önlemlerin, bazen dozunun kaçtığını düşünmeden edemiyorum. Kaş yapalım derken, göz çıkartıyoruz sanki.
Her neyse sanırım bu süreç atlatıldıktan sonra -ki ümit ederin en hızlı şekilde- en az zararla bu dönemi kaparız, psikiyatrist ve psikologlara çok iş düşecek. Anksiyete ve buna bağlı fobik kaçınmalar çok artacak. Herkese şimdiden kolaylıklar dilerim geçmiş olsun. Unutmayalım ki bu dönem de geçecek ve bitecek, korkmadan sakince ve önlemlerimizi alarak ama abartmayarak bekleyelim. Gün sayalım geriye doğru. Unutmayın, belki de bugünlerde İstanbul’un en yaşanası doğal izolasyon alanı Adalar ve en az ruhsal zarar görecekler de izolasyona alışık olan Adalılar olacaktır...
Dr .Mustafa ÇAM - Psikiyatri Uzmanı
Anksiyete (kaygı) belirtileri nelerdir?
- Sinirli, gergin, huzursuz hissetme
- Kötü bir şey olacakmış gibi hissetme, panik duygusu
- Kalp atışlarında hızlanma
- Nefes alışın hızlanması
- Terleme
- Ellerde titreme
- Kendini zayıf, güçsüz hissetme
- Odaklanmakta güçlük, dikkati kaygı yaratan düşünceden uzaklaştırmakta zorlanma
Panik atak belirtileri nelerdir?
- Göğüs ağrısı ya da göğüste sıkışma
- Çarpıntı, kalbin kuvvetli ya da hızlı vurması
- Terleme
- Nefes darlığı ya da boğulur gibi olma
- Soluğun kesilmesi
- Baş dönmesi, sersemlik, düşecek ya da bayılacak gibi olma
- Uyuşma ya da karıncalanma
- Üşüme, ürperme ya da ateş basması