Perşembe, 02 Nisan 2020 10:01

Tabii ki corona

Ögeyi değerlendirin
(1 Oylayın)

Mona Lisa sonunda rahat etti...

Valla aslında bu konu son derece sinirimi bozuyor ve adeta ellerim geri geri gidiyor ama ben de herkes gibi dört bir yandan kuşatılmış durumdayım. Son günlerde İnternet'te neredeyse başka hiç konu yok. Dünya çalkalanıyor, cep telefonlarının ‘bip bip’i hiç durmuyor. Kimi yanlış kimi doğru bir garip bilgi trafiği dünyada dolanıp duruyor. Amerika’dan ta Avustralya’ya yıllardır haber almadığım insanlarla sürekli bir iletişim halindeyim. Herkes, hem orada burada durumun ne olduğunu merak etmede, hem de her duyduğunu hemen yaymaya hazır ve nazır beklemede. İnanmamaya çalışıyorum her şeye ama telefon bipleyince bakıyorum tabii... Ki sonu gelmiyor ve de gözlerim haşat oluyor. Öyle ki istesem de başka konum yok. Ama ne bildiklerimi, daha doğrusu öğrendiklerimi paylaşmaya, ne de ahkâm kesmeye niyetim var. Zaten haddim değil ve zaten siz de duyuyorsunuz. Bu yazıyı resmen dertleşme sayın.

Ayrıca itiraf etmek hiç işime gelmese de o malum zorunlu ev hapsinde olanlardanım. Arkadaşlar, özellikle de genç eş dost, “Aman sen istersen çıkarsın, nasılsa gören kimse o yaşları kondurmaz sana” diyorlar ama benim derdim sokağa çıkamama değil ki. Hele yalnızlık hiç değil. Yıllardır biliyorum ki zaten yazmak; yalnız olmak demek. Resim yapmak da öyle sayılır ama çizerken yanında biri olursa üç beş laf edebilir insan oysa yazarken kesinlikle yalnız olunmalı. Alışkınım. Üstelik ben ezelden beri yalnızlığı severim, küçükken bile sık sık alır başımı ormana falan giderdim adada, sessizliğin sesini dinlemeye. Hatta ikide bir “Neden evlenen insanlar ille de birlikte yaşamak zorundalar? Akşam herkes evine gitse olmaz mı?” diye sorar, büyüklerimi şaşırtırdır dururdum.

Annemin ütopyası...

Kendimi bildim bileli beni sıkan; mecburiyet, kısıtlanma, yasaklanma... Bana yasak koymayacaksın. Hep tersini yapasım gelir. Mesela gençken annem sigarayı kesin ve sert bir şekilde yasaklamış olmasaydı ben asla kullanmazdım. Uyuşturucuyu bilmediğinden, yasaklamak aklına gelmemişti ve ben etrafımda bir dolu meraklısı olduğu halde ve de yaşıtlarımın çoğu hiç değilse bir iki kere denemiş olduğu halde hiçbir zaman bulaşmadım. Akıl edip onu da yasaklasaydı, kesin kullanırdım. Bedenime zarar verecek şeyleri yapmamaya çalışırım zira ona ihtiyacım var ki ‘can bedene sığmaz’ bir yapıdayım. Asude yaşamak tercihimdir, yoksa yapamıyor değilim. Ama şimdi bu Corona meselesi yüzünden ruhumun, bedenimden gelen mesajları yanlış algılamasından korkuyorum.

Ay sırtım mı ağrıyor? Göğsümde bir baskı mı var yoksa? Ay öksürdüm. Ateşim var mı acaba? Aman nefesimi tutup bir bakayım, sonra başım dönüyor mu? Aman ellerimi yıkayayım. Paraları tutmayayım. Zırt pırt telefonumu ve bilgisayar klavyemi alkolle sileyim... filan falan gibi gibi takıntılar ki zaten biraz varlardı boşu boşuna sinirimi büsbütün bozar oldular. Ben bir de alerjikim ve çok sık hapşırırım. Her hapşırık bir irkilme yaratır oldu. Tam burada iki yıl önce Mayıs sayımızda yazdığım “Hijyen” başlıklı yazım geldi aklıma. Sonunda biraz psikopata bağlamışım ama bugün söylenmesi gereken her şeyi söylemişim orada. Vallahi eğer becerebiliyorsanız ve de merak ediyorsanız 2018’in Mayıs sayısını bulun ve o yazıyı okuyun. Ben pek beceremiyorum. Belki başka beceremeyenler de vardır diye o yazıdan birkaç paragrafı buraya alıvereyim dedim. Mesela şöyle başlamış:

“Hijyen kavramıyla aranız nasıl? Mantık çerçevesinde kurallara mı uyarsınız? Aldırmaz mısınız? Takıntılı mısınız? Herkesin vardır kendince bazı hijyen takıntıları. Ama benimki biraz hat derecesinde sayılabilir... Belki de herkesin kendinde bazen aşırı buldukları oluyordur ya... Ben kendiminkileri bilirim tabii. Mesela, gün içinde o kadar çok ellerimi yıkarım ki neredeyse aşınacaklar. Adeta manik bir durum... yıkadığım sebzeleri ve meyveleri hatta limonu mutlaka sirkeli suda bekletirim. Sirke en iyi mikrop gidericisiymiş... Bilginiz olsun; sebze ve meyveler 10 dakika, limon ise en az 30 dakika bekletilmeliymiş. Susuz kalma endişesi beni öldürebilir. Bilmiyorum ki çocukluğumdan beri mi böyleydim, yoksa dünya kirlendikçe mi böyle oldum... Biz küçükken insanlar bu kadar meraklı değildi hijyen kurallarına ama bunca pislik yoktu etrafımızda. Hele adaların taşı toprağı ve de deniz, hep temizdi.”

Sonra sanki içime duy olmuş gibi ‘grip’ten söz etmiş ve demişim ki:

“Laf aramızda şu grip virüsü de ne zeki yaratık değil mi? Durmadan kendini geliştiriyor, her ortama göre şekil değiştirip güçleniyor. Aşısı da kesinleşemiyor. İnsanlık onun çeyreği kadar bile becerikli değil bu konuda... Kendi bağışıklık sistemini geliştirmenin yollarını arayacağına, günden güne daha zorlu silahlar üretmeye harcıyor enerjisini. Sonra da mini minnacık bir yaratık karşısında çaresiz kalıyor.”

Nasıl? Sanki yeni yazılmış gibi değil mi? Bakın şu aşağıdaki paragraf da günümüze pek uygun:

“Peki, hayatımızdaki en pis, en mikroplu, en tehlikeli ve en olmazsa olmaz şey nedir sizce? Para tabii. Değil mi? Nerelerden geçer? Kimler eller? Nerelere düşer? Klozete hatta lağıma bile düşse alınır... Ve de cüzdanımıza, cebimize girer. Masamızın üstünde, tabağımızın kenarında durabilir. Elimiz cebimizde yürürken bir yandan bozuk paralarla oynarız dalgın dalgın. Para verir, üstünü alıp çantamıza atar, aynı elle ekmeği tutar eve getiririz. Soframıza baş tacı ederiz. Elimizi yıkarız belki ama ekmeği nasıl yıkarız?”

Psikopata bağladığım son paragraf da şöyle:

“Ya anahtar? Evimizin anahtarı? Kaç kere yere düşmüştür kim bilir kapımızı açarken... Kirlendi diye atar mıyız? Yıkar mıyız? Belki de yıkamalıyız arada... Ah hangi bir pislikle başa çıkabiliriz ki bu dünyada? Sonu yok... Sonu yok... Her şeye dikkat etmek lazım... Her şeye dikkat etmek lazım... Her şeye dikkat etmek... Her şeye dikkat... Her şeye dikk...........................”

Asterix Coronavirus

İşin gırgırında olanlar da cabası. Daha önce bir hastalık için bu kadar şarkı yapılmış mıydı? Neyse bu kadar iç karartıcılıktan sonra biraz tebessüm ettirecek iki karikatürü ve biraz da düşündürecek, yıllar önce çıkmış bir Asterix çizgi romanından bir sayfanın fotografını paylaşmak istedim. Gülelim. Gülmek ilaçtır. Ama durumun gerçekten vahim olduğunu da bilelim dostlar. Umalım ki uzun sürmesin ve Allah sizi ve sevdiklerinizi korusun.

 

Son değişiklik Cumartesi, 04 Nisan 2020 20:36
Yorum yapmak için oturum açın