Cuma, 03 Nisan 2020 04:26

Gündüz Vassaf: “Tarihi ben yaratıyorum, hastalık değil!”

Ögeyi değerlendirin
(2 oy)

Gündüz Vassaf, yılın 8 ayını İstanbul Sedef Adası’nda, 4 ayını ise Boston’da geçiriyor.

Araya, o anda masasının üzerinde olan kitabı için yapılan uzun konaklamalı özel seyahatler de girebiliyor. Geçen sene Sicilya Sirakuza’daydı mesela.

Bu salgın günlerinde Boston’daki evinde. Zaten evde çalışma düzeni olduğu için belki yaşamında çok şey değişmedi. Ama bir başka önemli çalışma mekanı olan kütüphanelerden koptu mesela.

Evde yaşama ve çalışmaya alışkın olan hepimiz için olduğu gibi, salgından etkilenme korkusu ve yarattığı travma her şeyi değiştirdi. Önceliklerimizi, yaşama bakışımızı, önlemlerimizi, alışkanlıklarımızı, birbirimizle, yakınlarımız ve sevdiklerimizle ilişkilerimizi.

Bir global köye dönüşen dünyanın neredeyse her köşesine yayılmış virüs, devletler ve halklar arası ilişkileri de etkiledi. Patalojik bir durumla karşı karşıyayız. Alınan önlemler, içe kapanmacı tutum ve davranışlar, zaten bir süredir otoriterleşme eğilimi gösteren yönetim biçimleri... Hepsi bu salgın günlerinde nasıl bir dünyaya evrileceğimizi de sorgulatıyor bizlere.

Gündüz Vassaf, ilgi alanı olması nedeniyle bu sorgulamayı fazlasıyla yapanlardan.

Gündüz Vassaf ile Habertürk televizyonu uzun bir video konferans gerçekleştirdi.

Sonra Bianet’de, yine bu söyleşiye yakınlık gösteren bir başka söyleşi daha yayınlandı.

Biz de, Adalı Dergisi için bu iki söyleşiden yola çıkarak, Gündüz Vassaf’ın bugünlere ilişkin değerlendirmesini belirli başlıklar altında toplamaya çalıştık.

Buyurun:

 


Karantina günleri ve alınan kişisel önlemler

El yıkama

Mass (Massachusetts) General Hastanesi’nde daha önce HIV üzerine de çalışan, virüs araştırmaları yapan bir arkadaşım var. ABD’nin en iyi hastanesi diye biliniyor, onun da öğütleri bunlar. Her öğüde kulak vermemek lazım, nereden biliyorsun diye sormak lazım. Alışverişe çıktığımda giydiğim kıyafetleri ve alıverişi kapıda bırakıyorum. Eve girecek nesneleri ya teker teker sıcak sabunlu suyla siliyor, yıkıyorum ya da kapı dışında, balkonda 72 saat bekletiyorum.

Metal, plastik hepsi bunu taşıyabiliyor. Tabii el yıkanıyor, sosyal mesafe...

Daha sokağa o kadar kolay çıkamayız. Aşının gelişmesine bir buçuk yıl var. Sokağa çıkılabileceksek, çıktığımız zaman hâlâ taşıyıcı olabiliriz. Bu öpüşme zamanı geldi demek değil. Beklentilerimiz yüksek olmasın. Evde kalma koşulları artacak ve uzun sürece gibi görünüyor.

Önce ben ne yapabilirim evde, ona bakalım. Çünkü bugün, şu anda evimde ne yapmakta olduğum, ailemin önümüzdeki yıllarda alacağı biçimi etkileyecek. Gelecek bugün belirlenecek, benim yaptığımla da belirlenecek. Tarihi ben yaratıyorum, hastalık değil. Hastalıkla olan tepkim tarihi yaratıyor. Onun için evde ne yaptığımız önemli. Çok zor koşullar. Zaten karı koca artık birbirinden sıkılmış da olabilir. Veya anlaşıyor olsalar da ayrı dünyaları var. Çalışmayan kadınların en büyük dertlerinden biri, koca emekli olunca eve gelip astığım astık kestiğim kestik, erkekliğini ortaya koymaya çalışması. Bu aileleri ve evlilikleri zorlayacak bir ortam. Farklılıklar ortaya çıkacaktır. Ama çıktığı zaman buna karşı nasıl tavır alacağız, ne kadarını halledeceğiz, ne kadarını erteleyeceğiz bizim elimizde. Herkes bu kapalı ve sıkışık alanda kendisine iki-üç saat zaman ayırabilmeli. Kimsenin ilişmeyeceği bir köşesi olabilmeli. Bunu yapabilirsek aileyi var kılabiliriz. Bunu yapamazsak herkes birbirine girer.

Bu, anne-baba olabilme sınavı. Çünkü özellikle çalışmaya mecbur olan anne babalar çocuklarını bakıcılara ve yuvalara teslim etti. Anne baba eğitiminden yoksun kaldı çocuklar vakit olmadığı için. Kimi anne-baba da “zaten psikoloğa gidiyor, yuvada şunu şunu öğreniyor, evde ne yaparsa yapsın yeter ki benim huzurumu bozmasın” düşüncesine kaldı. Bu, anne babaların sınavı. Yeniden anne baba olmaya fırsatları var. Oyun yaratmaya, hikâye anlatmaya fırsatları var. Müthiş bir hazine bu aile birlikteliği için. Başka ne yapılabilir? Devamlı haberleri dinlemeyin. Haberler için birbirinizle tartışmayın. Günde iki defa haber dinlensin. Kimse de bildik kesilmesin. Bir de konuşurken kimse söz kesmesin. Çünkü birbirleriyle uzun konuşmaya alışık olmayan insanlar konuşmaya başlayacak. Dinleme âdetimizi geliştirmeye mecburuz. Bunlar uzun vadede toplumu da etkileyecek.

Üç ay da sürse, bir yıl da sürse. Şu anda ailede yaşanan, bir baskı çünkü. “Ben bu çocuğu neden yaptım” diye düşünenler de vardır. Veya, “Eyvah, benim kara talihim, ben ne yapacağım, bu çocuktan sorumluyum” diye düşünenler de vardır. Kara talih değil, bu aileyi yeniden inşa etmek için bir fırsat. Liberal ekonominin bizi ittiği tüketim patolojimizden kurtulmanın geçici fırsatı bu aile için. O kadar çok yapılacak şey var ki... Hikâye anlatılır, uydurulur. Yaratıcı sanatlar geliştirilir. Aile kendi hikâyesini yaratabilir. Ama televizyon karşısına çakıl, haberleri dinle, depresyona girersin. Kavga etmeye başlarsın.

Evde izolasyon ortamı, yaşamımızda, alışkanlıklarımızda bir değişiklik yaratacak mı?

Evde

Yeni kültür alanları, yeni butik kültürler gelişecek. Sosyal medyada daha çok insan yazacak. Toplu halde buluşmalara, büyük konserlere, futbol maçlarına daha çok var. İnsanlar özellikle sosyal medya üzerinden, fakat evde de yaratıcılıklarını dışarı çıkarmaya başlayacak. İlk önce sıkıntıdan, sonra başkasının güzel bir şey yaptığını duyarak, ben de bir şey yapabilirim diyerek, zaman içinde kendisini keşfederek...

Evde daha güzel yemekler pişecek, daha çok kişi yemek pişirmesini öğrenecek. Yemek tıkınma değil, tekrar bir sanat ve keyif olacak. Evde dört-beş kişi varken tek bir kişi yemek pişiremez artık. Başkaları da yardım etmeye ve öğrenmeye başlayacak.

İçimizdeki cevheri keşfetmemiz için bir fırsat bu. Bu hepimizin şair olabilmesi için bir fırsat. Sanayileşmiş kitaplar, bestsellerlar, ödüllü kitaplar, bol reklamla pompalanmış filmlere falan fazla mahkum olduk. Kendi ürünlerimizi ve yaratıcılığımız dile getirmek için bu bir fırsat.

Herkes için değil ama böyle bir olanak var. Kullanıp kullanmamak bize kalmış.

Toplum da kazançlı çıkacak, yapan da.

Bu toplum için tüketim patolojisinin, bağımlılığının azalması sağlıklı bir şey. Gereksiz maddeleri satın almamız, kültür faaliyetimizin AVM’lere gitmekten ibaret olması bitecek artık. AVM’ler kiralarını toplamaktan vazgeçsin, çünkü bu tüketim patolojisi uzun yıllar kırılmış olacak. AVM’ler de belki butik kültür merkezlerine dönebilir. Bunlar kısa vadede olacak şeyler. Kâhin olmaya gerek yok bunun için.

Hastalık sınıf tanımıyor mu?

Karantina'da ziyaret...

AIDS’te bir ırkçılık ve ötekileştirme vardı. Eşcinsellerden toplum hoşlanmazdı. Yüzyıllar boyunca böyle. Lanetli, itici insanlar diye bakıldı. Onun için onlar hasta olunca da “oh olsun, müstehaktır” diyenler oldu. Öteki yakalanmış oldu, ben değil. Ben yakalanamazdım. Çünkü ben eşcinsel değilim. Burada sadece ünlüler değil benim de ölüm korkum gündeme girdi.

Bu salgında Hepimiz hastalanabiliriz fakat buradan kırılan daha çok yine yoksul ülkeler olacak. Amerika toparlanacak. Trump, iki trilyon dolar koyuyor ekonomiye, İngiltere aynı şeyi yapacak. Hindistan’da nüfusun yüzde 30’unun suyu akmıyor. Ekonomiyi toparlamaya çalışmak, özel sektörü ölümden kurtarmaya çalışmak aslında. Özel sektör “kendi gücümüzle yaşıyoruz” der, yaşamıyor. Seni her zaman devlet kurtarıyor. Yani benim vergim. 80’lerin ekonomik krizinde de ben kurtardım, bugün de kurtulacaksan ben kurtaracağım. Ama şimdi de öncelik ekonomik düzen, özel sektör. Hindistan’ın yüzde 30’u yine uzun yıllar susuz kalacak bu düzende.

Medya da önemli. Medya Korona haberleriyle boğuyor bizi. Karamsarlığa itiyor. Haber kanallarının bunu sınırlaması lazım. Savaş haberleri kesildi mesela. O haberleri bırakırsak, savaş yapmak, hırsızlık yapmak isteyenler çok daha rahat yapacak bunu. Göçmenler ne oldu?

Bunlar çok temel sorular. G20’de 20 zengin devlet internet üzerinden toplandı. Küreselliğin şirketlerin para kazanması için olduğu tekrar ortaya çıktı, Birleşmiş Milletler’den ses yok, Güvenlik Konseyi’nden ses yok. G20 toplandı ve gündemi Amerika belirledi. Trump bağırıp çağırdı. Ve bırakın Doğu-Batı yakınlaşmasını, “Bu hastalık atlatıldıktan sonra Çin’den hesap soracağız, Çin’i dava edeceğiz, bu hastalıktan Çin sorumlu” dedi. Yani ulus devlet şovenizmini ve eski Soğuk Savaş’ı canlandırmak isteyen rejimler var. Halbuki şu anda tersi olmalı. Uluslar arası kuruluşlar desteklenip birleşilmeli. Küreselleşme böyle olur. Şimdi ise herkes maskesini kendine saklıyor.

İşte şu anda ABD’de Çinli’ye düşman gözüyle bakılıyor. ABD’deki, İngiltere’deki bu ırkçı yönetimlerle zor. Maalesef İngilizce dünya dili olduğu için ve haberler hep İngilizce dünyaya yayıldığı için bu iki adamın görüşü ve ideolojisi dünyaya yayılıyor. Almanya’nın, İsveç’in yayılmıyor. Genel olarak neler değişecek onu da söyleyelim.

Otoriterleşme artacak mı?

Totaliter rejime doğru mu?

11 Eylül’den sonra bu yapılmaya başladı zaten. Fransa’da sıkıyönetim ilan edildi. Bush döneminde ABD anayasasına aykırı olan, vatandaşlarının e-postalarını okumak, özel hayatına girmek gibi şeyler Obama döneminde yasallaştı. Obama’nın ilk yaptıklarından biri buydu. Beyaz Saray’a avukat ordusu getirdi ve birçok şeyi yasallaştırdı. Her rejim, ben demokrasiyim diyen ülkelerde, 11 Eylül’den beri yürütmeye doğru bir güç toplanıyor. Bunda da aynı şey olacak, yürütmenin gücü artacak. Bununla birlikte, mesela ABD Savunma Bakanı Esper, bazı ülkelerde, eğer o ülkeler çökerse ve sokaklarda tepkiler büyürse rejim değişikliği gerekebilir dedi. ABD’nin çıkarı için tabii. Böyle şeyler de olabilir. Önümüzdeki birkaç ay bu hastalığın nasıl seyredeceğine bağlı.

İran’ı düşünün mesela. Tayland sıkıyönetim ilan etti salgın nedeniyle. Bu başka ülkelerde de olabilir. Amerika’da bile olabilir. Bugün Ford’un kamyon bölümünün başındaki arkadaşımla konuştum. Yapay zekâ ve fabrikalarda robotlar çoğalabilir. Hemen olmaz ama yapay zekâ ve robot birleşmesi sanayide tahmin ettiğimizden yakın zamanda olacak. 3-5 yıl belki. Şu anda kimsenin yeni yatırım yapacak gücü yok zira. Ama insanların toplu halde çalıştığı yerler bir daha böyle olmasın istenecek. Gen mühendisliğiyle de bu hastalıkları engellenmesi, genetik yapımızın değiştirilmesi istenebilir. Ama bunlar tehlikeli şeyler. Ahlâksız kısmı da, herkes çocuğunun Marlyn Monroe’ya benzemesini isteyebilir. Onun için her şeyin acele edilmeden toplumda tartışılması lazım.

Bu sürecin sonunda nasıl bir dünya?

Protesto

Bugün gafil yakalanan devlet artık her şeyi yapamayacak. Devletin hizmetlerinin çökmüş olması veya çökme raddesine geliyor olması. Devletin halk sağlığına hazırlıksız olması ortada. Çünkü neoliberal ekonomide yıllardır özel teşebbüse gaz verdiler. Özelleştirmelerle, özel hastanelerle, sağlığın bir hak olmasından ayrıcalık olmasına dönüşmesiyle çok şey değişti. Avrupa’da insan çaresiz ve sokakta kaldı.

Birey modelinde evlatlarını “Sen de lider olacaksın, önce kendini düşün” diye yetiştiren ülkelerde organizasyon çökünce, “Her şeye muktedirim, her şeyi yaparım, köşeyi dönerim” rüyasıyla şımartılmış birey -bu Türkiye’de de, ABD’de de, İngiltere’de de var- önce tuvalet kağıtlarına koştu. Rasyonel düşünme yetisini kaybetmiş bir birey bu. Devletten haber bekliyor. Evinde kalacaksın, kapıdan çıkmayacaksın diye. Devlet de onu yapamadı. Aymazlığından yapamadı, özel teşebbüsü koruma derdiyle yapamadı. Kimisi İngiltere’de Johnson ve ABD’de Trump gibi hastalık seyrini göstersin, ölenler ölsün, diğerleri bağışıklık kazansın diye başlangıçta yapamadı, geç kaldı. Değişik ülkeler değişik nedenlerle yapamadı. Fakat şımartılmış bir bireyle karşı karşıyayız.

Toplum ne kadar üstlenebilirse dayanışmayı, birlikte bir şeyler yapmayı, örgütlenmeyi, bu bizi daha güçlü kılacak gelecek için. Toplum çözülürse bu hem devleti kifayetsiz durumda bırakacak, hem de bu, totaliter devletlere davetiye çıkaracak.

Doğu ve özellikle de Uzakdoğu toplumu ise bu mücadelede daha başarılı görülüyor. Ülkeden ülkeye farklılık gösterse de. Çünkü kaç bin yıllık Konfüçyüs ahlâkı ailene ve topluma karşı sorumluluk duygusu veriyor sana. Bunda, Sars tecrübesini de göze alamayan, bu hastalık ancak Doğu’da olur aymazlığında Batı’nın oryantalist tutumunu da katmak lazım. Batı’daki sorumluluk duygusu ise kendine. Kurabileceğin en iyi hayatı kurmak, hedeflerine ulaşmak. Toplumsal değil bireysel hedefler.

Birey kendini sorgulamaya başlayacak mı?

Kendi yaşantımdan bakınca, ne kadar çok şeyin rafta son kullanma tarihi gelmiş... Mesela ben 18 yaşındaydım ABD Başkanı Kennedy suikasta kurban gittiğinde. Vietnamlı, Paraguaylı, İngiliz arkadaşlarım “Kennedy öldürüldüğünde sen neredeydin”in cevabını bilirdi. Yeni kuşak Kennedy kim diye soruyor. Unutuluyor böyle şeyler. Sade o değil, Vietnam Savaşı, ABD ve İngiltere’nin Irak’ı işgal ettiği unutuldu. HIV unutuldu. Tam tersine yeni bir dünya çıktı eşcinsellerin örgütlenmesiyle, haklarının kabul edilmesiyle. Raf ömrü var her şeyin. Onun için dünya şöyle değişecek, böyle değişecek gibi çok büyük teoriler üretmemek lazım. Elimizdeki verilerden ve geçmiş tecrübelerden şu, şu olabilir diyebiliriz. Ama toplumu alt üst edecek bir şey yok. Öyle şımartmayalım kendimizi. Bir de veba tellallığı yapanlarımız var. Bazı mürekkep yalamışlarımız “Tarihte ne oldu, veba olmuştu, Avrupa’da nüfusunun yüzde 60’ı kırılmıştı, eyvah” diyor. Ama bu salgında nüfusun yüzde ikisi, belki biri kırılacak. Onun için abartmayalım. Hayat devam ediyor. Veba ile mukayese edersek bu da bir tür terörizm olur, çünkü kötümserlik getirir. O kötümserlik psikolojik olarak insanı depresyona sokar. Depresyon bağışıklığı zayıflatır.

 

Kapalıçarşı dezenfekte ediliyor...

 

Ya Türkiye?

1 Nisan...

Türkiye geç kaldı. Yeteri kadar malzemesi de yoktu. Ve milliyetçi bir davranışla hastalığı dışarıda, dışarıdan gelen kişilerde gördü. Sanki içerdekilerde yokmuş gibi. Onun için Çin, Singapur olma fırsatını kaçırdı. Okulları kapamak normal tabii. İkincisi, bilgi çok önemli. Moral vermek de önemli ama bilgi vermeden moral vermek olmaz. Bu hastalık nerede bilelim ki, ona göre daha ciddiye alalım, önlem alalım. Ben hastalığı sadece yurtdışından gelenler getiriyor diye biliyorsam veya burada Amerikan başkanının Çin virüsü dediğini duyuyorsam “ben Amerikalı olarak tertemizim” düşüncesi çıkıyor. Yalan söylemiş oluyorum topluma. Türkiye’de güzel şeylerden de bahsetmek istiyorum. Bir tanesi, Yedikule Bostanları ekibi , sivil toplum kuruluşları. İnternet üzerinden ve katılabilecekleri toplantılarda Osmanlı’dan kalma bostanları ranta karşı, yahut belediyenin düşünülmemiş projelerinden korumak için canla başla uğraşıyorlar. Adalar’daki sivil toplum kuruluşları başka bir örnek. Bu iş olurken sadece hastalığı konuşmamalıyız. Yapabileceğimiz şeyler var normal hayatımızda. Derneklerimizle, ait olduğumuz kültür birlikleriyle hemşerilik örgütleriyle. Bunlar rafa kaldırılmamalı. Bilakis eğer bunlar şimdi rafa kaldırılırsa “hele bu salgını atlatalım” diye, salgını atlattıktan sonra yılların emeğiyle kurduğumuz birçok kurumu çökertmiş olacağız. Devlet nasıl okullarından sorumluysa biz de vatandaş olarak ait olduğumuz kuruluşlardan, örgütlerden, okul aile birliğinden sorumluyuz.

Bu felaketi de unutacak mıyız?

Koronavirüs ailesi

Mesela Krakatoa örneği... Bilmiyoruz, unutuldu çünkü. Endonezya’da bir yanardağ, üç yıl boyunca iklim değişti, karanlık bir bulut bütün dünyanın üzerine çöktü, türler öldü. O üç yıl unutuldu, anlatabildim mi, raf ömrü var çünkü, doğal felaketleri unutuyoruz.

Kendi yarattığımız felaketleri de yaşatıyoruz, doğal felaketleri unutuyoruz hiçbir şey olmamış gibi fakat kendimize o kadar hayranız ki, kendi yarattığımız felaketleri de yaşatıyoruz.

Birinci Dünya Savaşı. Her yıl hala Avrupalılar Birinci Dünya Savaşı’nın bittiği günü törenlerle anıyorlar. Veya Çanakkale Türkiye’de her yıl törenlerle anılıyor.

Almanya’nın, Fransa’nın, İngiltere’nin her köyünde bir asker anıtı var o günü hatırlatan, düşmanı hatırlatan, gelecek savaşlara davetiye çıkartan.

Ama bize İspanyol gribini hatırlatacak tek bir şey yok. Ancak bu felaket olunca İspanyol gribinden bahsetmeye başladılar. Bu felaketi bize hatırlatacak bir heykel olsa daha hazırlıklı olabilirdik belki doğal felaketlere.

Mesela Amerika bundan sekiz yıl önce pandemiklerle baş etme merkezini kapattı. “Gereksiz masraf” diye...

Çünkü bize ders çıkartacak doğal felaketleri hatırlamıyoruz.

Dile getirmek zor bugünlerde ama biliyorum, Nazım Hikmet’in sözleriyle, ‘Güzel günler göreceğiz çocuklar.’ Ama önce evimizde mahsur kaldığımız bu günlerde kendimizi güzel kılalım.

 

Son değişiklik Cuma, 03 Nisan 2020 10:42
Yorum yapmak için oturum açın