Perşembe, 12 Eylül 2019 17:29

-Kara Ada-

Ögeyi değerlendirin
(4 oy)

yangin 3 280x

Çocukluğumun Marmara Adası’na dair hatırladığım sahnelerden birisi de 5 yaşındayken evimizin hemen arkasında yükselen dağın yamaçlarına tüm okul öğrencileri ile ağaç dikmemizdir. Geçtiğimiz günlerde ise o ağaçların büyük bir bölümü yandı...

Marmara Adası dağlarının %52’si 1987 yılında Orman İdaresine tahsis edilmişti. Ağaçlandırma faaliyetleri mera olarak kullanılan dağların orman alanı olarak kaydedilmesinden sonra gerçekleştirilmiştir. Dikilen ağaçların büyük bölümünü ise Fıstık Çamları oluşturur. Şimdi, Prof. Dr. Necdet Tunçdilek’in Marmara Adası’nın doğal bitki örtüsünü anlattığı kitabına bir göz gezdirelim;

“Marmara Adası 700 metreyi bulan kütlesel bir dağ ve onu çevreleyen tepelik birimlerden meydana gelmiş eğimleri fazla yüksek bir adadır. Yükselti faktörünün rolü büyük olmakla beraber bakı faktörü o kadar etkilidir ki adayı Kuzey ve Güney aklanları (akarsularını aynı göle ya da denize gönderen bölge) olmak üzere iki farklı bölüme ayırmıştır. Çınarlı köyünün hemen kuzeyinden başlayıp İlyas Dağına ulaşan ve buradan Fener Burnu yönünde devam eden sırtın güneyinde kalan bölüm ‘Güney Aklanı’ meydana getirirken, bunun kuzey bölümünde kalan kısım ise ‘Kuzey Aklanı’ meydana getirmiş olur.” Adanın Kuzey ve Güney bölümlerinde kalan coğrafyanın toprak yapılarındaki değişiklikten sebep üzerinde yetişen bitki türleri de farklılıklar gösterir. Kuzey bölümü deniz seviyesinden tepelere kadar ağaç ve makiliklerle örtülüdür. Güneyde ise dere yatakları içinde bir miktar ağaç bulunurken bunların büyük ekseriyetini tek sıra halinde dizilen çınar ağaçları oluşturur. Menengeçler, erguvanlar, delice, ardıç, çeşitli dikenli bitkiler, çalılar, böğürtlenler ve kekik güneyde yer alan bazı bitki türleridir.” Bu bölümdeki bitki örtüsünün fakir olmasının bir sebebi de söz konusu yamaçların daha evvelki yüzyıllarda tarım arazisine çevrilmiş olmasından kaynaklanır. Ayrıca yakıt sağlamak adına da ağaçlar kesilmiştir. Bununla beraber tarım alanlarının büyük bölümünü günümüzde zeytinlikler oluşturur. Çınar ağaçlarının gölgesi, yaz sıcaklarından bunalan adalılar tarafından mesken tutulurken, asırlık çınarları sebebiyle bir köy Cumhuriyet döneminde ‘Çınarlı’ ismiyle adlandırılmıştır. 1922’de adalardan Rumların gidişiyle ve sonrasında da Türk nüfusun tarım alanlarını işlemekte yetersiz kalmıştı. Adanın güneye bakan bağ terasları boşalmış, şaraplık üzüm üretimi durmuştu. Orman idaresi bağlardan yoksun kalan bu tepeleri ağaçlandırmak için her nedense adanın doğal ortamında pek bulunmayan fıstık çamlarını seçmişti.

 

yangin 1 840x

 

Ağaç dikimi için, ilk-orta ve lise öğrencilerinin yanında biz anaokulu talebelerini de çıkartmışlardı bir keresinde Marmara köyünün yaslandığı bu tepelere. 1990 yılının sıcak bir sonbahar günüydü, yorgun düşen küçük bedenlerimize öğretmenlerimiz kıyamayıp, Yakup Aksu’nun Toros marka taksisiyle dağdan indirmişlerdi bizi. Su depolarının biraz üzerinde diktiğimiz bu ağaçlar; geçtiğimiz günlerde tutuşarak evlerimize kadar yayılan yangın felaketinin baş aktörlerine dönüşecekti. Yeşil bir doğa özlemiyle ekimini gerçekleştirdiğimiz bu ağaçlarla kendi geleceğimize bir tuzak hazırladığımızı nereden bilebilirdik? Çam kozalaklarının sinsi bir tehlikeyi sakladıklarını yaklaşık 30 yıl sonra 12 Ağustos 2019 günü tüm ada halkı yaşayarak görecekti.

Oysa her yaz sezonunda çıkan çöplük yangınlarına alışmıştık. Hâkim rüzgârın Poyraz olduğu bu yüksek adada, yangın daima korkulan bir olaydı. Deniz seviyesinden 100-200 metre yükseltilere kadar binlerce zeytin ağacı ile örülü tepelere küçük bir kıvılcımın bile düşme ihtimali tüm adalılar için kâbustu. Kısıtlı imkânlarıyla Belediye’ye ait itfaiye aracı çoğu zaman yetersiz kaldığından belediye hoparlörlerinden ada halkına çağrı yapılır, yardım istenirdi. Ancak Kurban Bayramı’nın ikinci günü tüm adalıları dehşete ve çaresizliğe sürükleyen büyük yangın felaketinde taral sahiplerine yapılan çağrı dışında ada halkına hitaben erken bir şekilde “Yangın Kontrol altına alınmıştır” anonsu biraz da halkı gevşek davranmaya itmişti. Sadece rüzgârın gücü ile bu yangının yayılmış olması, kurum ve kuruluşların hatta ada halkının böyle bir yangına ne kadar hazırlıksız olduğunu da gözler önüne serdi. Yurdumuzda meydana gelen yangınların büyük bölümü insandan kaynaklanmaktadır. Sıcak hava, doğaya bırakılan çöpler ve dikkatsizce yakılan anız ve mangal sefaları, hatta önemsenmeyen bir sigara izmariti bile hektarlarca alanı kül etmeye yetiyor. Tarihe ‘Büyük Marmara Yangını’ olarak geçen bu olayda yaşananlara bir göz atarken yangının nasıl çıktığından ziyade yangına müdahale konusunda ne kadar geç ve yetersiz kalındığı göz önünde bulundurulmalıdır...

Başlangıç saati genel görüşe göre 12:30 civarı olan ve Mestanağa’dan yükselen dumanla o bölgede yaşayan yazlıkçı ada halkını hareketlendirmiş ve kendi olanakları ile ilk müdahaleyi gerçekleştirmişlerdi. Akabinde itfaiyeye haber verilmiş haber verildikten yaklaşık bir saat sonra gelen itfaiye ekibinin yangına müdahaleye yetersiz ekipman ve kıyafetle gelmesi ve hortumlarının dahi çalışmaması tepkiyle karşılanmıştı. Rüzgârın da etkisiyle bir anda yoğun makilik alana sıçrayan yangın evleri tehdit eder olmuştu. Orman bakanlığı, Valilik ve Kaymakamlığa telefonlar yağdırılmış olmasına rağmen bir söndürme helikopterinin gelmesi ancak ilk kıvılcımdan 2,5 saat sonraya yani 14:15 civarına tekabül etmişti. Bir an için yüreklere su serpilmişti helikopterin gelişiyle. Fakat fıstık çamlarının tutuşması ile ağaçların altında biriken iğne yapraklarıyla yangın bir anda büyümüş, kozalakların havai fişek patlamasını andırır sesleri ve etrafa saçılan konfetiler gibi kuru alanlara alev taşıyan bombalar haline dönüşmeleriyle yangın kontrolsüz bir hal almıştı...

Gelen helikopter yaklaşık 1 saat boyunca sorti üstüne sorti yaptığından yakıt ikmali için geri dönmesi gerekmişti. İçim bir türlü rahat etmemiş, duman ve kokunun vermiş olduğu huzursuzluk hissi ile yanan bölgeyi izlemeye başlamıştım. Top çamlar evlerimizin bulunduğu bölgeye yaklaşık 100-150 metre mesafedeydi ve rüzgâr mütemadiyen kuzeyli ve sert esiyordu. Helikopter alanı terk ettiğinde ise yangın Marmara Merkez üzerine doğru zeminde bulunan kuru otlar vasıtasıyla adeta bir halının yanması gibi çabucak ilerlemiş ve zeytinlikler hatta yerleşim alanını tehdit eder olmuştu. Mestanağa bölgesinde ise yangının ilerleyişi sürmüş, kuru habitat nedeniyle alanı genişlemiş ve ‘Papoz Kayası’ hizalarına kadar gelmişti. Saat 15:30-16:00 civarında ise rüzgar iyice şiddetlenmiş, bu sırada da halktaki panik artmıştı. Yangında iki söndürme aracı ile mücadele eden itfaiye ve bahçe hortumları, elde ne var ne yok canhıraş yanan alanları söndürmeye çalışan ev sahipleri belki de beyhude bir savaşım içinde olduklarını fırtına şiddetinin arttığı ilk dakikalarda düşünmeye başlamışlardı?

yangin 2 280x

Alevler bizim mahalleye ulaştığında ağabeyim ve komşum tutuşan ‘Şifalısu’ mevkiine koşmuştu. Bense panik halinde evlerimizin etrafındaki boş ve kuru alanları ıslatmaya çalışıyordum. Yoğun duman ve rüzgârın sesinden 10 metre ötemdeki babama bağırarak sesimi duyuramamıştım bir türlü. Üstüm başım is ve ıslak bir şekilde dumandan böğürerek ıslatma işine devam ettiğim esnada, arka komşumun evi civarında bir ağacın tutuştuğunu ve yalazının göğe yükseldiğini gördüm. Diğer bir komşumun kulaklarımı yırtan çığlık sesleriyle irkilmiştim. İşte o an Atina’daki insanlar gibi bir felaketin kıyısında olduğumuz hissine kapıldım. Ne etrafta bir itfaiye eri, ne bir jandarma ne de herhangi bir kamu görevlisi vardı. Yangın o kadar büyümüştü ki herkes kendi canı ve malının telaşına düşmüş mücadele veriyordu. Alevler hızla yayılmış Marmara üzerindeki Fıstık Çamlarının ve zeytinliklerin tutuşması ile yoğun dumanla kaplanan merkez kaotik bir ortama bürünmüştü. Halkı yönlendirecek veya yatıştıracak hiç kimsenin olmayışı turist ve adalıların iskelelere birikmesine bazılarınınsa ilk buldukları gemiye atlayıp adadan kaçmalarına sebep olmuştu. Bazı medya kuruluşlarında çıkan “Dört Helikopterle müdahale ediliyor” haberleri olsa da, bu hengâme içinde ikmal için gidenin dışında başka bir helikopter geldiyse de ben görmedim. Cumhuriyet Mahallesi girişinde yangının ilerleyişini güç bela durdurmayı başaranlardan ağabeyim, Kamara Mevkiindeki insanlara yardıma koşmuştu. Bitkin bir vaziyette mahalle sınırındaki evin duvarına oturmuş adeta bir bilimkurgu filmi sahnesi izliyordum. Sıra sıra koylar ve tepelerden tüten dumanlar, göğe yükselen alevler sert poyrazla denize doğru süzülüyordu. Yeni bitmiş bir savaşın ertesini andırıyordu karşımdaki manzara. Bu sırada Saat 18:15 civarı 3 helikopterin aynı anda su alarak Manastır-Çınarlı sırtlarına doğru ilerlemiş yangına müdahale etmeye çalıştığına tanık olmuştum. Plajlarda mahsur kalan turistleri taşıyan onlarca tekne merkeze son sürat ilerliyordu. Sevdiğim insanların ne halde olduklarını düşünmüş, onlardan bir haber vaziyette elim kolum bağlı ancak izleyebilmiştim olan biteni. Helikopterler gelmiş ancak iş işten geçmişti artık. Bahar aylarında patikalara tırmanıp doğa fotoğrafı çektiğim dağlar kömür rengine bürünmüştü. Gözlerimden akan yaşlara mani olamamış sinirlerim boşalmıştı. Cayır cayır yanmıştı sevdalım adamın dağları canları...

yangin 4 280x

Akşam saatlerinde yangının mağdurlarından iki adalının ‘Halk TV’ canlı yayınına telefonla bağlanarak gerçekleri tüm çıplaklığı ile anlatması sayesinde kamuoyu doğru ve objektif habere ulaşmış oldu.

Beni ben yapan, yaşanmışlıklarımın mekânı baba evimizin kül olacağı korkusunu kılcal damarlarıma kadar yaşamıştım. Çok ucuz atlatmıştık bu afeti. En büyük şansımız ise bayram dolayısıyla tüm ev sahipleri evlerindeydi. Herkes evinin etrafını söndürmüş, yangının yerleşim alanına sıçramasını önlemişti. O hengâmede bir de sular kesilseydi acaba ne yapardık? Patlayan bir mutfak tüpünün ortalığı cehenneme çevireceği muhakkaktı. Rüzgârın esmesinden bazen yakınırdım, ama ilk defa bu kadar korkmuş dehşete kapılmış ve çaresizlik hissetmiştim. İnsanca can kaybının olmayışı en büyük tesellimizdi. Dilerim bir daha benzer bir felaketi yaşamayız. Bu vesileyle tüm adalı dostlara tekrar geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum. Yangın gece saatlerinde kontrol altına alınabilmiş, Tekirdağ ve Balıkesir vilayetlerinden gemilerle gelen itfaiye ve orman ekiplerinin söndürme çalışmalarına katılmasıyla sonlandırılabilmişti. Ancak akşam saatlerinde devam eden poyraz fırtınası Manastır koyu ve Melima sırtlarına kadar ulaşmış, bu bölgedeki evler tedbir amaçlı boşaltılmıştı. Bazı bağ evleri araç ve damlar yanmış, hayvanlar yanarak telef olmuştu. O kâbus günün akşamı dağlarda çoban ateşleri gibi kızıl meşaleler tütüyordu. Saat 03:30’da bu alevlenmelerin de teker teker söndürüldüğünü izledikten sonra ancak eve dönebilmiştim. Yangının ağır bilançosu uykusuz geçen bir gecenin ardından sabahın ilk ışıklarıyla ortaya çıkmıştı. 80 Hektar alan kül olmuş, binlerce zeytin ağacı, bağ-bahçe, 220’den fazla küçükbaş hayvan ve orada burada yürek burkan yabani hayvan ölüleri. Deniz kenarına kadar alevlerin ulaştığı bazı bölgelerde bahçelerde tüten dumanlar ve yer yer parlayan ama acil müdahalelerle söndürülen küçük yangınlar. Rüzgârsa hiç dinmedi ve iki gün daha aralıklarla esti. Tüm ada halkı teyakkuzdaydı. İs kokusu üzerimize sinmişti. Ne bayram sevinci kalmıştı ne de tatil huzuru.

Yangının gösterdiği gerçekler tüm çıplaklığıyla önümüze serilmişti! Adamızın bir afet karşısında ciddi bir planın olmaması, kurum ve kuruluşların arasında koordinasyon ve iletişim eksikliği, itfaiye biriminin böylesi bir olayda müdahale olanaklarının neredeyse yok olduğu nitelikli ve yetkin personel ihtiyacının varlığı halkın bilinçlendirilmesi gibi somut olgular öne çıkmıştı. Bir yangın uçağının helikopterin taşıma kapasitesinden 3-4 kat fazla olduğu aşikârken bir tek helikopterle yangına müdahale etmek yetersizdi. O gün Balıkesir’de ve başka noktalarda çıkan yangınlar sebebiyle Balıkesir iline bağlı olmamıza rağmen 2 saatlik yalvarmaların sonucunda Keşan’dan ilk helikopterin gelmesi İl merkezinin olası başka durumlarda Adalarımıza vereceği ehemmiyetin de bir göstergesiydi. Teknik ve uçuş güvenliği gibi soruların cevaplarını bilmemekle birlikte havadan ve karadan, yetersiz ve geç gelen yardımın yangının yayılmasındaki en büyük etken olduğunu düşünenlerdenim. Somut gerçekler ortadayken bazı haber kanallarında yalan haberlerin görülmesi medyaya olan güvensizliğin ne kadar haklı olduğunu bir kez daha göstermiştir. Yüzlerce kez aranan yangın ihbar hatlarından verilen “Allah Yardımcınız olsun” cevabı; Marmara Adası’nı yanmaktan kurtaramamıştı ne yazık ki...

Bahçesindeki otları yaktığı ve yangına sebebiyet verdiği gerekçesiyle emekli bir öğretmen ve oğlunun alel acele tutuklanarak tüm sorumluluğun gerçek anlaşılıncaya dek onlara yüklenmesi, mağdur olan ada halkının tepkisinden kaçınmak için günah keçisi aramaktan başka nedir ki? Kabahatin gerçekliği varsa, onu bulmak elbette mahkemelerin görevidir. Fakat kurum ve kuruluşların yangına dair özeleştiri yapmaları çok daha elzemdir! Hastasını Hastaneye güvende olsun diye bırakanların “Gelin hastanızı alın alevler buraya çok yaklaştı” diyerek aranmasından tutun da Jandarma Karakolunun ve lojmanının bile çatısının yanmaktan kurtulamadığını düşünürsek, esas sorun bundan sonra ne gibi önlemler alınacağıdır? Hastane, Belediye, Deniz Ambulansı, Kıyı Emniyeti, Polis ve Jandarma teşkilatı, Kaymakamlık Personeli birbiriyle ne kadar koordinelidir? Ağaçlandırma seferberliği gibi vicdanları okşayan haberlerin, karşılaştığımız bu felakete çare olmayacağı mutlaka yüksek sesle dillendirilmelidir. Aksi takdirde daha elim durumlarla karşı karşıya kalmamız olası.

‘Özel Ağaçlandırma’ adı altında 2011-2019 yılları arası hariçten gelen yatırımcıların ceviz, badem gibi ağaçlar dikerek etraflarını tel örgülerle çevirmesi ada hayvancılığına indirilmiş bir darbe olarak ortada dururken. Yanarak atıl duruma düşen ağıl ve meraların yeniden kullanılabilir hale gelmesi kim bilir kaç yıl sürecek!

Sivil insiyatifin gücüne güvenmek gerek böyle zamanlarda... Bir dernek vb. sivil toplum örgütünün eksikliği daha belirgin bir hale gelmişti bu acı olay neticesinde. 2016 yılında kurulan Marmara Adaları Kültür ve Dayanışma Derneği’nin önderliğinde ve ada sevdalılarının katılımıyla yangın felaketine dair bir durum değerlendirmesi yapılarak acil bir eylem planı üzerinde mutabakata varıldı. İlk olarak olası bir afet anında, deprem yangın gibi olaylarda anakaradan yardım ulaşana dek sivil bir arama-kurtarma ekibinin hayata geçirilmesi yangın konusunda halkın bilinçlendirilmesi hedeflenmiştir. Bu vb. girişimleri çok kıymetli bulmakla beraber, yerel yönetimlere de bazı konularda yardımcı olacağını yol gösterebileceğini düşünüyorum.

Örneğin; çıplak kalan ve büyük tahribata uğrayan orman alanlarının ağaçlandırılırken adanın doğal bitki örtüsü göz önünde bulundurularak ağaç dikilmesi sağlanabilir. Ada halkının gencinden yaşlısına yapılmaya çalışılan en küçük somut adıma sonuna kadar sahip çıkması gerekir. Son günlerde ülke çapında yaşanan yangınlarda hektarlarca alanın yanması ve Türk Hava Kurumu gibi tecrübeli kuruluşların kamuya hizmetten mahrum bırakılması sorunun ne kadar büyük olduğunun tüm toplum tarafından kavranmasına sebep oldu. Dilerim yapılan yanlış uygulamalara bir son verilir ve en büyük zenginliğimiz ormanlarımız yanmaktan kurtulur! Yeşil bir doğa, yeşil bir ada özlemiyle...

Kaynakça: Prf. Dr. Necdet Tunçdilek, İstanbul Üniv. Dnz. Bilimleri ve Coğrafya Enstitüsü Yayını-7. Gönül Karabolu; Hayvancılık Özel ağaçlandırma ve neoliberal çitleme deneyimleri, Yüksek Lisans Tezi. Alper Sezer arşivi.

 

Son değişiklik Cumartesi, 14 Eylül 2019 17:36
Yorum yapmak için oturum açın