Yazın en sıcak günlerinde Ada'dan başka bir yere kıpırdamadığımız için, yaz başında Baltık'ın ikiz kızkardeşleri diye anılan Estonya'nın başkenti Tallinn ve Finlandiya'nın başkenti Helsinki’ye yolculuk yaptık. Bu iki şehir ancak huyu suyu birbirine benzemeyen ikiz kardeş olabilirler; mesafe olarak çok yakın olmaları yüzünden bu şekilde anılıyorlar kanımca.
Önce Tallinn
6 Haziran’da Atatürk Havalimanı’ndan Türk Hava Yolları’nın Tallinn uçağı ile direkt olarak Estonya’ya uçuyoruz. Yerel saatle 15:00 gibi Tallinn Lennart Meri Havalimanı’na ulaşıyoruz.
Lennart Meri Havalimanı şehirden 3.5 km uzakta; terminalin önündeki taksi durağından otelimiz 15 dakika sürüyor.
Valizlerimizi bıraktıktan sonra şehrin kuzeyinden kent merkezine doğru boydan boya uzanan Pikk Caddesi’nde yürümeye başlıyoruz. Caddenin hemen başında Tallinn’in tarihi şehir surlarından içeri giriliyor, bu bölgeye (old town) eski şehir merkezi deniyor. Otelimiz de zaten burada.
Estonya, 1991 yılında Sovyetler Birliği’nden ayrılan ilk ülke ve bu tarihte bağımsızlığını ilan etmiş. Günümüzde yaklaşık 1.5 milyon nüfusu bulunan ülkenin resmi dili Estonca ve Avrupa Birliği üyesi olduğu için de Euro kullanılıyor.
Başkent Tallinn, Baltık Denizi kıyısında bulunan önemli bir tarihi liman şehri. Nüfusu 300 bin kadar ve yürüyerek rahatlıkla gezilebiliyor. 1154 tarihinde kurulan bu şehir İkinci Dünya Savaşı sırasında zarar görmesine karşılık, yapılarının çoğunu koruyabilmiş ve eski kent merkezi Unesco Dünya Mirası listesinde. Turistik açıdan da Avrupa'nın gözde şehirlerinden biri.
Tallinn Avrupa’nın en kuzeydeki başkentlerinden bir tanesi. Kış boyunca hava genellikle eksi derecelerde ve gün ışığı süresi oldukça az. Biz, Kuzey ülkelerinde biri hariç hep yaz aylarını tercih ettiğimiz için günler çok uzun, gecelerse beyaz. Gündüz saatlerinde hava 17-20 derecelerde; tam gezme havası yani.
Karşımıza St. Olaf’s Kilisesi çıkıyor. Bu kilise Tallinn şehrinin siluetini oluşturan en önemli yapılardan biri. 124 metrelik kulesi ile görkemli ve karakteristik Estonya mimarisini yansıtıyor.
Şehir meydanına doğru yaklaşırken etrafta hoş restoran ve barlar görülüyor, hepsi oldukça canlı. Hansa House, Ortaçağ giysili kadın-erkek garsonların servis yaptığı, dönem müziğinin canlı icra edildiği, kocaman tahta masa ve banklarda yenilip içilen özgün bir pub. Biz de buraya bir kez takıldık.
Eski şehir meydanı Old Town Square... Bu meydan Tallinn’in en ünlü ve turistik yeri. Meydanın dört bir yanında birbirinden güzel, özgün, karekteristik ve şirin evler bulunuyor. Bir bölümü liman şehri Tallinn’in zengin tüccarları tarafından yaptırılmış.
Meydanda pek çok hediyelik eşya dükkanları, hatta elişleri satılan seyyar tezgahlar var. Bu dükkanlarda kehribar aksesuarlar, yün, keten ve deri giysiler, pek çok güzel hediyelik eşya bulunuyor. Euro şimdiki kadar yüksek değildi ve birkaç parça alışveriş biz de yaptık bu dükkanlardan.
Town Hall Pharmacy, tarihi merkez eczanesi ise tarihin en eski eczanelerinden biri olması nedeniyle çok ilginç.
Tallinn Town Hall (Belediye) binası da bu meydanda bulunan güzel bir başka yapı. 13. yüzyıl ortalarında inşa edilmiş bina gotik mimarinin en güzel örneklerinden. Hemen üzerinde yükselen kulesi ise Tallinn şehrinin simgelerinden sayılıyor.
Ayağımızın tozu ile gezmaye devam ediyoruz. Şimdiki durağımız St. Mary’s Katedrali ve Toompea Tepesi. Tallinn çok tepeli bir şehir. Hemen hepsinde de seyir terasları bulunuyor. Bu teraslardan, şehrin kuleli karekteristik yapıları, kiremit damlarını ve hoş siluetini çıplak gözle izleyebiliyorsunuz. Hepsi de iyi fotoğraf veriyor. Günler uzun ve telaşsızca dolaşabiliyoruz.
Dar sokaklar ve merdivenlerin ardından St Mary’s Katedrali’ne varıyoruz. Bu ihtişamlı beyaz yapı, Barok ve Gotik mimarinin sentezi olarak 13. yüzyıl ortalarında inşa edilmiş. Zaten Tallinn’deki çoğu eski yapı bu dönemde yükselmiş ve Tallinn’in tam bir Ortaçağ kenti görüntüsü vermesi de bu yüzden.
Biraz daha ötede Alexander Nevsky Katedrali var. Katedral 20. yüzyılın hemen başında, Sovyetler döneminde inşa edilmiş ve adından da anlaşılacağı üzere Rus mimari tarzında.
Şimdi sırada Toompea Kalesi var. Bu kale 11. yüzyılda şehrin aynı isimdeki tepesine kurulmuş. Tam anlamıyla bir orta çağ kalesi. Tarihi boyunca birçok savaş görmüş ve birçok kez el değiştirmiş bu kale büyük ölçüde restorasyondan geçmiş ve günümüzde Estonya Parlamento Binası’nı da barındırıyor.
Kalenin bir köşesinde bulunan Pikk Hermann, yani Hermann Kulesi ise şehrin en önemli noktalarından sayılıyor. Üzerinde bulunan Estonya bayrağı denizden 95 metre yukarıda ve şehrin en yüksek noktasında.
Toompea bölgesinin hemen arkasında ise küçük bir gölet ve şehir parkı bulunuyor.
Hava tam kararmıyor ama akşam olduğunu üzerimize çöken yorgunluktan anlıyor, otel odamızda biraz dinleniyor ve şansımıza otelimizin tam karşısında bulunan şehrin en tavsiye edilen lokantalarından birine zahmetsizce ulaşıp, lezzetli balığı, havyarı ve şarabı ve tatlısıyla güzel bir akşam yemeğinin keyfini çıkarıyoruz.
Gecenin aydınlığını perdeler gizlerken uykuya dalıyoruz.
Tallinn’de ikinci gün
Ertesi sabah otelin taş duvarlı eski bir Ortaçağ hanını anımsatan kahvaltı salonunda çayımızı içiyoruz.
Kent gezisine kaldığımız yerden başlıyoruz. Şehrin yaşam merkezine gideceğiz bu kez. Bu bölgedeki en önemli yerler Özgürlük Meydanı, Tammsare Park, Viru Gate ve devamındaki Viru Caddesi.
Özgürlük Meydanı, Tallinn’in önemli noktalarından. Meydan, ülkenin önemli günlerinde kutlamalara ve törenlere ev sahipliği yapıyor. Çepeçevre anıtlar.
Viru, Tallinn’in en önemli turistik caddesi. Caddenin park tarafındaki girişinde Viru Gate isimli tarihi bir kale giriş kapısı bulunuyor.
Tramvaya biniyor ve Ruslar zamanından kalan Kadriorg sarayı ve bahçelerine gidiyoruz. Ortasında fıskiyeli beyaz kameriyesi ile harika bir bahçe burası. Bir zamanlar hanedanın oturduğu sarayın bir kısmı müze yapılmış ve şansımıza Osmanlı'nın son döneminde ülkemizde yaşamış ve saray için eserler üretmiş olan ünlü Rus ressam Aivazovski’nin büyükçe bir sergisinin de yer aldığı, ihtişamlı mobilyalar, porselen ve tabloların bulunduğu bu yeri keyifle geziyoruz. Ressamın İstanbul tablolarının da bulunduğu geniş koleksiyonuna, bu enfes orjinallere böylesine yakın olmak soluk kesici. Aivazovski hiç bu kadar yakınımda olmamıştı. Unutulmazlar listesinde yerini aldı.
Tallinn, Finlandiya’nın Başkenti Helsinki’nin sadece 80 km güneyinde bulunuyor. Bu iki güzel şehri ayıran Baltık Denizi’ni cruise tarzı, lüks salonları, gümrüksüz marka alışveriş mağazaları, cafe, restoran ve barları bulunan son model gemilerle 3 saate yakın bir zamanda geçiyorsunuz.
Helsinki’den Finliler, haftasonları eğlenmek için Tallinn’e geliyorlarmış. Finlandiya’ya göre Estonya çok daha ucuz...
Cruise ile Baltık Denizi’ni aşarak Helsinki’ye
8 Haziran 2018 sabah 07:00. Güne Tallinn’de uyanıyoruz. Hızlı bir şekilde limana doğru yola çıkıyoruz.. 9:30’da kalkan gemimiz ile Baltık Denizi’nde seyahat edip Helsinki Limanı’na çıkacağız.
Finlandiya, Avrupa’nın en kuzeyinde, İskandinav Yarımadası’nda yer alıyor. Avrupi Birliği üyesi ve para birimi Euro ve resmi dilleri de Fince.
Helsinki, orjinal adıyla Helsingfors, Finlandiya’nın başkenti ve ülkenin güney ucunda, Baltık Denizi kıyısında bulunuyor. Nüfusu 600 bin kadar olan bu şehir 16.yy’da kurulmuş, yeni sayılabilecek bir yerleşim bölgesi.
Helsinki, özellikle yüksek yaşam standardı ve sosyo-kültürel seviyesiyle tanınıyor. Zengin olarak niteleyebileceğimiz Finlandiya’nın en önemli şehri ve dünyanın en yaşanılabilir şehirleri arasında başlarda gösteriliyor. Helsinki’de tramvaylarla heryere ulaşmak mümkün.
Lönnrotinkatu Caddesi’ne uzanıyoruz. Yol boyunca Finlandiya’ya özgü binalar ve ağaçlar ile hoş bir manzara var. Ortada tramvay ve parketaşlı bir yol. Helsinki’nin genelinin bu şekilde olduğunu görüyoruz.
Caddenin sonu Esplanadiparken’e varıyor. Fince “Meydan Parkı” anlamına geliyor. Burası şehrin merkezindeki en önemli park. Parkın ortasında bir meydan ve anıtheykel bulunuyor. İnsanlar bu güzel parkın tadını çıkarıyorlar.
Parkı geçip sahile varıyoruz. Burası Helsinki’nın bulunduğu yarımadanın, ana limana göre öte yakası. Çeşitli adalara teknelerin kalktığı, turistik, hareketli, cıvıl cıvıl en önemli liman ve marinası burada. Helsinki, irili ufaklı adalar ve yarımadalardan oluştuğu için birçok sahil ve limanı var.
Helsinki denince önümüze düşen fotoğrafların çekildiği yer, Market Meydanı. Sahil boyunca adından da anlayabileceğiniz üzere hediyelik eşya ve yöresel ürünlerin satıldığı dükkanlar bulunuyor. Hemen arkasında, Helsinki’nin sembollerinden olan dönme dolap ile birlikle sahildeki irili ufaklı tekneler, yatlar silueti tamamlıyor. Biz montumuzu çıkarmazken sarışın Finliler yüzme havuzunda kulaç atıyorlar.
Günü Kauppatori iskelesinden Suomenlinna Adası’na giden tekneye binerek sürdürüyoruz; yolculuk yaklaşık 20 dakika sürüyor. 5 euro alıyorlar. Teknemiz başka küçük adalara da uğruyor. Bunların çoğunda plajlar ve Fin Hamamı adı verilen saunalar ve bunlara ait tesisler bulunuyor. Saunalar, Finlilerin vazgeçilmezleri arasında. Yaz, kış kullanılıyor, belli ki soğuk ülkenin insanları bu şekile enerji depoluyorlar. Biz denemedik, bize uymaz dedik...
Biz, Suomenlinna adasında iniyoruz. Burası tam fotoğrafçılar için, tarih ve doğa içiçe, yıllanmış devasa leylak ağaçları çevreye mis gibi koku veriyor. 2. Dünya Savaşı’ndan kalma (tarihi 1750 yıllara gidiyor) kale, surlar, eski mekan ve yerleşim yerleri şahane, hiç bozulmamış bina ve yollar, savaş müzesi €7 giriş ücretli...
Helsinki, turistler için en pahalı şehirler arasında yer alıyor.
Akşam oluyor, Suomenlinna Adası dönüşü limana yakın şahane, 466 yıllık geçmişe sahip bir kafede, Ravintola Kappeli'de çayımı yudumluyorum, yanımda tercihini Fin birasından yana yapanlar da var tabii.
9 Haziran sabahı şehir turumuz devam ediyor.
Katajanokka bölgesine geçiyoruz. Burası Helsinki’deki bitişik adalardan biri. Küçük bir köprüden geçip şehrin en önemli yapılarından biri olan Uspenski Katedrali’ne varıyoruz.
Uspenski Katedrali yapımı 1868 yılında tamamlanmış şehirdeki en görkemli yapılarıdan biri .
Limandan biraz kuzeye ilerliyoruz ve karşımızda Senate Square var, yani Senato Meydanı. Burası şehrin en önemli merkezi konumunda. Dört bir yanı ihtişamlı binalarla çevrili (hükümete ait binalar) bu meydanın en dikkat çeken yapısı tabii ki Helsinki Katedrali.
Yolda Karayip Korsanları’na rastlıyoruz. Sonra Tangoculara, sonra Sambacılara, Cadı ve Şeytanlara ve Uğurböceklerine ve daha onlarca ilginç giyimli insan, yan sokaklardan meydana dolmaya başlıyor. Süslenmiş arabalar korna çalıyor. Şansa bak, Samba Karnavalı’na rastlamışız; Katedralin önündeki merdivenlerde oturup yüzlerce izleyici ile birlikte geçit törenini izliyoruz. Küçük bir Rio Karnavalı sanki, Karnaval Geçidi meydandan çıkıp Helsinki'nin belli başlı caddelerini turluyor, tam bir şenlik havası...
Şehrin kalbinin attığı en hareketli ve ünlü caddelerden, Aleksanterinkatu Caddesi. Yol boyunca alışveriş mağazaları ve çeşitli dükkanlar bulunuyor. Helsinki Katedrali’nden bu caddeye, Senato Meydanı’ndan ulaşabiliyorsunuz. Karnaval Konvoyu da orada.
Kampen’e varıyoruz. Şehrin yaşayan merkez bölgesi, Forum ve Kampi Center adında iki alışveriş merkezi bulunuyor.
Sibellius Parkı, buradaki tüm parklar gibi çok güzel bir park. Bu parkın önemli kısmı ise "Sibellius Monument". Elia Hiltunen tarafından yapılan bu anıt Fin besteci Jean Sibelius'a adanmış. Biraz ilerdeki küçük kafe pek ünlüymüş, orada oturup, sakin göl manzarasının tadını çıkarıyoruz.
Hesperiaparken ve Toolonlahti etrafında bir yürüyüş yapıyoruz. Helsinki'nin ruhunu hissedebileceğiniz yer burası. Helsinki'de insanlar doğa ile içiçe yaşıyorlar. Onlar, doğanın bir parçası. Toolonlahti gölü etrafında bir yürüyüş yapıyoruz, göl, deniz, yatlar, tekneler, orman, jogging yapan, balık tutan insanlar, kuğular, kazlar ve ördekler, içiçe, birbirine ait ve sanki birbirine tutkulu Helsinki'de...
Helsinki'de geçirdiğimiz ikinci gecenin ardından, sabah, otelin görevlilerinden İzmirli gence burada yaşamak ile ilgili sorular soruyoruz. Sıkılmadığını, huzurlu olduğunu ve memlekete gittiğinde kalbinin yarısı orada kalsa da, migreninin tuttuğunu anlatıyor.
Bugün iştahla beklediğimiz şeyi nihayet gerçekleştiriyoruz. Yeniden marinaya gidip, önünde kurulan açık hava lokantalarında pişirilen kocaman somonlardan bir dilimi, patates, sebze ve içecek eşliğinde mideye indireceğiz. Ortam şahane, fiyat makul, sokak satıcıları temiz ve güvenli,
Gece saatlerinde, Atatürk Havalimanı’nın kapısından çıkıp gürültüsü, tozu, yoğun trafiği ve kalabılığı ile bizi karşılayan güzel İstanbul'a karışıyoruz.