Çarşamba, 05 Eylül 2018 18:05

Burgazadalı Maki 47 yıl sonra yüzmeyi öğrendiği İstanbul'un sularında...

Ögeyi değerlendirin
(1 Oylayın)
Burgazadalı Maki (soldan üçüncü), Arena Aqua Masters Burgaz-Heybeliada etabı sonrasında Burgaz ve Heybeliadalı dostlarıyla... Burgazadalı Maki (soldan üçüncü), Arena Aqua Masters Burgaz-Heybeliada etabı sonrasında Burgaz ve Heybeliadalı dostlarıyla...

20 kilo valiz, 20 dolar ile gittiler;

Adam Georgios Sotiriadis, lakabıyla Burgazadalı Maki, 47 yıl sonra İstanbul'a döndü, yüzme öğrendiği adanın sularına girdi. 47 yıl önce İstanbul'u terk etmek zorunda kalışını anlatan ve 1971 yılında pasaportunun alındığını belirten Maki, "Rum Ortodoks olduğumu kaydettiler. Ailem beni göndermek istedi. O zaman ‘20 kilo, 20 dolar’ diyorlardı: ‘Yarın bu vatanı terk edeceksin. Yanına yalnız 20 kilo eşya, cebine de 20 dolar alacaksın. Tüm eşyaların, paraların burada kalacak.’ Öyle terk etti bizimkiler. Kovdular yani" diye konuştu.

Hürriyet'ten Serkan Ocak'ın haberine göre, Maki, neden gittiğini anlatırken zorlanıyor, “İklim öyleydi” diyor. Geçen hafta doğup büyüdüğü Burgazada’ya geri döndü. Yüzme öğrendiği sularda kulaç attı. Eski dostlarına sıkıca sarıldı. Her şeye rağmen geçmişi unuttuğunu, kırgınlığının olmadığını, Atina Üniversitesi’nde 10 bin öğrencisine de sürekli bunu anlattığını söyleyen Adam Georgios Sotiriadis’le geçmişten bugüne uzandık.

Her zamanki etkinliklerden birine katıldığımı düşünüyordum. Yine bir yüzme yarışı... Bu kez Burgazada’dan Heybeliada’ya yüzecektim. Ancak yarışa katılanlardan biri beni derinden etkiledi: ‘Maki’ lakaplı Adam Georgios Sotiriadis (Babasının adı da Adam’mış. ‘Adamaki’ diyorlarmış çocukken; ‘küçük Adam’ anlamında. Yıllar içinde sadece ‘Maki’ye dönüşmüş bu kısaltma, herkes onu bu isimle çağırır olmuş). Buyurun onun etkileyici hikâyesine...

Maki, Arena Aquamasters Yüzme Şampiyonası’nın bu yıl ilk kez Burgazada’dan Heybeliada’ya yapılacağını duyunca hiç düşünmeden kaydını yaptırdı. Yarışma komitesine eski fotoğraflarını gönderip bu yarışın kendisi için önemini anlatan bir de mektup yazdı. Heyecanını o anlatsın:

“Yarışmayı duyduğumda kalbim şaşırtıcı bir coşkuyla çarpmaya başladı. Bunun birinci nedeni, İstanbul doğduğum yer. Yüzmeyi İstanbul’un sularında öğrendim. Hayatı orada anlamaya başladım. İkinci nedeniyse Adalar Su Sporları Kulübü (Heybeliada) sporun kıymetini ve spor ahlakını öğrendiğim yer. Bugün, gençliğimden yarım asır sonra, bir büyükbaba olarak, eski ve yeni dostlarla, sizlerle sevgi, kardeşlik ve karşılıklı saygı içinde kulaç atmak harika bir duygu. Bunu yaşadığımız için minnettar olmalıyız...”

Eski dostlarına kavuştu

Daha Türkiye’ye gelmeden hayaller kurmaya başladı. Çocukluğuna geri dönecekti. Yüzmeyi öğrendiği sulara, doğup büyüdüğü topraklara kavuşacaktı. Belki eski takım arkadaşlarını da görüp sohbet edecek, eskisi gibi şakalaşacaktı onlarla. Öyle de oldu...

Burgaz’dan Heybeli’ye 3 kilometre yüzüp sudan çıktıktan hemen sonra karşılaştım Maki’yle. Aslında yarış öncesinde organizasyonu yapan Selçuk Demirel bahsetmiş, mektubunu okutmuştu. Fotoğrafını hafızama kazımıştım. Bulmam zor olmadı.

Hemen bir köşeye çekildik. Hikâyesini çok merak ediyordum. Hüzünlenip ağlayacağını sandım. Yanıldım. Hep güldü. Gözleri doluyordu ancak hüzünden değil mutluluktan:

“1953’te Cihangir’de İtalyan Hastanesi’nde doğdum. 1971’de ise tamamen Yunanistan’a yerleştim. Yaşanan olaylar yüzünden gitmemiz gerekiyordu ama adaya hep özlem duydum. Burgazada’da yüzmeyi öğrendim, sutopçu oldum. Bu benim için çok gurur verici. Çok kıymetli insanlar vardı, kulübümüzün ilk başkanı Dr. Ahmet Erbelger’di. Değerli başkanımız 1963’te kulübün açılış konuşmasını yaptığı sırada, açılış sevinci ve heyecanına yenik düşerek orada yaşamını kaybetti. Hasretle anıyorum. Burada herkes kardeşçe yaşadı. Türkler, Ermeniler, Rumlar, Lazlar ve Almanlar... Herkes aynı takımdaydı. Gençliğimiz harika geçti.”

‘20 kilo, 20 dolar’ ne demekti?

Maki’ye neden gittiğini defalarca sormama rağmen sadece birkaç cümle alabildim:

“6-7 Eylül’de küçük bir çocuktum. Burgazlılar kimseyi bırakmadı, o dönemki komiser bizi korudu. Burası bambaşkaydı, ‘Burgaz Cumhuriyeti’ vardı; İstanbul’da ise gayrimüslimlere yönelik başka bir iklim... Artık yaşamak çok zordu. Bazı olaylar oldu 1970’te. 1971’de pasaportumu aldılar. Rum Ortodoks olduğumu kaydettiler. O zaman öyleydi. Sonra verdiler pasaportumu tabii. Ama ailem beni göndermek istedi. O zaman ‘20 kilo, 20 dolar’ diyorlardı: ‘Yarın bu vatanı terk edeceksin. Yanına yalnız 20 kilo eşya, cebine de 20 dolar alacaksın. Tüm eşyaların, paraların burada kalacak.’ Öyle terk etti bizimkiler. Kovdular yani.”

Sonra, daha ilkokul dördüncü sınıfa giderken ailesi tarafından Yunanistan’ın bir adasına yatılı olarak gönderildiğini anlattı Maki: “Dördüncü sınıfa kadar Beyoğlu’ndaki Rum Ortodoks Okulu’na gittim. 1971’de de Yunanistan’da bir adada yatılı okumaya. Ailem de 1974’te terk etti burayı. Kimsenin bunu yaşamasını istemem. Kimse doğduğu yerden gitmek istemez. Ama şimdi bunlar unutuldu. Ben unuttum tüm olanları. Derin kafamdadır ama unuttum ve unutmak istiyorum. Kardeşçe yaşamak istiyorum. Gençliğimi, en güzel yıllarımı geçirdim Burgaz’da...”

Maki, liseyi de yine yatılı okudu. Sonra Atina Üniversitesi’ne gitti, Beden Eğitimi bölümünü bitirdi. Hayatında hep spor vardı. Hem bu yönde bir meslek seçmek hem de akademisyen olmak istiyordu. Yüksek lisansını Amerika’da New York Üniversitesi’nde spor yönetimi üzerine yaptı. Eski sutopçu Nusret Elgin, Maki’den iki yaş büyük. Bilek güreşini de o kazanıyor.

Her kulaç, hayatımın bir karesiydi

Amerika’dan yedi yıl sonra döndü. Mezun olduğu Atina Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. Burada her yıl 300-350 öğrenci okuttu. Aradan tam 30 yıl geçti. Artık birkaç ay içinde emekli olmak istiyor.

Aslında ilk kez 2012’de bir konferans için geldi Türkiye’ye, bazı arkadaşlarını da gördü ama Burgazada’ya ilk gelişi: “Eski takım arkadaşlarımı görüyorum. Seneler sonra burada ilk kez yüzdüm. Her kulaç atışımda bir anım geçti gözümün önünden, her kulaç hayatımın bir karesiydi. Yüzmeyi burada öğrendim. Denizi, suları ‘ilk aşk’ gibi tarif edebilirim. Sevgilinin kucağına gittiğinde ne hissediyorsun? İşte aynısını ben bu sularda yüzerken hissediyorum...”

İstanbul’u görünce korktum

Yıllar sonra İstanbul’u nasıl bulduğunu da sordum Maki’ye. “Korktum” dedi: “Binalar üstümüze gelecekti. Benim zamanımda sadece sahil yolu vardı. Şimdi dağların üstüne kadar binalar var. İstanbul çok büyümüş. Heybeli ve Büyükada çok değişmiş. Heybeli’de adım atacak yer kalmamış, tıklım tıklım. Büyükada’da ise çok turist var. Yine en sakini Burgaz. Adaların bir rengi var ve devlet bunu korumalı.”

Maki’nin kendisi gibi spor eğitmeni bir eşi; 34 ve 33 yaşlarında iki oğlu, bir de 2.5 yaşında Amarilis (bir çiçek ismi) adında torunu var. Babası artık hayatta değil. Annesini ise üç yıl önce kaybetti. Dedesinin yıllar önce Valikonağı’nda bir pastanesi vardı. “6-7 Eylül döneminde dükkânı toz yaptılar” diyor.

Ona son sorularımı telefonla sordum. Şişli’deki Rum Mezarlığı’nda, dedesine dua ediyordu. “Kendisini yalnız hissetmesin, ne zaman gelsem uğrarım” diyordu.

Eski milli yüzücü Eser Gökçay Hatipoğlu’yla Maki’nin yarım asırlık arkadaşlıkları var. Anılarını konuşurken, “O saniye 50 yıl geriye, gençliğimize dönüyoruz” diyorlar.

Şimdi tek bir arzusu var Maki’nin, o da doğduğu topraklarda ölmek... Dedesinin yanına ya da Burgaz’a gömülmek istiyor. “Şu dakika param olsa Burgazada’dan 50 metrekare bir ev alıp yaşarım ancak zor” dedi telefonu kapatırken. Bugüne kadar yaklaşık 10 bin Yunan öğrenciye hocalık yapmış. Onlara verdiği mesajsa hep ‘kardeşlik’ olmuş... Bana da konuşurken kaç kez bu lafı söyledi hatırlamıyorum: “Biz hep kardeşçe yaşadık, en önemlisi kardeş olabilmek...”

 

Maki haberi ve Burgazadası nostaljisi

Bercuhi Berberyan

Henüz, vatan toprağından uzakta ölen Yorguli’nin acısını sindirememişken, yaşattığı buruk nostalji tazeyken, sevgili Halim Bulutoğlu, Maki’yle (Adam Georgios Sotiriadis) ilgili haberi ulaştırdı bana. Onu hatırlayıp hatırlamadığımı ve eski bir Burgazlı olarak, haberle ilgili birkaç satır yazıp yazamayacağımı sordu. Önce bir göz attım tabii yazılanlara. Vay canına, Arena Aquamasters Yüzme Şampiyonası Burgaz-Heybeli yarışıyla başlamış. Ben bunu nasıl kaçırmışım? Öyle çok yüzerdik ki Burgaz’dan Heybeli’ye... Yarışmazdık tabii, keyif için yüzerdik. Dakka bir-nostalji bir. Tipik gazeteci hatalarına takıldım biraz, eh eski alışkanlık. Mesela ASSK Kulübü’nün yanına parantezle “Heybeli” yazmış. Heybeli’de miydi ASSK? Sonra “20 kilo ağırlık 20 dolar” yazmış. 20 değil, 200 dolar olacak. Bu son cümleyi yazınca güldüm ama. O zamanın 200 doları şimdinin 20 doları değerindeydi herhalde. Geçiyorum bunları ama yazmasam çatlardım.

Maki’yi çok iyi hatırlıyorum, yakışıklı çocuktu. O da ak düşmüş saçlarını görmezden geldiklerim arasında olmalı. O da gençlik anılarımı depreştirenlerden. Ve öyle iyi anlıyorum ki yüzmeyi öğrendiği sularda yeniden yüzebilmenin yarattığı o “ilk sevgili” duygusunu... Haberi birkaç kere okuyorum ve yazıyı kapattıktan sonra birkaç cümle gayet belirgin olarak kalıyor içimde -ki okurken sanki o satırlar fosforlu gibiydi. Önem verdiğim sırayla mı yazsam acaba? Okuyucuya, en önemlisi 6-7 Eylül döneminde babasının dükkânı için “toz yaptılar” demesi gibi gelebilir ama o artık çok klasik.

İyi biliyoruz ki o dönemde “toz” olanlar yalnız Rumların dükkânları değildi ve de onlar her şeye rağmen dayandılar, tek tük istisnalar olsa da, vatan bildikleri topraklardan kaçıp gitmediler.

Gidişleri kovularak oldu. Daha acı vericiydi. Onlar gidince soldu zaten İstanbul’un rengi. Ah canım kardeşim o “Korktum” dediğin, “Üstüme gelecekti” dediğin binalar da renksizliğin ‘bonus’u oldu. Sen İstanbul’u özleme. Ada’yı özle. Burgaz’ı özle. O, nispeten korunaklı kaldı. Umarım öyle de kalır.

“Her kulaç hayatımın bir karesiydi” cümlesi var ya? İşte o cümledir bence tüm olayın ana fikri. Çünkü hayat dediğin zaten o karelerden ibaret. Gerisi metraj. En güzel hatırlanan anlardır asıl yaşananlar. Gerisi metraj.

En can alıcısı da “Doğduğu topraklarda ölmek” kavramı... Bu duyguyu iyi tanıyorum. Atina’ya gittiğimde tanık oldum, anladım. Bir dostumun evinin balkonunda duruyordu çuvalla ada toprağı. Ölenlerin mezarına koymak için. Yayası her sabah kontrol ediyordu, kendi ölümüne kadar yetecek mi diye...

Keşke gelebilsen sevgili Maki, keşke bir toprak parçası edinebilsen o sevdiğin, o sevdiğimiz, bize kardeş olmayı, eşit olmayı öğreten güzel adada. Ki sana “affediyorum” dedirten, onun insanı sarmalayan hoşgörülü havasıdır.

12 Ağustos tarihli T24 Haber Sitesi’nden alınmıştır.

Son değişiklik Salı, 18 Eylül 2018 16:43
Yorum yapmak için oturum açın