Yıldızlar var, bir de ay. Ben güneş olmuşum. Annemin diktiği ışıkla değişen turuncu elbisemle -tuvalet o zamanın deyimiyle, ilk tuvaletim- kollarımı açarak çıkıyorum sahneye. Ay, sonra da bir bir yıldızlar kapanıp kayboluyor. Sol bileğimde iki tane yara bandı var, o günüme nazarlık olan.
Komşunun tırtıllı duvarına sürtünen parmağımdan mikrop kapmışım, küçük bir operasyon ve 50 yıldır bileğimde taşıdığım iki küçük iz; iki göz şeklinde -Ne zaman çocukluğumu alıp karşıma konuşmak istesem elim refleks olarak o yara izlerine dokunuyor-. Ama hani bayramımdı benim, hani ben güneştim, hani ben sahnede pek heyecanlıydım?
Biliyorum bugün ‘bayramı olan çocukların ülkesinde’ o iki yara izimin çok daha ağırını yaşıyor çocuklar. Çocuklar ölümlerle, cinayetlerle, tecavüzlerle, şiddetle anılıyor çoğu zaman. Hayatı bayram olmayan çocuklar! ‘Her 23 Nisan’da ille de yağmur yağar’ denir ya, belki de o yağmur mutsuz çocukların gözyaşlarıdır. En cicili bicili giysilerini giyip tören alanlarına çıkan, bir-iki dizesinde takılsa da gururla şiirler okuyan o çocuklardık biz. Tüm çocukların rengârenk giysilerle toplandığı meydanlarda kenardan izleyen annelerimizi görünce içimiz ısınırdı. O zamanlar ada için 23 Nisan çocuklarındı.
Vapurlarda şarkılar söyleyerek gelen gençler -şimdi vapurda birkaç müzisyene bile katlanamıyor birileriDilburnu’na doğru gençlik kahkahalarıyla yol alırdı. Salıncaklar, ip atlamalar, baharla birlikte bakkal dükkânlarına gelen renkli plastik toplarla ‘istop’ oynamalar. Sanki ada gençlerle birlikte kahkaha atardı. Kiliseye doğru o zamanlar hiç de dik gelmeyen yokuşu tırmanıp piknik neşesini taşırdık biz de en tepeye. Halaylar çektiğimiz olurdu.
Komşuların çantalarından envai çeşit yiyecek. Tabi, o zaman komşular vardı. Hani annelerimizin ‘içim daraldı’ diye çat kapı gittiği. O yokuşta ne iplikler uzanırdı renk renk, ne de kâğıt mendiller adak ağaçlarına dönüştürürdü çam ağaçlarını. Pet şişeler arasından akmazdı yokuş. Ne güzel ki daha pet şişeler keşfedilmemiş, sular cam şişelerde satılırdı. Tezgâhlarda dilek ‘nesneleri’ daha düşünülmemiş, Ada mahşeri kalabalıklarla tanışmamıştı. Daha sabahın yedisinde yollar çılgın bir hızda yürüyen, koşturan insanlarla dolmaz, Yörükali’ye direkt motor seferleri uzak bir hayaldi.
23 Nisan bir adak adasına dönüştürdü Ada’yı. O deli kalabalığın içinde, öğrencileri renkli kostümleriyle görebilirsem eğer eski adayı da hatırlıyorum. Sanki çocuklar dışında her şey duruyor bir film karesi gibi, sesler yok oluyor, sokaklar boşalıyor, o gün yine çocukların oluyor. Bileğimdeki yaralara dokunuyorum, bütün çocukları o yaralarımdan seviyorum. Kaybettiğimiz bütün çocukları, gamzesi çalınan bütün çocukları ve bize utanmayı öğreten bütün o çocukları.
Umut etmek istiyorum bütün diğer çocuklar adına. Ne de olsa Nisan bahardır sonunda...