Güz, sonbahar ya da hazan
Oldum olası severim dünyanın sarılı kırmızılı ve de turunculu giysilerini dolabından çıkarıp da salına salına giymesini. Bazılarının içini karartan o yüklü bulutlar, siyahla beyaz arasında gidip gelen tüm o gri haller bende renklere dönüşür. O renkler oku der, seç kitaplarını... Sokaklara çık der, koca kentin sürprizlerine... Yolculuklara çık ve bilmediğin bir kentin güneşi, rüzgârı ya da yağmuruyla yıka yüzünü. Güz, sonbahar ya da hazan, siz hangisiyle seslenirsiniz bilmem, ama benim için baharın diğer yüzü hep güz!
İlk yaprak sararmaya başladığında ya da sen o yaprağı ilk fark ettiğinde ya da balkonunu çevreleyen begonviller toprak rengine döndüğünde yaz tatlı bir hatıradır artık. Güneş çıkar, pastırma sıcakları şaşırtır, Aralık ayında kendini denizde bulursun falan... Ama o ilk yaprak yeşilini verip bir deli sarı ya da kırmızı aldı ya kendine, artık dönüş yok, durmak yok!
Ayağını sürterek gitse de, dönüp dönüp bize baksa da, ağlasa da -ne biliyoruz belki de dökülen yapraklar kocaman gözyaşlarıdır şımarık yazın- yaz bitti gitti işte! Güzü iyi karşılamalı. Hani şımarık dedik ya yaza, güz ailenin en hüzünlü çocuğu. Hep bir yanı kırılgan, bir yanı yalnız…
Yazın o neşeli sakinleri için bir ‘merhaba’ deyip geçilecek uzak bir akraba. Kışın gelişini hatırlatan bu nedenle de davetlere hep isteksizce çağırılan bir yakın gibi. Öyle ya, incecik püfür püfür giysilerle kurulunan bahçeler, balkonlar, restoranlar, kumsaldaki tatlı miskinlikler hepsine ‘bitti artık’ diyor ya güz hem de yüksek perdeden değil, fısıl fısıl, yaprak yaprak, yaz sakinleri niye sevsin onu?
Oysa güz belki de kendi yolculuğuna çıkacağın bir tünel. Anılar, dostluklar, artılar-eksiler, pişmanlıklar-keşkeler, aşklar, unutuşlar... Hepsi o tünelde bir bir karşına çıkar. Eğer istersen o her bir yaprağın rengini dinlersen ve ‘seni seviyorum güz’ dersen... Adanın ya da yaşadığın her neresiyse önüne serilen güz hallerinde içini burkan bir şeyler varsa, belki hayat sana ‘gir o tünele, yürü kendine’ diyordur. Sarı, kırmızı ya da turuncu bir yaprağı bir broş gibi taşıyamıyorsan yüreğinin üzerinde, belki de yeni sözcükler eklemelisin kendine. Sözlüğüne!
Güzü dinleyenler, dinlemeyi bilenler o boş sokakların, boşalan parkların, konuk ağırlamayan bankların, yosunlarla oynaşan kumsalların, zincirlenen kapıların, üstlerine torba geçirilen çiçeklerin anlattıklarını bir bir not ederler. Kış soğutur geçer bahar olur, o bahçelere, kumsallara, çiçeklere, sokaklara, banklara anlatacak hikâyeleri olur. Ve belki de o ilk düşen yaprak, ilk yeşeren yaprağa nöbeti devrettiğinde her yaprağın bir geçmişi olur.
Güz ya da sonbahar ya da hazan dediğin nedir ki zaten, kısa bir hikâye. Hani okursun, kapatırsın ya kapağı ve içinde bir garip sızı, bir nedensiz sevinç, işte tam öyle!