‘Eski radyolar gibi çatıya saklanmış aşk’
Dünya gezegeninde insanlar kendilerini o kadar ayrı sanıyorlarmış ki her şeyden. Örneğin bir radyo nasıl bana benzer diyorlarmış. İnsanların gönlü, kalbi, yüreği bir radyo gibi çalışırmış oysa. Kalp radyomuz, gönlümüz belli bir frekansa ayarlanır ve yayın yapmaya başlarmış. Kalbin, gönül radyosunun esas görevi insanın karşılaştığı tüm insanları, olayları, duyguları, düşünceleri, düşleri titreşim frekans diline çevirip evrene yaymakmış aslında. Evrensel yasalara göre evrendeki her şey titreşimler ile birbiri ile ilişkili ve bağlantılı imiş. İnsanlar titreşimleri ile uyumlu her şey ile karşı konulamaz bir şekilde birleşirmiş. İnsanın kalp radyosunun elektromanyetik alanı titreşim olarak evrene yayılmakta imiş ve insanların tahmin ettiğinde çok ama çok daha fazla kuvvetliymiş.
Ayarlandığı frekans, yayın yapmakta benzer frekans enerji ile buluşur ve müzik başlarmış çalmaya. Cızırtılar insanı rahatsız eder, doğru frekansı bulana kadar ayar yapmak gerekirmiş.
İnsanın kalp radyosu da anne rahmine düşmesinden beri kayıt ettiği bilgiler, kodlar, inanışlar, düşünce kalıpları ve pek çok şey doğrultusunda çeşitli yayınlar yaparmış. Ve o frekanstaki şeyler başlarmış çalmaya... Bazen elem, bazen keder, bazen şiddet bazen, kıskançlık, bazen öfke, bazen hırs, bazen de güzel şeyler.
Yani olumsuz duygu ve düşünce üretildiğinde kalp radyosundan yapılan yayın olumsuz olayları ve kişileri çeker huzursuz, mutsuz tatsız her duygu o yayın yapan kalp radyosunun etrafında o tür olayları somutlaştırırmış.
İnsanlar korkularından arınsa, çıkarsız, karşılıksız ve koşulsuz sevse, kendilerini ve öfkeli olduklarını affetse, kalp radyosu o kadar yüksek titreşimler yayınlarmış ki evrene insanın hayatı ister istemez güzelleşirmiş.
İşin garip tarafı insanlar bu evrensel yasayı bilmez, yok sayar daha da ilginci her gün artarak çoğalan şiddet, tecavüz, gasp, savaşlar, hırsızlıklar ve her tür korkunç olayı izler, bu olayların olmaması için evrene iyi niyetle olumsuz yayınlar yapar, kötülüğü çoğaltmaya istemeden yardımcı olurlarmış.
Kimse dönüp kendisine bakmazmış. Acaba ben bir kalp kırdım mı? Acaba ben yakın bir arkadaşımın buhranını görmezden geldim mi günlük hırslarım için? Acaba ben insanlarla çıkarlarım varsa mı sadece görüşüyorum? Acaba ben kendimi tamamen affettim mi? Acaba ben koşulsuz seviyor muyum en az bir kişiyi? Acaba bütün ilişkilerim menfaat, ego tatmini, kişisel hırslarım uğruna mı kurulu? Acaba çokça dikilen bu gökdelenler, çok katlı sevimsiz binaların betonları kadar aşktan, koşulsuz sevgiden, samimiyetten uzak mı yaşıyorum? Demezlermiş.
Acaba insanlarla bir yarış içinde miyim? Acaba daha güzel ev, daha güzel bir şey, daha çok para, daha çok herhangi bir şey edinmek mi tek derdim? Acaba etrafımdakileri kendimden yukarıda ya da aşağıda mı görürüm hep?
Bu soruları kendisine sorup, doğru yanıtları bulup, nasıl bir titreşim yayını yaptığını sorgulamadan etrafında olup biten kötü şeyleri eleştirmek ise sadece o kötü şeylerin işine yararmış.
Evren artık yorulmuş cızırtılardan, düşük frekanslı yayınların çalınmasından. “YETER ARTIK GÜZEL YAYINLAR YAPIN... FREKANSLARINIZI AYARLAYIN... YÜKSEK FREKANSLI YAYINLAR YAPIN...” diye bir feryatta bulunmuş.
Evet, bir çağ yangınıymış bu yaşananlar, evrenin feryadını duymak gerekirmiş. Kızdığın, öfkelendiğin şeylerin aslında sen olduğunu anlamadan, o acıdan geçmeden, herkes kendi karanlığını kendi aydınlığına teslim etmeden bu yangın sadece daha çok büyür dururmuş.
Peki, bütün bunların şaman davulu ile ne mi ilgisi varmış? Titreşimin, frekansın, evrene yapılan yayınların, eski radyoların şaman davulu ile ne mi ilgisi varmış?
İşte hâlâ bunları soruyorsa kişi, bir Şaman Davulu’nu eline alıp çalması şart olmuş...