Pazartesi, 03 Mayıs 2021 17:06

Adil İzci’yle Söyleşi: “Canım Ada”

Ayşe Sarısayın - Serenad Demirhan
Ögeyi değerlendirin
(8 oy)
Zeyyat Selimoğlu’nun Heybeliada’da yaşadığı eve plaket konulduğu gün, Adil İzci Çiçekli Dağ Sokağı’nda konuşma yaparken (6 Mayıs 2017) Zeyyat Selimoğlu’nun Heybeliada’da yaşadığı eve plaket konulduğu gün, Adil İzci Çiçekli Dağ Sokağı’nda konuşma yaparken (6 Mayıs 2017)

Canım Ada - Adil İzci

Muğla Büyükşehir Belediyesi'nin, gazeteci-yazar Oktay Akbal anısına bu yıl ilkini düzenlediği ve seçiciler kurulunda Hikmet Altınkaynak, Doğan Hızlan, Ruken Kızıler, Aykut Küçükkaya, Zeynep Oral ile Ayşe Sarısayın’ın yer aldığı Oktay Akbal Edebiyat Ödülü'nün sahibi Adil İzci oldu.

Edebiyatımızın farklı alanlarında eserler vermiş olan şair ve yazar Adil İzci, Canım Ada adlı kitabında Heybeliada’daki doğal yaşama ve adalılara ilişkin gözlem ve izlenimlerini, geçmişle de bağlantı kurarak öyküleştirmekteki ustalığı, dile gösterdiği özen, yalın ve içtenlikli anlatımı nedeniyle” ödüle değer bulundu.

Heybeliada Halk Kütüphanesini Koruma Derneği’nden Ayşe Sarısayın ve Serenad Demirhan, Dernek etkinliklerinde birlikte çalıştıkları Adil İzci’yle dergimiz için bir söyleşi yaptılar.

Canım Ada kitabınızla aldığınız Oktay Akbal Edebiyat Ödülü için sizi kutluyoruz. Ada öykülerine gelmeden önce, biraz geçmişe gitmek istedik. Denemelerinizin yer aldığı Ağaçlar Kitabı’nda ve Kuşlar Kitabı’nda doğayla kurduğunuz yakın ilişkiye tanık oluyoruz. Bu kitaplarda başrolde doğa var. Evler ve Sokaklar Kitabı’nda yaşadığınız evlerin, sokakların izini sürerken yine doğa çıkıyor karşımıza. Doğa sevginizin kökleri çocuklukta olsa gerek. Eski Bir Niğde adlı kent monografinize de değinerek neler söylersiniz?

Belirlemeleriniz tam tamına doğru. Ablalarım gibi ben de babamın görev yeri Niğde’de doğdum, büyüdüm. O zamanların Niğdesi doğa varsılı bir kentti. Hele bir vadi boyunca uzanan Kayardı (kaya+ardı) Bağları... Yanı sıra Tepe Bağları... Doğa tutkunluğumun ilk kaynağı oralar... Mahallemizde baharlar, yazlar, hatta güzler boyunca türlü türlü ağacın altında oynadım akranlarımla. Üzerimize cıvıltılar yağa yağa... Doğa kokuları arasında... Sonra sonra Niğde de beton yapılara teslim oldu. Neyse ki bağlar SİT kapsamına alındı da kurtuldu. Bir de otuz yıl öğretmenlik yaptığım Robert Lisesi’nin doğasına değinmeliyim. İstanbul’un ortasında tam bir vaha! Doğa bilincine asıl burada vardım sanki...

Günümüz dünyasında doğa gitgide hırpalanıp hoyratça tüketilirken, sizin metinlerinizde bugünün güzelliklerini bulma, var olan güzellikleri gösterme eğilimi seziliyor; bu yaklaşım geçmişe duyulan özlemin önüne geçiyor. Umutsuzluk, karamsarlık değil de umut var metinlerinizde. Bakış açınızdaki bu farklılığı neye bağlıyorsunuz?

Yine, belirlemeleriniz tam tamına doğru diyeceğim. Gün günden daha da kötü, daha da bezdirici bir dünyada ömür tüketiyoruz. Bu acı durumun tek sorumlusu, biziz, biz doymak bilmeyen insan soyu! Doğa öncelikle kentlerde, sonra da her yerde (madenler, HES’ler vb. uğruna acımasızca harcanan ormanları, dereleri anımsayalım) hızla yok edilirken, elimizde kalanlara, sağda solda hâlâ görebildiklerimize tutunabilmekten özge ne geliyor elimizden? Bir zamanların sayfiyesi Acıbadem bugün bir beton yapı yığını! Otomobil yığını! Bir de benim bunları dile getirmem, karamsarlığı artırmaktan özge neye yarar? Onun yerine, “Bakın, bunlar hâlâ var, bunlara tutunalım!” demek isteği, doğallıkla ağır basıyor. Yeterli mi bu? Elbette değil, ama elimden ancak bu kadarı geliyor.

Canım Ada’da, önceki öykü kitabınız Ada Sularında da başrol Heybeliada’nın; insanlarıyla, mekânlarıyla, en çok da doğasıyla yine. 2013 sonlarında bir süreliğine Adalar’da yaşamaya karar verdiğinizde, çok sevdiğiniz Sait Faik’in adasını değil de neden Heybeliada’yı seçtiniz? Burada geçirdiğiniz yılların ardından, “ada” algınızda değişiklik oldu mu? Dışarıdan bakmakla içinde yaşamak, olumlu ya da olumsuz, neleri değiştirdi? Kuşlar Kitabı’nda, “martı sesleri bana doğrudan hayatın sesleri gibi geliyor” diyorsunuz. Ada yaşamı, hayatın başka seslerini de getirdi mi size?

1980’lerde tam bir Burgazadası tutkunuydum. Özellikle öğrencilerimle gider gelir, ortak bir ev almak hayalleri bile kurardık. 1990’larda mı desem, bir yangın koptu Burgazadası’nda, o canım adanın tepeleri küle döndü. Öyle bir adaya gitmek, hatta uzaktan bile görmek, can yakıcı geldi bana. Bir tepkeyle (refleksle) Heybeliada’ya döndüm yüzümü. 2013’te gelmemde de buradaki dostlarımın, o dostlarımdan birinin kiralanmaya hazır evinin de önemli payı oldu. Ada hayatını rahatlıkla benimsedim, kendime geldim diyebilirim ama uzun sayılacak vapur yolculuğunu doğrusu pek benimseyemedim. Hayal kırıklıklarım da oldu elbet: Her bahar yinelenen mimoza yağması! Öbek öbek mimozanın hoyrat ellerle yağmalanarak, kirli bezlere doldurularak iskelelerde basit bir tecim aracı edilmesi, derin bir yaradır bende. Adalı dergisinde bir yazı yayımladım, Sayın Bercuhi Berberyan da destek verdi ya, kimin umurunda olabildi? Martı seslerinden özge sesler? Oldu elbet. Öncelikle insan sesleri... Bir dolu dost edindim adada... Daha yakından ve daha sık duyar olduğum vapur düdükleri... Rüzgârların uğultusu... Vardır daha...

Heybeliada Halk Kütüphanesi’nin açılma mücadelesindeki varlığınız, özellikle Ada yazarlarıyla ilgili çalışmalarda hissettirmişti kendini. Yaratıcı fikirlerle, etkin bir şekilde katıldığınız bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ne kadar cömertsiniz! Sizler zaten orada son derece atak, son derece yoğun bir sahiplenme sürecindeydiniz. Ben de sizlere ancak ucundan kıyısından katılmak istedim. Sevdiğim bir deyimle devede kulak olabildimse ne mutlu bana: O birilerinin, birilerinin daha göz koyduğu güzelim yapı, bugün bir halk kütüphanesi! Yani en önemli aydınlık odaklarından biri... Bu uğurda emek harcayan bütün dostlarımızı hayranlıkla, evet, hayranlıkla ve gönül borcuyla kutlamak, boynumun borcu... Ah bu salgın bitse de türlü türlü etkinliklerde yine bir araya gelebilsek! Ben hazırım!

Çok sayıda çocuk kitabınız var. Sizi çocukların dünyasına çeken nedir?

İki kız babasıyım. Deniz Olsun Adı kitabım, ağırlıklı olarak onların sözleri ve benim onları gözlemlerimden doğdu. Sonra iyiden iyiye sevdim bu alanda da yazmayı, kitap yayınlamayı. Benden iyi bilirsiniz, yazmanın arındırıcı bir yönü de vardır. Kitaplarınızdan sözgelimi Tahir ile Zühre’nin yazım sürecini bir anımsayın, kim bilir ne kadar keyifli ve mutluydunuz! Ben de en son 2020 yazında, baba evinde adadan büyük esinlerle Bir Martı Ailesi’ni yazdım. Günlerce hayalen de olsa adadaydım. Bitirince öyle bir ıssızlık bastırdı ki! Martı sesleri usul usul eridi ve silindi!

Mavi Kitap’la birlikte derleme çalışmalarına da yöneldiğinizi görüyoruz. Hemen ardından Sabahattin Kudret Aksal’a Armağan kitabı, Dr. Rıfkı Tezcanlı’nın yazılarını derlediğiniz Edebî Bahisler geldi. Geçmiş edebiyatımızı hatırlatma çabanız, genel olarak tüm eserlerinizde görülüyor; metinlerinizde başka eserlere, edebiyatçılara göndermelerle yol alıyorsunuz. Bu süreç nasıl başlıyor, nasıl gelişiyor sizde? Çağrışımları tetikleyen nedir?

Lise 1 öğrencisi olduğum 1968 güzünden beri kendi halinde bir okurum. Okuduğum her iyi kitabın bende mutlaka birtakım izleri kalıyor. Bunu sıcağı sıcağına ayırt ettiğim de oluyor, sonradan anladığım da! Ve bir yeri geliyor, anımsıyorum o izleri: Sözgelimi bir parka giriyorum, usumda Necatigil büyüğümüzün Flüt’ü canlanıveriyor. Ya da bir yerde ansızın bir yüz... Sait Faik’in Barba Antimos’unun yüzünü andıran ne var bu yüzde... Bu anımsamalar, bu denklemeler, inanın büyük mutluluktur bende. Bir okur türlü türlü borcunu nasıl ödeyebilir yoksa? Özel yönü ağır bassa da bunu da söylemem gerekiyor: Ben bunca yıl yazınımızla öyle sanıyorum ki iyice bir ömür sürdüm. Birazcık olsun borcumu ödemeyi denemeliyim.

Son olarak yeni çalışmalarınızla ilgili biraz bilgi alabilir miyiz?

Anılarda Sait Faik, pek yakında elimizde olacak. Sadece ozanların öykülerine yer verdiğim, bu nedenle de adını Ozanın Öyküsü olarak belirlediğim bir kitap da bu yıl yayımlanacak. Yoklar Kitabı adındaki öykü kitabımı bu yaz bir daha ele alacağım. Asıl ağırlık anma ya da anımsatma dosyalarında diyebilirim: Zeyyat Selimoğlu, Agop Arad, Tahir Alangu (yani sizin “Tahir Amca”nız) ve Hüsamettin Bozok üzerine hazırlıklar yapıyorum. Bu derlemeler birer kitaba evrilir mi, ne zaman evrilir bilemiyorum. Ancak önemli birer ülkü hepsi de... Ah, Rauf Mutluay üzerine de eğilebilsem! Ziya Osman Saba üzerine de... Yine benden iyi bilirsiniz, diyeceğim: Kendimizi görevli duyduğumuz, duyacağımız daha nice nice değerimiz var, var ama...

 

Adil İzci 16 Şubat 1954 tarihinde Niğde’de doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini aynı yerde gördü. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nde başladığı yükseköğrenimini aynı okulun Yeni Türk Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. 1980-2010 yılları arasında İstanbul Amerikan Robert Lisesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak görev yaptı. 2013 yılı sonlarından 2016 Eylül ayına dek Heybeliada’da yaşayan Adil İzci, çalışmalarını halen İstanbul’da sürdürüyor. Dil Derneği üyesidir.

Yapıtları arasında Günizi, Su ve Yaprak, Kır ve Gök, “Aşk İmiş”, Haiku’ş adlı şiir kitapları ile Ağaçlar Kitabı, Evler Sokaklar Kitabı, Kuşlar Kitabı, Ada Sularında, Örtmenim, Eski Bir Niğde adlı kitaplar, Mavi Kitap ve Sabahattin Kudret Aksal’a Armağan adlı derlemeler ile çocuklar için yazdığı kitaplar bulunmaktadır.

 

Son değişiklik Çarşamba, 05 Mayıs 2021 13:56
Yorum yapmak için oturum açın