Bu aralar rahmetli annemin çok kullandığı bir sözü ben de sık sık kullanır oldum: “Allah fukaranın eşeğini önce kaybettirir, sonra buldurur sevindirirmiş.” Nasıl? İyi laf değil mi? Ve de pek anlamlı ve genel halimize çok uygun. Aslında ülkenin genel haline de uygun ama ben oralara girmeyeceğim şimdi, gerek yok, ne boşuna iş alayım başıma. Kendi fukaralığımdan örneklemem yeter. Siz de arzu ederseniz kendinizce örneklersiniz belki.
Efendim, dünyanın içinde bulunduğu durum malum. Ne yana dönüp de bir nebze güleceğimizi bilemez olduk. Öyle ki ister istemez küçük küçük mutlulukları fark edip idare ediyoruz ki zaten ancak çok dikkat edince farkına varıyoruz. Geçenlerde bir akşam saat 22 falan gibi mutfağa girdim, baktım ışığı yanmıyor, önce ampul bozulmuş sandım ki onu bile değiştirmek küçük çapta bir eziyet. Tavan yüksek, merdiven koymalı, evde yalnızım, tepelere çıkmaya korkarım, yarını bekleyeyim, peki yarın olsa kim takacak filan falan. Sonra bir de fark ettim ki buzdolabının da ışığı yanmıyor. Aaa, o da çalışmıyor. Bütün odaları dolaştım, prizleri kontrol ettim hepsi tamam, televizyon çalışıyor. Sonra kat kapısını açıp antreye baktım, hımm orası da yanmıyor. Ne demek bu? Bir faz gitti demek. Buyurun bakalım. Allah bilir ne zaman düzelir. Eyvah buzluktaki yiyecekler ne olacak? Malumunuz istediğin zaman sokağa çıkıp gönlünce alışveriş etmek bu kadar büyük sorunken bir de yalnız yaşayınca, mümkün olduğunca çok şey zulalamaya çalışıyor insan. Ne kadar sürer ne kadar dayanırlar? Her şeyi çöpe atmak fikri kâbus gibi... İnternete bakıyorum, hiç açmamak lazımmış, bilmem kaç saat dayanırmış... Bir “filan falan” daha...
Kendi kendime, hiç olmazsa kombi çalışıyor, üşümüyorum, televizyon ve bilgisayar sayesinde sıkılmıyorum, buzluktaki üç beş yedeğim de varsın bozulsun artık diye düşünüp avunurken, gecenin ilerleyen bir saatinde pat diye her taraf kapkaranlık olmasın mı? Yahu geçen ayki yazımda da elektrik kesilirse ne yaparız demişim ha... Başıma geleceği varmış demek. Hadi buyurun bakalım, şimdi bu durumda sabaha kadar bekle ki gelsin. Tabii elektrik kesilince önce ne yaparız? Pencereyi açıp sağa sola bakarız, her yan mı karanlık yoksa yer yer mi kesik diye. Ve de en kötü durum; yer yer kesik. Ne demektir bu? Kısmi arıza söz konusu, artık bekle ki arızanın yeri saptansın, sonra da bekle ki onaracak olanlar gelsinler de o nokta neredeyse onarsınlar da sen de en basit, en ilkel konforlarını geri kazanasın.
Bilgisayarını ve telefonunu şarj yemesinler diye kapatırsın. Mum ışığıyla biraz kitap okumaya çalışırsın, gözlerin haşat olur, ev gitgide soğur, bir süre şallarla falan idare edersin, sonra mecburen yatağa girer zorla uyumaya çalışırsın ki ne mümkün... Sabahı zor ettikten sonra gözünü açar açmaz başucundaki gece lambasına uzanırsın ümitle. I-ıh... tık yok. Eee? Ne olacak? Başka çare var mı? Bekleyeceksin. O gün akşama kadar sık sık birçok vesileyle örnek verdiğim o eski diziyi düşündüm. Hani gelecekte bir gün kozmik bir nedenden dünyadaki tüm elektrikler gidiyor ve insanlık ilkel çağlardaki gibi her şeye baştan başlamak zorunda kalıyor. O diziden bir sahne canlandı gözümün önünde; bin bir zorlukla ancak elde edilen bir şeyleri paylaşma mücadelesinin bir yerinde perperişan bir adam “Siz ne diyorsunuz be? Ben bir zamanlar Google’ın sahibiydim” diyor. Yaa... işte böyle. Yani demek ki normal hayatımızın tüm konforları elektriğin bir anda pıt diye gitmesine bağlı. Ama gün içinde alışageldiğimiz en basit şeyleri yaparken “Allah’ım çok şükür elektriğimiz var” demek gelir mi hiç aklımıza? Tıpkı bir yerimiz ağrımaya başlamadan ya da hastalanmadan “Şükür, iyi ki hiçbir yerim ağrımıyor, hasta değilim” demek?
Sonuç? Ertesi gün akşama doğru tam iyice umudu kesmiş ve iyice üşümüşken birden bire şak diye ışıklar yanınca, aniden kendimi öyle mutlu hissettim ki vallahi gözlerim doldu. Vay be diye düşündüm sonra; bu kadar basit ha? İşte tam o an hatırladım annemin o çok kullandığı sözü. Gerçekten de Allah fukaranın eşeğini önce kaybettirir, sonra da buldurur sevindirirmiş. Şu covid’li günlerin geçtiğini gördüğümüzde de, ki umarım görürüz, böyle mi hissedeceğiz acaba? Tabii pisipisine verdiğimiz kayıplar canımıza tak ettirmezse...
Meğer ne kadar az şeye ihtiyacımız varmış dediniz mi hiç bu günlerde? Üç ayakkabı, iki çanta, iki kaban, iki pantolon, birkaç kazakla kışı geçirdim vallahi. Arada bir dolaplarımı açıp bakıyorum, bu kadar kıyafeti, bu kadar çantayı, ayakkabı ve çizmeyi, bir daha kullanabilir miyim acaba?
Bu arada ikinci aşımı da oldum ve hiçbir şey hissetmedim. Herkese sağlıklı günler dileyerek mi bitirsem acaba? Eh daha önemli bir dilek kalmadı zaten.