Adalar’ın sivil toplum çalışmaları üzerine yazdığım bu kaçıncı yazım, hatırlamıyorum.
Adalar Vakfı yönetimine girdiğim 2003 yılından bugüne kesintisiz yayınladığımız aylık Adalı dergisi bunun tanığı. Daha ilk sayıda, 2003 Temmuz’unda Adalar’daki sivil toplum kuruluşlarını bir araya getirmek için girişimde bulunduğumuz haberi var. Bu girişim dergide “Adalı Sivil Toplum Kuruluşları’nın temsilcileri ile 13 Temmuz tarihinde bir araya geldik. Bu buluşmadan koordinasyonu sağlayacak bir komite oluşumu çıktı.” spotuyla yayınlanmış.
Söz konusu komite uzun süre birlikte çalıştı. Yaptığımız ortak çalışmalar 2004 yılında kuruluş hazırlıkları başlayan Adalar Kent Konseyi girişimine taşındı. Aslında bu talep, 2004 yılı yerel seçimlerinde, Adalı sivil toplumun ortak talebi olarak dile getirilmiş ve hemen tüm partilerin seçim beyannamelerinde de yer almıştı.
Adalı dergisinin 2004 yılı Mayıs sayısında, 2004 Mart yerel seçimlerinden sonra belediye başkanlığına seçilen Coşkun Özden’in, STK’ların davetiyle düzenlediği toplantının haberi var: “Yeni Belediye yönetiminin Adalı STK ve kurumlarla ortak toplantısında işbirliğinin kurumsallaşması için ilk adım atıldı: Adalar Kent Konseyi gündemde...” başlığıyla. Coşkun Özden aynı habere göre “danışma niteliği taşıyan bu toplantıların sık sık yapılacağını, gündeme getirilen ve üzerinde görüş birliği sağlanan konuların Belediye Meclisi’nde ele alınıp yürürlüğe konulacağı” sözünü vermiş.
Verilen sözlerin takibi amacıyla Adalar’daki sivil toplum kuruluşları, su sporları kulüpleri ve meslek kuruluşları Adalar Vakfı’nın davetiyle 3 Ekim 2004 Pazar günü Büyükada Turing Cafe’de (iskele üstü) bir araya gelmişler. Toplantı sonunda Kent Konseyi’nin oluşumu için toplantıya katılan kuruluşların bir bölümünün temsilcilerinden meydana gelen bir çalışma grubu kurulmuş.
Ama aynı ayın sonunda Coşkun Özden seçildiği ANAP’tan istifa etmiş ve AKP’ye transfer olmuş. Ve o güne kadar süregiden bu güzel bir birliktelik, sivil toplum kuruluşları – yerel siyasi aktörler ve yönetim arasındaki işbirliği, güven ortamı derinden sarsılmış ve giderek ortak çalışma ortamının zehirlendiği günlerin de başlangıcı olmuş.
O günden sonra suçlamalar, ayrıştırıcı dil havalarda uçuşmaya başlamış. Ve giderek herkesin kendi kabuğuna çekilip duvarlarını yükselttiği bir döneme girilmiş. Tıpkı 1970’lerin ikinci yarısı ile 2000’lerin başı arasında geçen 30 yıllık “sessizlik” döneminde olduğu gibi.
Yeniden yükselmekte olan duvarları ortadan kaldıracak girişimler olmadı değil.
Yine hemen hepsinde Adalar Vakfı’nın aldığı inisiyatif son derece önemli.
Yerelde sivil toplum ile içinde siyasi yapıların da bulunduğu yerel yönetim aktörlerinin ve yerel kamu yönetiminin ortaklaşmadığı hiç bir girişimin sürdürülebilir sonuçlar vermediği defaten kanıtlanmış, çünkü.
2007 yılında kurduğumuz Adaevi ve 2010 yılında kuruluşunu tamamladığımız Adalar Müzesi de bu ortaklık ve işbirliği arayışlarının, artıları ve eksileriyle Adalar tarihi için önemli kayıtlarını barındırıyor. Her biri çok değerli dersler çıkarmaya aday kayıtlar bunlar. Adalar Müzesi’nin her sergisi, Adaevi bünyesinde gerçekleştirilen her etkinlik de çok sayıda kişi ve kuruluşun ortak emeğiyle hazırlandı. Adalı yayınları külliyatı, Adalı dergisinin tüm sayıları da bu imecenin bir parçası ve geleceğe taşınan ürünleri ve hatta mirası denebilir. Ve kuruluşundan sonra uzun yıllar “yerel kısır siyasetin esiri” olup hareketsizliğe teslim olmuş olan Adalar Kent Konseyi’nin 2014-2019 yılları arasında suskunluktan çıkıp, yönetimi ve tüm çalışma gruplarıyla bir imece havasında sivil toplum içinde yarattığı canlılığa işaret etmek gerek.
Yıl yıl ve uzun uzun saymaya gerek yok. Bütün dünyanın içe kapandığı şu son 15 aylık pandemi günlerinde Adalar’da yapılanları ve yaratılan sivil toplum canlılığını tek tek not etmeye kalksak ne demek istediğim anlaşılır.
Ne ilginç ki, Adalar Vakfı tarafından alınan her inisiyatifi gözden düşürmek için bulduğu “fırsatı” kullanmakta tereddüt etmeyen “köşe kadıları” her zaman olduğu gibi şimdi de ortalıkta.
Üstelik şimdikiler, Adalar sivil toplumunun dibine kibrit suyu dökmek için ellerinden gelen her türlü ihbarcılığı, operasyonculuğu ve tetikçiliği yapmakta olan “jurnalciler”le işbirliği yapmaktan da çekinmiyorlar.
Ne hazin!