Kasımın ilk günleri, yaz günlerini hatırlatırcasına güzel. Önce sağanak yağmur, ardından yirmilere tırmanan günlük ısı ve sis. Hani Aya Yorgi Tepesi’ne çıkıldığında, sisler içinde yüzen adayı göz önüne getirin; öylesine. Birkaç yılda bir tekrarlanan bu doğa olayı bu yıl da yaşandı kasımın ilk günlerinde.
Doğa sonsuz devinimini sürdürüyor. Ufak aksamalar, inkıtalar dışında her şey olağan akışında. En azından adada böyle. Şehrin karmaşası dışına attın mı kendini, sizden-bizden iyisi yok.
Sonbahar renkleri bir baştan bir başa boyadı her yeri. Sarmaşıklar her zamanki gibi gösterişli. Gecikmiş dallarında sanki ilk günlerindeki gibi parlak begonvil çiçekleri olmasa, birincilik sarmaşığın olacak.
Adanın arkası başka alem. Maki deyip geçmeyin. Makilik, bin bir türü içinde barındıran, her mevsim yeşilin başka tonunu sergilemekten çekinmeyen, araya kondurulan kırmızı-beyaz-pembe bezemeleriyle şahane bir tablo sanki. Böylesini Ege-Akdeniz sahillerinde bulursunuz ancak. O da şansınız yaver ise. Bugünlerde pek popüler Likya Yolu üzerinde, ya da Hisarönü- Bozburun Yarımadası’nın kuzey yamaçlarında anlata anlata bitirilemeyen görüntü, hemen bir adım ötemizde, yanı başımızda. Nasıl da şanslıyız.
…
Lafı açıldı ya, söz etmeden geçmeyelim. Likya Yolu, Türkiye’nin son yıllarda çok ilgi görüyor. Birkaç gönüllünün çabasıyla keşfedilen, tanıtılan bu güzel yol, Türkiye’nin en iyi eko turizm parkuru olarak tanımlanıyor.
Eko turizm kavramı bugünlerde pek moda. Turizmi çeşitlendirmek dendiğinde akla ilk gelenlerden. Güzelim sahillerimizi betona boğduk, geriye “el değmemiş” diye tanımlanan, yere göğe konduramadığımız doğal güzergahlar kaldı geriye. Karadeniz’in yaylalarını bile tükettik...
Şimdi eko-turizm diye diye, el değmedik yer bırakmayacağız diye endişeleniyor insan. Orman Genel Müdürlüğü’nün 17 ilde 19 eko-turizm parkuru hazırlığını yatırım programına aldığını duymuşsunuzdur. Birçoğu yaşama geçti bile. Biri de Büyükada’daydı. Büyükada’nın Büyük tur bölümünde zaten bilinen orman-makilik içi patika yolu, devasa tabelalarla işaretlenerek eko-turizme “açıldı”!!!
Likya Yolu’nu bilenler bilir. Oradaki işaretleme kayalara kondurulmuş uzunluğu 20-30 cm’yi geçmeyen paralel kırmızı-beyaz çizgilerden ibarettir. Yerleşim ya da tur başlangıcını gösterir işaret levhaları ise son derece mütevazı, göze batmayan, çok da büyük masraf gerektirmeyen cinstendir. Zaten büyük bölümü de gönüllülerin girişimleriyle, çabalarıyla açılmış ve işaretlenmiştir.
Eko-turizmin ne denli büyük bir ekonomik değer kazandırdığı iddiasıyla yatırım programına çıkan ve gösterişli yollar açıp, işaret levhaları dikenlere ne söylense az…
…
Bakanlıklarımız çalışmaya devam ediyor! O denli çalışıyorlar ki, tüm Türkiye’nin bütün il ve ilçeleri masalarında. Cansiperane bir koşuşturma içindeler. Yerele iş bırakmıyorlar sağ olsunlar. Plan, program her şey onlarda.
Felaketler bile, yetkileri ellerinde toplamak için fırsatları oluyor. Orman yangınlarından çıkarttıkları ders, yereli bypass etmekti hatırlayın. Kendi partilerinin yönetiminde olmayan Belediyeleri tü kaka ilan etmekten çekinmeyerek. Marmara’yı müsilaj mı basmış, fırsat bu fırsat, yıllardır ilgi göstermedikleri, tersine “ihanet” ettikleri itirafında bulundukları çevre konusunda da, bir KHK ile aynı şeyi yaptılar. 5 Kasım tarihli ÖÇK ile, Prens ve Marmara Takımadalarındaki tüm planlama, imar yetkisini kontrollerindeki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na transfer ediverdiler. Amaç yüce: “Marmara’yı kurtarmak.” Üstelik söz konusu adaların Marmara kirliliğine katkısı binde bir bile değilken. Ergene, bütün pisliğini Marmara boşaltmaya devam ediyor ve kıllarını kıpırdatmıyorken, öncelikleri böyle bir kararı almak oldu.
Gülelim mi, ağlayalım mı?