Beş duyumuzdan hangisi daha önemli sizce? Hiç düşündünüz mü? En klasik cevap olarak; “Hangisi eksilirse o önemli olur” denebilir. Tıpkı “Neren ağrıyorsa canın oradadır” der gibi. Oysa insan deneyimlemeden asla bilemez. Ben küçükken bir engellinin ne hissettiğini çok merak eder ve sık sık kendimce denemeler yapardım. Mesela bir kolumu askıya alır, her işimi tek elle yapmaya çalışır, bir süre topallayarak yürür, zaman zaman kulaklarıma pamuk tıkar ya da gözlerim kapalı dolaşırdım. Annemden hep azar işitirdim, birini taklit ediyorum, hafife alıyorum, dalga geçiyorum sanırdı. “Başına gelirse görürsün” derdi. Aslında gayet ciddi olduğumu, empati yapmaya çalıştığımı hiçbir zaman anlamadı. Zaten olan biteni ben de ancak büyüyünce anladım. Empati önemlidir, iyi iletişim ve doğru ilişkiler kurmayı sağlar. Bende bolca vardır ki bunu biraz da tiyatroya borçluyum. Ama fazlaca gelişmiş olması biraz ruha zarar verir. Herkesin acısını ta yüreğinde hissetmek yıpratıcı bir şeydir.
Ne diyordum? Ha... Beş duyumuz. Dokunma duyusunu geçiyorum, biliyorum, felç olmak lazım. Denemek mümkün değil ama gördüm. Koku ve tat alma duyusunu kaybetmeyi birkaç yıl yaşadım, yirmili yaşlardaydım, kolay değil ama korkunç da değil. Yine de iyi ki geçti. Gelelim işitme ve görme engelli olmaya. Ay bu “kör” veya “sağır” dememeye özen gösterme meselesi da yeni çıktı. Bir tek bizim ülkemizde böyle biliyor musunuz? Dünyanın her yerinde köre; kör, sağıra; sağır deniyor. Üstelik kendileri bile, kendilerine öyle diyor. Altı Nokta Körler Vakfı var Kör alfabesi var, Sağır ve Dilsiz Okulu var. Sen söyleyince niye hakaret oluyor ki? Hımm... Galiba popüler olan hakaretamiz argo alışkanlıklarımızdan... “Kör müsün ulan?” “Sağır mısın nesin?” gibi. Ay bi de “Artistlik yapma” var ki akıl sır ermez. Artist, her dilde; sanatçı demek, bizde küfür oldu. Aman ben de tuhafım ha. “Ermeni”nin küfür olduğu bir ülkede nelere takılıyorum böyle. Neyse, saptırmayayım şimdi.
Bakın, bu her yöne sapabilecek uzun girizgâh aslında tam olarak ne içindi. Efendim ben, geçen gün kör olmayı deneyimledim ki ömrüm oldukça unutmam mümkün değil, onu anlatasım var. ‘Karanlıkta yemek’ veya ‘Karanlık İşler’ olarak bilinen ve zifiri karanlık bir ortamda gerçekleşen bir etkinliğe katıldım. Yedi yıldır sürmekte olan bu etkinlik önceleri Galata’daki bir mekânda gerçekleşmekteyken şimdi Sanayi Mahallesi’ne taşınmış. Burada, yemek, tiyatro, konser, anma, edebiyat toplantıları gibi birçok sosyal etkinlik karanlıkta yapılıyor. İçeri girmeden telefon, saat, gözlük hatta çantalar elinizden alınıyor. Önce yarı karanlık bir odaya alınıyorsunuz, duvarlarda fosforlu resimler var, üstünüz başınız, beyaz olan her şeyiniz parlıyor. Sonra dörderli gruplar olarak, kör bir yol göstericisinin önderliğinde, birbirinizin omuzuna ellerinizi koyarak, ayaklarınızı yerde minik minik sürüyerek, trencilik oynar gibi dalıyorsunuz karanlık sonsuz bir boşluğa. O karanlık var ya o karanlık, tokat gibi çarpıyor yüzünüze, sonra kayboluyorsunuz.
Amaç farkındalık yaratmaksa, öyle bir farkındalık ki bu tanıdığın bütün kör insanlar bir bir geçiyor aklından, gözlerin doluyor ilk şoktan ve panikten nice sonra. Görevliler ki hepsi görme engelli, senin sarsak yürüyüşüne karşın koşar adım dolaşıyorlar etrafta. Yemek günleri, servis yapıyorlar, bir şeye ihtiyacın olursa parmağını şıklatıyorsun, hop diye geliyorlar. Ama 2,5 saat tuvalete gitmek yok. Bizim gittiğimiz gün, önemli bir müzik adamı olan Gomidas’ı anmak için düzenlenmiş, enstrüman çalanlardan bazılarının kör olduğu, bariton Artür Bağdasaryan’ın solistliğiyle bir Sayat Nova Korosu konseri etkinliği vardı. Zaten benim böyle bir olaydan haberdar olmam da sevgili Artür sayesinde olmuştu. O öyle alışıktı ki ortama, gezerek şarkı söylüyor, arada yanımıza gelip dokunuyor ve garip bir güven duygusu veriyordu. Zira hâkim olan yalnızlık ve kaybolmuşluktu. O gece yemek yoktu. İyi ki. Kesin içinden çıkamazdık. Bir masanın önüne oturduk birer kadeh şarap ikramı vardı elimizin uzanabileceği mesafede, yalnızca ona ulaşıp, dökmeden almak ve dudaklarımızı bulmak bile zordu.
İçeri girerken klostrofobi duygumun beni esir alacağından çok korktum ki kendime inanılmaz telkinler yaparak teğet atlattım. Ah böyle mi algılıyorlar dünyayı? Zor kardeşim, çok zor. Biz en karanlıkta olduğumuz yerlerde bile öyle simsiyah olmuyor etraf. Gözümüz alışıyor bir süre sonra. Bir ara “Bir la sesi verir misiniz?” dedi biri. “Ah” dedim, “işte uzay boşluğu” evrenin sesi ‘la’ imiş ya... Ama orada bile uzaklarda yer yer yıldız pırıltıları vardır, bu bambaşka bir karanlık. Böyle doğup büyümek de zor, sonradan kör olmak da... Birkaç kör dostum var benim, her biri geçti aklımdan, en çok da Berrak, canım arkadaşım. Onun sayesinde ilişkim oldu bu karanlık dünyayla. Kitaplarımı seslendirdim onlar için, hatta Ankara’daki Altı Nokta Eğitim Merkezi’nde bir söyleşi ve imza günü gerçekleştirdik birlikte. O da inanılmaz bir deneyimdi ya bu bambaşka. Ne kadar tarif etseler anlayamıyormuşum meğer. Bu korkunç bir çaresizlik hissiydi. Berrak’a göre işitmemek görmemekten daha büyük bir dertmiş ama bunu kafam alamadı bir türlü.
Bulunduğumuz yerin boyutunu asla kavrayamadım. Tüm sesler olağanüstü büyüdü. Bir ara kulaklarımı kapattım. Ne kadar zaman kaldığını hesaplayabilmek için şarkıları sayıyordum. O mutlak karanlığa tahammül edebilmek için de sık sık gözlerimi kapatıyordum. Biliyor musunuz, gözümüzle göz kapağımız arasında, ışıklı anılar, resim kayıtları varmış meğer... Rahatlatıyor. Bir de açtığında belki görürüm kandırmacası avutuyor herhalde. Kim bilir...
Her şey bittiğinde yani yine trencilik oynar gibi salondan çıktığımızda, oradaki loş ışık, güneş gibi geldi bana. Sokakta, gecenin karanlığında “Görüyorum ben” diye bağırasım vardı durmadan. Hep yakındığım miyopluğum bile ne kadar küçük bir sıkıntıymış meğer. “Bir kere de yemekli bir geceye gelmelisin” dediler. Söz veremedim. Bir daha göze alır mıyım o panik hissini, o kaybolmuşluğu... Bilemedim.
Ülkemizde görme engellilere sağlanan birçok imkân var. Yüksek eğitim alıp kariyer sahibi olabiliyorlar. Neler becerebildiklerini görünce hayran olmamak mümkün değil hele de bir kere böyle bir deneyim yaşarsanız. Ama hele bir kere de gözlerinizi bağlayıp yamru yumru kaldırımlarda bir yürümeye, yaya geçidinden karşıya geçmeye, otobüse binmeye çalışın da bakın neler oluyor. Şükredin dostlar bedensel bir engeliniz yoksa şükredin. Dünya, pislikleriyle bile güzelmiş meğer.
www.karanliktayemek.com sitesine bir göz atmanızı öneririm.