Sevgili Okurlar, havalar ısındı, beklenen 2017 yaz mevsimi, nihayet geldi.
Geçen ay içerisinde yazlıkçılar, tatilciler, emekliler, yerli-yabancı turistler Büyükada’ya gelmeye başlamıştı. Onların ihtiyaçlarını karşılayacak süper marketler, süper raflarını süper fiyatlarla donattılar. Şahıs malı ve ticarethanelere ait iki, üç, dört tekerlekli nakil vasıtaları depolardan çıkarıldı; tozları alındı, farları parlatıldı, aküleri dolduruldu, Adamız da doldu, dopdolu oldu.
Bu heyecanlı gidişatın paralelinde, hummalı bir faaliyet gösteren hizmet erbabı, kış mevsimine nazaran daha üstün bir çaba sarf ederek canla başla çalışmak üzere hizmete hazır.
Yapıcı düşüncelerle, iyimser görüşlerle, geçen yıldan daha güzel bir yaz mevsimi geçirileceği ümit eden, Ada’yı seven gönüllü dostlarımızın kurdukları gönüllü dernek üyeleri ‘sakin ve huzurlu bir yaşam’ hedefine ulaşılabileceği inancıyla, Ada’yı ihya etmenin arzu ve heyecanları, had safhada...
Ve insan hakları, kadın hakları, çocuk hakları, engelli hakkı, temiz hava solumak hakkı, hayvan hakkı, doğaya saygı hakkı, çevreyi koruma ve temiz tutma hakkı, serbest dolaşım hakkı, ticaret yapmak hakkı, ihtiyacı olanların motorlu vesaitle seyir hakkı gibi çağdaş düşüncelere dayandıran bazı sivil kişi veya resmi kuruluş, çoğu zaman kendi menfaatine uygun seçtiği, kalıbına sokmayı becerdiği, kulağa hoş getirdiği tekliflerin tümünün aynı zamanda tatbik edilmesini arzulamakta.
***
Yıl boyu Ada’da ikamet eden nüfusa ilaveten, baharın gelmesiyle kalabalıklaşan esnaf sınıfı, sıcak aylarda otelleri dolduran yazlıkçıların ve hafta sonu gelen tatilcilerin ilavesiyle ihtiyaçları karşılamaya çabalayan lokantacılar, kebapçılar, dondurmacılar, hatıracılar, şapkacılar, arabacılar, bisikletçiler, yolları işgal ederlerken, ticareti fazlasıyla canlandırmak için, ek olarak günü birlik turizmi geliştirme propagandası da yapılmaktadır.
Şüphesiz ki Ada herkesindir. Ekonomisinin gelişmesi için turizm da gerekli. Halkın günlük ihtiyaç malzemelerini, erzakını, evlere dağıtacak vasıtalar da gerekli. Zehirli gaz üreten, ilerlerken yerleri titreten, kulaklarımızı, beyinlerimizi, ruhumuzu sarsan, ciğerlerimizi zehirleyen ağır tonajlı kamyon ve liftler de gerekli. Hatta erzakımızı evimizin kapısına kadar getiren, ilerlerken sinir bozucu keskin bir siren sesi üreten bisikletten bozma üç tekerlekliler de gerekli.
Öbür yandan, tabii varlıklarımızı ve doğayı korumak gerekliliğinde ısrar var, yangına karşı çamlıklarda tedbir almak gereklidir deniyor, Anıtlar Yüksek Kurulu denetimindeki ahşap binaların değişime uğratılmaması için kollamak gerekli, gürültüden rahatsız olan kişilere karşı saygılı davranmak gerekli. Biri birlerine ters düşen bunların hepsi gerekliyse, en önemlileri, daha az önemlilerinden kim ayıklayacak? Gürültülü yerde dinlenenler veya günübirlikçilerin elinden doğa nasıl kurtarılır? Turizmi kamçılamakla bunlar bağdaşır mı? Bu çapraşık durum nasıl düzelir?
***
Amaçları değişik olan elliden fazla derneğin öngördüğü spor, inanç, musiki, edebiyat, felsefe türü değişik idealler taşıyan üyeleri, köşe-bucak dolaşarak Ada’yı keşmekeşten kurtarmanın çaresini aramağa devam etmekte...
Her tür sivil toplum kuruluşunun yararlı olduğunu kabul etsek de, her bir kuruluş, kendi amaçlarının tahakkuku için azami güçle savaşırken, biri birilerine zıt düşen fikirler yüzünden rekabet edercesine biri birilerini çekememekte ısrarlı iseler, bir neticeye varılamaz.
Büyük bir heyecanla bel bağladığımız ve modern bir oluşum varsayılan, tüm resmi kuruluş başkanlarıyla tüm dernek başkanlarından teşekkül eden Kent Konseyi’nin yaptırım gücü yok; çalışmaları, tavsiye, öneri sunmaktan ileri gidemiyor.
Gönüllü ‘Adasever’ dostlarımızın tertip ettiği toplantılar bitiminde de, ele ilk alınması öngörülen maddeler, ya ele alınamıyor veya sonradan beklenmedik manilerle karşı karşıya kalınıyor.
Unesco’ya müracaat girişimine güvenmek ne derece doğru? Yıllarca, eli kolu bağlı verecekleri kararı mı bekleyeceğiz?
Bilmem hatırlar mısınız? Yıllarca evvel Büyükada’da, “Adaları kurtarma” gayesiyle sempozyum adı altında günlerce süren toplantılar tertip edilmişti. Hatta Kınalıada doğa ve spor turizmine; Burgaz Adası kültür turizmine; Heybeliada sağlık turizmine; Büyükada kongre ve inanç turizmine tahsis edilmesi teklifi konuşulmuş, buna benzer laflar dolaşmıştı ortalıkta. Uluslararası yat limanından, devasa imar hareketlerinden, balıkları kaynayan bir Marmara’dan dahi söz ediliyordu o günlerde.
Akademik bilgilerle donatılmış, adaların yabancısı olan yetkili kişiler, kitaplardan, ansiklopedilerden naklettikleri, üniversitelerdeki genç mezunların tezlerinden topladıkları verileri, istatistikleri, saatlerce kürsülerinden okudular. Sözcükler ve rakamlar havalarda uçuştu. Demeç dinlemekten, soru-cevap izlemekten bıkan misafirler, dışarı çıkıp bol bol çay-kahve içip sahile kadar inerek temiz hava aldıktan sonra salona döndüler ve güneş batınca, şehirden gelenlerle birlikte, geldikleri gibi, iz bırakmadan Ada’dan ayrıldılar. Adalılar da evlerine dönüp yattılar.
***
Aradan yıllar geçti ve Adamızı karmaşadan kurtarılması veya gelişmesi için hedefin ne olduğu bugüne kadar bana anlatabilen bir dost çıkmadı. Büyükada’dan ne yapmak isteniyor?
Bir yazlık sayfiye yeri mi? Çepçevre kumsal plajların ağırlıklı olacağı güneşlenme yöresi mi? Tekne seyir rıhtımı veya yat limanı mı? Nefes-göğüs açıcı çamlık bölgesi mi? Lezzet meraklıları için bağ-bahçe-şaraplı gurme merkezi mi? Sahil lokantaları beldesi mi? 1850’lerdeki gibi basit bir balıkçı köyü mü? Bar-disko-taverna adası mı? Üniversite, eğitim, müzik, güzel sanatlar kasabası mı? Spor, vücut geliştirme, psikolojik destekli zayıflama-şişmanlama kliniği mi? Kongre merkezi mi? Filim çekme platosu mu? Düğün elbisesi satanların reklâm amaçlı foto stüdyosu mu? Yayalara mahsus sokakları olacak sayfiye-gezi dinlenme köyü mü? Özel bisiklet parkurlu ada mı? Nostaljik faytonlu mesire yeri mi? Envai marka küçük elektrikli vasıtaların yarış pisti mi?
Çepçevre sularla sarıldığımız için halkın bedel ödemeden denize girebileceği bir cennet mi veya giremeyenlerin üzülmemeleri için deniz görüntüsünü en aza indirmeye gayret edilen özel kara parçası mı? Ahşap nadide köşkler müzesi mi? Emeklilerin bastonla gezebilecekleri ‘altın yaş’lıların huzur yeri mi? Bebeklerin pusetle gezdirilebileceği dadılar köyü mü? Sokaktan geçenlerin köşklerin bahçelerini seyretmemeleri için bilhassa hava dolaşımına mani olan parmaklıkları uyduruk malzemeyle örterek hapishane veya mafya yuvası gibi gizli işlerin döndüğü intibaını veren esrarengiz ada mı? Söylentilere göre Bizans kalıntıları varmış, görünmeyen harabeleri tasavvur ederek, tarihi unvan kazanmak için ören yer mi diyelim?
1870’lerden sonra buharlı gemilerin sefer yapmalarıyla önem kazanan gencecik geçmişi olan Adamız birden bire, arkeolojik sit mi olsun? Müze ağırlıklı ada mı diyelim? Nostaljik hatıralar saklı romantik ada mı diyelim? Üç semavi dinin beşiği mi diyelim? Değişik inançtaki kişilerin serbest ibadet yeri mi? Özel adak tepeli ada mı? Her gün sorma gir rahatlığı ile kendini turist addeden kişilerin aylak aylak gezinme yeri mi? Maymun iştahlıların kısa süreli veya kaçak aşk yaşamak isteyenlerin adası mı? Slow citta (Yavaş şehir) mi veya hızlı yaşam yeri mi?
Hepsi birden ise, vay halimize!
Çağdaş dünyamızın insanı, “ben her işi yaparım” diyene artık itibar etmiyor. Bir özellik bekliyor, bir ihtisas arıyor.
Karamsar değilim, gördüklerimi, hissettiklerimi yazdım ve neticede iyimserim, çünkü yazdıklarımın yalnız birkaç maddesi seçilip kabul görse, ne ala...
Lakin ardından arta kalacak “gereksiz” “gerekliler” tamamen yok edilmezse, Büyükada’mız, bir daha çözümlenemeyecek bir düğüm halinde, içine kapanmış, gençliği solmuş, özellikleri kaybolmuş, unutulmuş bir hayalete dönüşecek ve ileriki yıllarda, kitaplarda yazılmış yirminci asrın ilk yarısında yaşanan güzelliklerin doğruluğuna inanan olmayacak.
On beş milyonluk İstanbul’un yirmi beş dakikalık mesafesinde bulunan, Ulu Yaradan’ın bir lütfü olarak beşeriyete bahşettikleri bu kara parçasını, tabii özelliklerinden yararlanarak bir cennete çevirebilmek varken, insan eliyle adi bir kenar kasabasına çevrilmesi, kadirbilmezliktir, çok büyük bir kayıptır.
Tanrı Ada’ mızı korusun!
Not:
Sayın Nilgün Refiğ Pala’nın geçen ay bu derginin ‘Kardeş Adalar Hydra’ makalesinde: ‘Yelkenlilerin dizili olduğu limanda, yolcu ve yük taşımacılığı için 5-6 katır bekletiliyor’ cümlesinden, 1917 yılı anlatılıyor sanmıştım, meğer 2017 imiş!