Bir grup Adalı gezgin olan bizler bu defa kendimize yakın bir hedef seçtik. Sonbaharın güzelliklerini yaşamak üzere Bolu yöresinde dolaştık.
28 Ekim sabahı yola çıkarak ilk önce Abant’a uğruyoruz. Göl kenarındaki restoranda manzara eşliğinde öğle yemeğini yedikten sonra biraz yürüyüş yapıp yola devam ediyoruz ve akşamüstüne doğru Mudurnu’ya varıyoruz.
Daha önce de kalıp çok sevdiğimiz Hacı Şakirler Konağı’nın misafirperver sahibi Mehmet Cantürk ve hamarat eşi ve kız kardeşi tarafından sevgiyle karşılanıyor ve odalarımıza yerleşmeden önce ikram ettikleri elde açma tepsi böreğini demli çay eşliğinde sofadaki kuzinenin karşısında tadıyor ve yorgunluğumuzu üstümüzden atıyoruz.
150 yıllık konağın odalarına yerleştikten sonra ilçeyi dolaşmaya çıkıyoruz
Bolu il merkezine 52 km uzaklıktaki Mudurnu İlçesi eski Türk evleri bakımından önemli bir özelliğe sahip. Yeşilin hâkim olduğu ilçede bulunan 165 adet ev ve 8 Cami, çeşme ve hamam olmak üzere toplam 173 adet mimari değeri yüksek yapı nedeniyle “Kentsel Sit Alanı” ilan edilmiş. Türk sivil mimarisinin en güzel örneklerinden biri ise Armutçular Konağı ve Keyvanlar Konağı’dır. Ana gelir kaynağı tavukçuluk olan Mudurnu’da bayanların hünerle işlediği iğne oyası da önemli. Ayrıca pişmaniye adıyla bildiğimiz Mudurnu Saray Helvalarının üretim merkezi. Demirciler çarşısında demirciler hünerli elleri ile demire şekil veriyorlar. Mudurnu yakın çevresinde yer alan kaplıca hamamları ile de ünlü.
Mudurnu, milli tarihimizde önemli bir yere sahip bir belde olup Cumhuriyet’imizin kurulmasında halkın verdiği üstün destekle tanınıyor. Cumhuriyet bayramımızı burada kutlamak bizim için çok anlamlı oluyor.
İlk Türk yerleşiminin Selçuklu döneminde başladığını bildiğimiz Mudurnu, Samsa Çavuş ve Köse Mihal’in rehberliğinde Osmanlı Beyliğinin ilk topraklarına katılır. I. Murat Döneminde, Osmanlı Devletinin ilk düzenli ordusunun temeli olan “Yaya Örgütünü” oluşturan ve yine Osmanlının ilk Maliye Hazine örgütünü kuran Halil Hayrettin Paşa (Çandarlı Kara Halil) Mudurnuludur, daha sonra Osmanlı’nın ilk veziri olacaktır.
Yıldırım Beyazıt döneminde yapılan Yıldırım Beyazıt Camii (1374) ve Yıldırım Beyazıt Hamamı (1382) altı yüz yıldır ayakta durmakta. Fetret Devri’nde güvenli bir Osmanlı beldesi olmuş. Ancak 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması sonrasında Anadolu, işgal edilmeye başlanmıştır.
Mudurnu ve yöresindeki yurtsever güçler, Osmanlı Teşkilatı Mahsus Lideri Kuşçubaşı Eşref öncülüğünde 30 Mayıs 1919’da “Mudurnu Redd-i İlhak Cemiyeti”ni, 20 Ekim 1919’da “Mudurnu Müdafa-i Hukuk Cemiyeti”ni kurarlar. Anadolu isyanının alevlenmeden söndürülmesini amaçlayan İtilaf Devletleri ve Osmanlı saray yönetiminin siyasi ve dini etkisi ile örgütlenen Hilafet ve şeriat yanlısı kuvvetler, 21 Nisan 1920’de Mudurnu şehir merkezini basarak, Kaymakam Ali Nail’i ve Savcı Salih Zeki Bey’i hapsederler. Kaymakamlık makamına çevre köylülerinden Hacı Hamdi’yi oturturlar.
Kuva-i Milliyeciler şehri terk ederler. 4 Mayıs 1920’de Mudurnu’ya gelen Çolak İbrahim Bey kuvvetleri Mudurnu’yu hilafetçilerin elinden kurtarırlar. Çevre köylüleri tekrar toparlayan Düzce ve Bolu isyancıları 13 Mayıs 1920’de tekrar Mudurnu’yu kuşatırlar. 13-14-15 Mayıs günleri boyunca devam eden çatışmalar sonrasında, şehir halkı topyekûn Kuva-i Milliye saflarında yer alır ve hilafet kuvvetleri dağıtılır.
Mudurnu sokaklarında yürürken rastladığımız tarihi konaklar, cami ve hamamlar zaman yolculuklarının bu gününde bize bu yaşanmışlıkları anlatır gibiydiler.
Hacı Şakirler Konağı’na geri dönüp yöresel tatlardan oluşan yemeğimizi keyifle yerken geleneksel Türk müziği icra eden sanatçı çifti dinliyor; içli ve neşeli şarkılara biz de katılıyoruz. Konağın taş duvarlı yemek salonunda leziz yemekler ve sıcak sohbet gecenin ilerleyen saatlerine kadar sürüyor.
Ertesi sabah Mudurnu’yu gezmeye devam ediyoruz. Güneşli havanın tadını kahve keyfi ile çıkarıyor, Demirciler Çarşısı’ndan el işi cezve ve iğne oyası alışverişi yapıyoruz. Çarşı içindeki etnografya müzesi ve kültür evinde Cumhuriyet’in ilk yıllarına ait Mudurnulu aydınların siyah beyaz fotoğraflarını seyrediyor; hep birlikte İstiklal Marşı’mızı okuyoruz. Öğle yemeğimiz fırınlanmış kuzu ve iç pilav…
Yemek sonrası doğa gezisine çıkıyoruz, Gölcük’te eşsiz göl manzarası eşliğinde yürüyüş yapıyoruz. Akkaya travertenlerini görüyor Akmina maden suyundan içiyoruz. Otel’e dönüp yöresel yemek eşliğinde sohbetli, şarkılı bir akşam daha yaşıyoruz.
30 Ekim sabahı misafirperver ev sahiplerimize veda edip yanlarımızda yöresel lezzetler, doyurucu bir köy kahvaltısından sonra yola koyuluyoruz. Sünnet gölüne uğruyor yürüyüş ve kahve keyfi yapıyor, bir sonraki molamız Göğnük’de öğle yemeği yiyip ilçeyi geziyor, Araklı’da son alışverişleri yapıyor, ertesi günü oyumuzu kullanmak üzere İstanbul’a geri dönüyoruz.