Van Gogh ile Munch’un eserlerini büyük ölçüde bir araya getiren, uzun süredir beklenen sergi Van Gogh Müzesi’nde açıldı.
Serginin merkezini her iki sanatçının eserlerindeki örtüşen noktalar oluşturuyor.
Bu benzersiz sergide 100’den fazla sanat eseri (yaklaşık 80 tablo ve 30 kadar çizim) gösterilmekte.
Munch’un “Çığlık”ı ve Van Gogh’un “Rhone Üzerinde Yıldızlı Gece” gibi çok ender ödünç verilen başeserler tüm dünyadan toplanarak müzenin yeniden açılmış sergi kanadının ilk gösterimini oluşturuyorlar.
Radikal Öncüler
Her ne kadar Munch, Van Gogh’tan 10 yaş daha genç olsa da kariyerleri hemen hemen aynı zamanda 1880’de başladı. Her iki sanatçı da doğdukları ülkelerde doğacı ressamları, duygusal konuları ve kısıtlı paletleriyle örnek aldılar.
İki sanatçı da başlangıç olarak geleneksel motiflere çok kişisel bir tarzla yaklaştılar. Sergi, “Patates Yiyenler” (Van Gogh) ve “Sabah”(Munch) gibi çok yalın bir dürüstlüğü yansıtan bu ilk yıllara ait tablolarla başlıyor. Bu eserler o dönemde anlayışsızlık duvarına çarptılar ve her iki sanatçı da kendi topraklarında daha fazla yol alamayacaklarını fark ettiler.
İkisi de birbirinin peşi sıra, yeni ve modern olan her şeyin, empresyonizm ve puantizm gibi yeni akımların geliştiği, avangardın buluşma noktası olan Paris’e gittiler.
Munch ve Van Gogh yeni tarzlar ile kendi sanat stillerini yaratabilmek için alabildiğine deneyler yaptılar. Yüklendikleri misyon; her türlü gelenekten koparak sanatın radikal modernleşmesiydi.
Evrensel duygular
Her ikisi de sanatlarını hepimizin sorduğu ama kimsenin bir cevap bulamadığı varoluşa dair sorulara adadılar. Bütün sert, ulaşılamaz ama aynı zamanda güzel yanları ile insanın varoluşuna dair yüce duygular bu soruların merkezinde duruyordu: Doğum-ölüm çemberi, korku ve endişe, insanın acı çekişi, teselli, umut ve sevgi.
Eserlerinin bütünü içinde, “Yıldızlı Gece”, “Çığlık”, ”Hasta Çocuk” ve “Madonna”(Munch) ya da “Augustine Roulin”, “Fırtınada Buğday Tarlası” ve “Hastane Bahçesi” (Van Gogh) gibi en önemli eserleri bu temalar üzerinedir. (Bir yıldız ile umudun ya da bir kırık dal ile ıstırabın ifade edilmesi gibi)
Sanatlarının içerdiği duygu ya da düşünceyi en güçlü bir biçimde ifade edebilmek için, Munch ve Van Gogh kullandıkları resim araçlarını en aşırı noktalara taşıdılar.
Renkleri tuvalden adeta fışkırıyor, form ve çizgiler ise vurgulanıyorlardı, gerçekliği yalınlaştırmışlardı.
Kullandıkları karmaşık tekniklere rağmen sonuç çoğu zaman çok sade görünüyordu. Eserleri çok erişilebilir ama aynı zamanda çok da karmaşık ve derin bir insani içeriğe sahipti: Hem kalbe hem de akla hitap ediyorlardı.
Yenilenmiş teknikler ile evrensel temaların birleşimi bizi günümüze kadar derinden etkileyen resimler yarattı. “Sarı Ev”de Van Gogh Güney Fransa’nın aşırı sıcağını vermek için keskin renk zıtlıkları kullandı. Munch ise “Ölü Odası”nda boğucu bir atmosfer yaratmak için perspektifi ve mekân duygusunu bozdu, çarpıttı.
Van Gogh ve Munch sayısız mektup, günlük bölümleri ve edebi metinde de duyguları ve yaşam deneyimleri üzerine yazdılar. Bunların çarpıcı örnekleri Munch’un “Çığlık” üzerine resimlendirilmiş metninde olduğu gibi sergide görülebilir.
Eserlerin bütünselliği
Van Gogh’un “Ayçiçekleri” ya da Munch’un “Vampir”i gibi tabloları tek tek eserler olarak biliriz. Ama Aslında onlar bir serinin parçası olarak düşünülmüşlerdir. Her iki sanatçı da resimlerinin birbirini tamamlayan ve açıklayan bir bütün olmasını amaçlıyorlardı. (İkisi de onları ‘senfoniler’ olarak adlandırmıştı.)
Munch’un en ünlü seri resimleri “Levensfries” insanın doğumdan ölüme kadar varoluşunu resmettiği ve yıllarca üzerinde çalıştığı eserleridir. Van Gogh ise Güney Fransa’daki Arles’de “Sarı Ev İçin Dekorasyon” (bunları arkadaşı Paul Gauguin’in gelişinde odalarının duvarları için düşünmüştü) olarak adlandırdığı seri resimlerini yaptı.
Sergideki en son salonda bu iki seri, iki ruh arkadaşı arasındaki artistik diyaloğun kapanış eseri olarak bulunmaktadır.
Amsterdam Van Gogh Müzesi’ndeki sergi 17 Ocak 2016 tarihine kadar görülebilir.