Alkışlar çok defa düşünülmeden verilen bir tepki, hatta algılama olmadan verilen geçici bir toplum refleksi olabiliyor. Her zaman beğenildi veya anlaşıldı manasına gelen akılcı bir kıstas değildir.
Alkışlamalar ya samimi veya yapmacık oluyor. Samimi olanlar, iltifat, takdir, teşekkür, tebrik gibi güzel ve müspet duygular ifade etse de, diğeri şakşakçılıktan öteye gitmeyen bir gürültüdür.
Herkes alkışlanmayı sever. Bebekler bilhassa, anasının kuzusu yaşında yaptığı şen hareketler, saçmalıklar, yaramazlıklar, büyükleri tarafından alkışlanırken çocuk sevincinden daha da coşar, daha da alkış bekler.
O sıralarda, yakınında bulunan kıskanç bir teyze, havayı soğutmak için: “Bu da marifet mi, benim torunum Tosun’un yaptıklarını bir görseniz, onun gibisi yok” dediğinde, diğer muhalif hanım sözü keserek: “Bırak seninkini; sen benim torunuma bak! Benim Bilgiç’im iki aylık olduğu günden beri bilgisayar kullanıyor!”
Bu şekilde konuşan, fazla pişmiş olgun hatunlar, gelen tebrikleri torunlarının hesabına yatıracaklarına, kendi bencil gururlarını tatmin etmek için tahsil ederler.
Kim ki ben “alçakgönüllüyüm; alkış, tebrik sevmem” derse, inanmam, herkes bundan hoşlanır, herkes iltifatlarla okşandığında sevinir. Bunu bilen her kişi, hak edeni alkışlar.
Lakin gereken yerde alkışı esirgeyen, kibirli kişilere de rastlamaktayız. Bu tür pasif veya ruhsuz kişiler, kendileri için alkışı hak edecek herhangi bir sahada gayret göstermeyen mutsuz kişiler olsa gerek.
Şakşaksız büyüyen bir çocuk, buluğ çağında hırçın, geçimsiz, anarşist, nefret besleyen bir kişi olur. Ta ki onu pohpohlayacak, belki de aslında var olmayan bir meziyetini, varmış gibi şişirecek olan, karşı cinsten birine rastlayacağı güne kadar.
Ya rastlayamazsa? İşte o zaman kötü adamların nezdinde medet umar; ağlarına takılır, o tür çevrelerde meşhur olmaya yeltenir, kumarın veya esrar satıcılarının avucuna düşer, zehire alıştırılır, onu temin etmek için hırsızlığa, parayı bulmak için de cinayet işlemeye kadar gider veya gerilla savaşçılarına katılır.
Uğruna patlatacağı bomba ile kendisi ölecekse dahi, onu bu işe teşvik ve sevk edenler tarafından alkışlanacağından emin olarak etrafı kana boğar.
***
Son yıllarda, okullarda ve değişik derneklerde ‘hobi’lere ayrılan saatler, genç istidatlıların yaratılışlarında saklı sanatsal yönleri açığa çıkartmakla beraber, uğraş verdiği sahada alkış toplayıp kendisini ispatlamaya yöneliktir. Bilindiği üzere, sanat ve sanatkârlar alkışlarla yeşerir ve gösteri günü heyecanı bu hevesle, hasretle beklenir.
Daha ne istenebilir ki? Hem çocuk sevinir, hem ailesi iftihar eder, hem de öğretmeni!
Ben çocukken, annemiz, kardeşlerin yaptığı bir el işini, değerli bir esermiş gibi, bütün aile efradını etrafına çağırıp iftiharla gösterdiğinde, nasıl da böbürlenirdik.
Lakin kardeşlerden her birine yöneltilen alkışın dozunu ise çok iyi hesaplamak gerek. Zira kıskançlık tehlikeli boyutlara varabilir. Habil, ümit ettiği takdiri görmeyen kıskanç kardeşi Kabil tarafından öldürülmemiş miydi?
Öğrencilik yıllarımda coğrafya öğretmenim, dersi anlatamamama rağmen, kendisi benim yerime sınıftakilere anlatıp bana “aferin” diyerek yerime oturttuktan sonra, bu dersi nasıl da sevmiştim; hem coğrafyayı, hem de öğretmenimi.
Yersiz şak şak’lar ise insanı şımartır, her yaptığının doğru olduğunu sanmaya başlayan zavallı kişi devamlı alkış bekler. Saçmalıklarına o da inanmaya başlarken, umduğu ve gelmeyen alkıştan dolayı insanlara küser.
Fakat erkeğini çalıştırmak için kadınların, eşinin meziyetlerini şişirip pohpohlaması mubahtır. Zira bu yöntemle hem adam gururlanır hem de hanım, istediğini elde etmiş olur.
Bir de alkış toplama hastalığına tutulanlar var. Köşe bucak dolaşıp hazırladığı gösteri veya serginin propagandasını ısrarlı bir şekilde yapan veya gerekenden fazla reklam yapılmasını isteyen ve de gösteriden sonra hakkında kâfi derecede duyuru yapmayanlara sitem eden, şak şak beklemek hastalığını yakalamış kişiler var.
Şak şak’lanmak hevesiyle, siyasi veya sivil toplum derneklerinin yöneticilik mertebesine ulaşmak için haklı veya haksız dirsek sallayanlar oluyor. Hatta alkışları toplamak için ifrat derecesine varacak derecede rakiplerini lekeleyip iftiralarda bulunmak, çoğu zaman şak şak heveslisi hastalığından değil mi?
Mevcut olan bir birliği, olay yaratarak kendisi için ikinci bir başkanlık makamını ihdas etmek için bölmeye yeltenenler…
Veya başkan kalabilmek için aynı ideolojiye sahip başkalarıyla birleşmemek için ayrımcılıkta ısrar edenler…
Birleşseler, açıkta kalacak olan bazı ‘başkan’ların fiyakası sönecek, konu komşuya, eşine dostuna, sevgilisine rezil olacak… Lakin birleşseler, kuvvet doğacak… Anlatabilirsen…
Geçenlerde Büyükada’da gezinirken bir dostum yolumu kesti: “Viktor’cuğum, şu adamızın haline bak, yeni bir oluşum için seni de yanımıza almak istiyoruz” dediğinde, istihza ile başımı sallayarak yoluma devam ettim. Zira öğrendiğime göre, dört buçuk adacığımızı kalkındırmak için kırk sekiz oluşum varmış adalarımızda; aynı gaye için alkışlanan 48 başkanımız!
Tarih sahifelerinden uyarlanmış, dünya opera repertuarlarına girmiş birçok eserde, alkış ve mevki heveslilerinin makamlarını muhafaza etmek için başvurdukları incelikleri seyrettiğimizde, eğlenerek alkışlarız. Hayat tekerrürden ibaretmiş!
Bir sorum var: Doğum günü pastasının mumlarını bir nefeste üfleyerek söndüreni alkışlarız da, son nefesini vereni neden alkışlarız?
Son zamanlarda, cenazelerin ardındaki alkışların ne manaya geldiğini ben bir türlü kavrayamadım. Biri çıkıp bana izah etse sevinirim.
Adamcağız zaten ölmüş, olup bitenlerden bihaber derin uykuda, duymuyor! Merhuma “diril, kalk geri gel, tekrar yaşa” mı denmek isteniyor?
Sahne gösterilerinde “bir daha, bir daha, tekrarla” manasına gelen alkışlara karşılık, çok kere bir ek atraksiyon sunar sanatçı. Bazen de koltuğundan ayağa kalkan seyirciler, ısrarla alkışlamaya devam eder, halk bir türlü salondan ayrılmak istemez. Müthiş bir haz…
Bazı klasik müzik konserlerinde, dinleyiciler arasında bulunan ‘çokbilmiş’ kişi, parçayı ezberden bildiğini etrafa göstermek niyetiyle eser bitmeden alkışlamaya başlar. Gösteri sonlanmadan evvel başlayan bu tür alkışlardan, oldum olası hoşlanmam. Teşekkür ve iltifat yerine sanki sahnedekilere: “Yeter, kesin artık; bir an evvel eve gidelim” der gibi oluyor.
Bu acayip kişilerin zıddı, eseri tanımayan bazı klasik batı müziği dinleyicisinin, klasik parçanın kısım aralarında veya zor bir pasaj sonrasında, heyecanla sanatkârı alkışlamak arzusunu belirtmesidir. Caz konserinde, operadaki bir arya sonrasında, bu kabul görse de klasik batı müziği eserinin kısım aralarındaki alkışlar, tonaliteyi kırdığı gibi dinleyiciyi ve bilhassa sahnedeki sanatkârları rahatsız eder.
Nitekim son gittiğim Kadıköy Süreyya Salonu’ndaki klasik müzik konserinin basılı el programında, yönetimin güzel bir uygulamasını gördüm. Dinleyicilerden, ‘kısım aralarında alkışlanmaması’nın yazılı ikazını okudum. Eseri tanımayan veya programı okumayanlar bundan sonra göze batacak demek.
Benim en haz duyduğum alkış şekli, dinleyiciyi tesir altında bırakan ve düşünce mekanizması işledikten sonra, alkışlama ihtiyacı ve hacmi hakkında muhakemenin neticesine varıp beynin ellere emir verene kadar geçen kısa bir zaman dilimindeki bir anlık sukutla, sanatkâra karşı beslenen saygıyı gösteren alkış şeklidir.
Konser veya konferans bitiminden sonraki bir iki nefes boyu sessizlikten sonra gelen alkışlar en değerli alkışlardır.
***
Plaket törenleri de camiamızda başlı başına bir soysallaşma olayı yaratmaktadır.
Derneklerde ‘plaket’ modası çıkalı beri, alkışlama furyası katlanıyor, Biri plaket sunulurken, diğeri de plaket seyircilere gösterilirken. Oscar şöleni gibi...
Oscar’lılardan yıldız’lık mertebesine ulaştıktan sonra, gözden ırak kalmış, unutulmuş alkış toplama müptelalarından, depresyondan dolayı intihar etmiş nice ‘alkış kurbanı’ sanatçının var olduğunu tasavvur edebiliyor musunuz?
Dünyaca ünlü piyanistimiz Fazıl Say, konser bitimindeki şiddetli ve coşkulu uzun alkışlardan sonra otel odasına çekildiğinde veya dönüş yolundayken hissettiği yalnızlığı, ne güzel kelimelerle anlatıyor ‘Yalnızlık Kederi’ kitabında.
Bir de alkış beklemeyen, alkışın sesini duymak istemeyen, adını belirtmeden vakıf kuran, fon yaratan, yardım kurumlarına sessizce yardım eden, vicdanı pak hakiki hayırsever insanlarımız var.
Hepimizin, böylelerini sessizce ve kuvvetle alkışlamamız gerek.
Sessizliğimiz, kendilerine ulaşacak elbet.