Salı, 01 Aralık 2015 13:31

Türk Musikisi hayranı ve Heybeliada sevdalısı Nikiforos Metaxas’ı kaybettik

Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

02 nikoforos 280x 

Heybeliada, İstanbul ve Türkiye usta müzisyenini kaybetti…

21 Kasım 2015 tarihinde tedavi gördüğü Süreyyapaşa Hastanesi’nde yaşama veda eden Nikiforos Metaksas, sevenleriyle, dostlarıyla, ailesiyle ve Adalılarla 24 Kasım 2015’te Samatya’daki Aya Kostantinos ve Eleni Kilisesi’nde yapılan cenaze töreniyle sonsuzluğa uğurlandı.

Törende yıllarca birlikte müzik yaptığı arkadaşları sevdiği iki eseri hüzünle icra ettiler.

Niko’nun kurdurduğu ve isim babası olduğu Heybeliada İlm-i Musiki Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Faruk Berksan, dostuna törende yaptığı anlamlı ve hüzünlü konuşmasıyla veda etti. “Adamızın ve Müziğimizin renkli siması Niko’yu hep güzelliklerle hatırlayacağız. Sevgili Niko, Sen rahat uyu. Hatıranı, ideallerini yaşatmak için elimizden geleni yapacağız.”

Tören, eşi Vassiliki Papageorgio’nun konuşmasıyla bitti. Yol arkadaşı için son sözlerini şöyle ifade etti: Sevgili Niko, hep bir derviş gibi dolandı durdu yeryüzünde. Şimdi gökyüzünde bir derviş olarak dönmeye devam edecek. Güle güle Niko…


Nikiforos Metaksas’ı dostları Haber Türk Gazetesi’nden Murat Bardakçı ve Leman Dergisi çizeri -Gönül Adamı- Güneri İçoğlu yazdılar

 

Murat Bardakçı

Çok önemli bir kültür adamını kaybettik

03 nikoforos 280xGazetelerin magazin sayfalarında ve internette hemen her gün bir ”ünlüler resmigeçidi” vardır. ”Ünlü sanatçı”, ”ünlü işadamı”, ”ünlü yazar”, ”ünlü bilmem neci”, vesaire...

Bahisleri geçen zevatın aslında tamamına yakını öyle ”ünlü” falan değildir, sadece mevsimlik magazin figürüdürler ve var olduğu iddia edilen şöhretlerini de sanatlarına yahut bilgilerine değil başka özelliklerine borçludurlar.

Geçen gün internet sitelerinde yine böyle bir haber çıktı: “Ünlü sanatçı Nikiforos Metaxas hayatını kaybetti” deniyordu. Metaxas hakkında diğer siteler de “usta müzisyen” yahut “ünlü şarkıcı” gibisinden sıfatlar kullanmışlardı.

Arkadaşım olan Nikiforos Metaxas “ünlü” değildi, hatta çok dar bir çevrede tanınırdı, son derece önemli ama kıymeti maalesef bilinmemiş bir kültür adamı idi!

Ben, Niki’yi bundan otuz-otuz beş kadar sene önce, rahmetli Nezih Uzel’in Üsküdar’daki evinde tanıdım.

Gerçek Entelektüeller

04 nikoforos 280xO evde kimler olmazdı ki... Tekkelerin henüz kapatılmadığı seneleri bizzat yaşamış yaşlı ve gerçek müzisyenler, İstanbul’un ortaya çıkmayıp gölgede kalmayı tercih etmiş kültür insanları ile hakiki entelektüelleri, sufizme merak salıp dünyanın dört bir tarafından İstanbul’a gelmiş yabancılar, vesaire... İmparatorluk devrinin son günlerini yaşamış olan büyükler el-ayak çekilince tarih kitaplarına girmemiş olan hadiseleri anlatırlar, dinî ve lâdinî müziğin düzgünü orada icra edilir, bazı sohbetleri ve icraları Nezih ile banda kaydederdik.

Evin müdavimleri arasında Niki de vardı. Vefatından sonra internet sitelerinde iddia edildiği gibi Atina’ya yerleşmiş İzmirli bir Rum ailenin çocuğu falan değildi, Zimbabwe’ye yerleşmiş varlıklı bir aileye mensuptu; annesi arazi zengini idi, babası armatörlük yapmış ama sonradan her nedense parasız kalmışlardı. Kefalonya’da doğan Niki gençliğinde orada balıkçılık yapmış, sonra dünyayı dolaşmaya başlamış ve yaşamak için İstanbul’u seçmişti. Dostluğumuz zamanla ilerledi. O zamanki hanımı Maggy ile beraber Çengelköy’deki Aya Yorgi Kilisesi’nin meşrutasında yaşarlar ve Niki gayrı resmî zangoçluk yapardı. Senede bir defa Zimbabwe’ye gider, ailesinden kalan birkaç küçük arazinin gelirini toplar, onunla geçinmeye çalışırdı ama eli gayet açık olduğu için hep maddî sıkıntı çekerdi ve bir türlü anlaşamadığı kişiler de Türkler değil, her nedense Yunanlılar ile Rum cemaatiydi!

Hayatı sadece musiki idi! Yunan, özellikle de Bizans musikisini iyi bilirdi ve hayali Türk ve Yunan musikilerinin beraberce icrası idi. Şimdilerde çok kişinin hayran olduğu Rebetika, Niki’nin gözünde ”pespaye bir Yunan’ın arabeski” demekti ve hep ciddi musiki için çalıştı. Bunun için gruplar kurdu, bir ara Nezih Uzel ile daha sonra başka gruplarla Türkiye’de ve Türkiye dışında konserler düzenledi ama hayalini bir türlü bir hâle koyamadı ve Heybeliada macerası da onun için tam bir hayal kırıklığı oldu.

Ni-Pa-Vu-Ga’yı O öğretti

05 nikoforos 280xBen, imparatorluk senelerinde dünya kadar Türk şarkısının Bizans notasyonu ile yayınlanmış olduğunu Nikiforos’tan işitmiştim. Bu yayınlara merak saldım, tamamına yakınını temin etme imkânını buldum ama tam bir dert olan Bizans notasını, daha doğrusu Hrisantos Sistemi’ni bilmeden bu konuda çalışıp ortaya doğru dürüst bir şeyler koymak imkânsızdı ve imdadıma Niki yetişti. Seksenli senelerde karda-kıyamette gittiğim Aya Yorgi Kilisesi’nde zar-zor ısınan sobanın başında Maggy’nin demlediği çayları yudumlarken Nikiforos’un bana ”Do-re-mi-fa-sol-la-si”nin Bizans’taki karşılığı olan ”Ni-pa-vu-ga-di-kezo”dan başlayarak Bizans notasyonunu ve bu eski medeniyetin musikisini meşk ettiği anlar hep hatırımdadır. Bizans notası ile yayınlanmış Türk şarkılarının kataloğunu da Niki’den o kış günlerinde haftalar boyunca öğrendiklerim sayesinde neşredebilmiştim. Yunanistan’da bugün çok sayıda Türk Müziği grubu varsa, Türk ve Rum müzisyenler senelerden bu yana birbirlerinin musikilerini icra ediyorlarsa, bu nağmeler köprüsünü kuran kişi sadece Niki’dir!

Yukarıda da söyledim: Nikiforos Metaxas öyle “ünlü” biri değildi ama gayet “önemli” bir kültür adamıydı ve İstanbul’un çok az kişinin bildiği nadir bir rengiydi!

Toprağı bol olsun, dinince dinlensin...

 


 

Güneri İçoğlu (Leman Dergisi çizeri)

Rûzhâ bâ sûzhâ hemrâh şod… (Günler yanışlarla yoldaş kesildi)*

06 nikoforos 280xBu sene zorlanarak, gözyaşları içinde yazdığım kim bilir kaçıncı yas yazısı bu… Böyle durumlarda nasıl kuruluyor cümleler, nasıl bulunuyor kelimeler anlamıyorum?.. Bir içgüdü oldu artık bu tür yazılar, zira dergiciyiz, kendimizi bildik bileli… Matbaa durmaz, kelimeler bekler bizden. İçimiz yansa da dilimiz kurusa da o an bin defa ölüp dirilsek de böyle durumlarda tek güvendiğimiz kâğıttır ve vefakâr kalem… Onlar tanır bizi ve derin üzüntümüze rağmen sessizce alırlar gereken cümleleri yanmış yüreğimizden… Ve işte rindane bir dostumuz daha ebediyete göçtü, Nikiforos Metaxas’ı yitirdik.

Otuz küsur sene önceydi, henüz çoğu şeyin mana ile tartıldığı günlerdi… Belki de o vakitler her şey bana öyle görünüyordu. Uzun yıllardır çizdiğim Gönül Adamı tiplememin algı rahmime ilk düştüğü zamanlardı… Henüz tanımadığım bu coşku serüveninde neye olan sevgim ve merakımın beni çektiği Galata Mevlevihane’sinde sema töreninde gördüm onu. Beyati Mevlevi Ayini okunuyordu, üçüncü selamın Şems-i Tebriz’le başlayan beytindeydik. Neden bilmem bir ara gözümü huşu içinde dönen semazenlerden kaydırdım ve bir köşede gözyaşları içinde esmer, zayıf birini fark ettim. Ayini dinlemiyor, yudum yudum içiyordu sanki pek etkilenmiştim. Yabancı biri olduğu belliydi duruşundan. Ayin boyunca ara ara gözüm takıldı, neydi onu bu hale getiren? Farsça olan ayin sözlerini anlaması mı, feryat eden ney sesi mi yoksa Mevlevihane’nin her boyuttan azat olmuş derinliği miydi? Ayrıca neşe içinde ağlaması tuhafıma gitmişti, dudakları gülümsedikçe, gözünün kenarındaki yaşlar daha çok çoğalıyordu…

Daha sonra neye olan merakım öğrenme arzusuna dönüştü ve kapı dolaşarak öğretecek birilerini aramaya koyuldum, fakat ayrılıkları anlattığı söylenen bu ilahi sazla ilgili maalesef sadece ayrılıklar bölümünü öğreneceğimi nereden bilebilirdim ki? (Ez cudâyîhâ şikâyet mîkuned…*) Böylece Merhum Nezih Uzel Bey’in evinde yapılan musiki provalarına gittiğimde yine gördüm o Mevlevihane’deki gözü yaşlı adamı… Bu kez tanıştım, Nikiforos Metaksas… Zimbabwe’den gelmiş Yunan asıllı bir müzik aşığıydı, dünyanın birçok yerinde yaşamıştı, dediğine göre bulduğu bir kasetten büyük üstat Niyazi Sayın’ın ney taksimlerini dinledikten sonra İstanbul’a gelip yaşamaya karar kılmıştı. Bilen bilir, özellikle o demlerden üflediği Beyati Taksim’i onu buraya uçurup getiren dev kanatlardı. Çok iyi derecede birkaç dille birlikte sokağın, tabanın dilini bilmesinin yanı sıra en yukarı tavanın dili Antik Yunanca’ya da vakıf olması… Bitmiyordu ilginç yönleri… Ben çizgi işiyle uğraştığımı söyledikten sonra onun çizgi roman konusunda bildiklerini duyunca hayretten donakalmıştım. Anlaşılan çizgi hayatıma yeniden başlamam gerekecekti Nikiforos’tan sonra… Dünya ustaları Moebius, Hugo Pratt, Manara ve Enki Bilal’i bu kez beraberce okuyabilerek onunla tekrardan tanıyacaktım. “Bana gel, çok çizgi var bende…” dedi. Böylece birkaç gün sonra verdiği adrese gittim. Hüdaverdi Sokak, Aya Yorgi Kilisesi, Çengelköy… Üçte ikisi Boğaz’dan geçen yol genişletilmesinde gitmiş, sadece küçük üçgenimsi bir bölümü kalmış bu kilisenin yolun karşısındaki ciğerciden bakılınca fresklerdeki Bizans ters perspektifi gibi üç tarafı birden görülebiliyordu… Nikiforos kilisenin bahçesindeki çok eskiden ilkokul olan kırmızı tuğla binanın en alt katında kalıyor ve kilisede mugannilik, yani ilahi okuma görevi yapıyordu. Kilisenin ağır demir kapısını bana tarif ettiği şekilde açtım, içeri girdim ve on sene boyunca dışarı çıkamadım o dünyadan…

Bir öğrenme bahçesiydi bu… Nikiforos’un Amerikalı eşi Magi’yle kaldığı evi İskenderiye Kütüphanesi gibi görünmüştü gözüme, Platon’lar, Plotin’ler, Eski Yunanca aslından ilk defa gördüğüm nice felsefe kitapları, müzik enstrümanları, nota arşivleri, cilt cilt, gıcır gıcır çizgi roman albümleri, hangisine bakacağımı şaşırmıştım. Bu adamın birbirinden uzak ya da yakın bütün bu bilgilerle iç içe olması, internetin, gogılın olmadığı o günlerde nasıl şaşırtmazdı insanı?.. Tabii ki çok geçmeden kendimi defter ve kalemimle bu bahçede buluvermiştim Eski Yunanca, İngilizce, felsefe, teoloji ve müzik öğrenmek üzere… Çılgınlar gibi çalışıyor, yazıyor, çiziyor öğrenmenin bile nasıl olduğunu öğreniyordum. Bir yandan da elimizde şah neyler, gece-gündüz gayretle üfler dururduk. Böylece demler demleri, gamlar gamları kovaladı Boğaz’ın akan sularında…

Tanıştıktan hemen sonra Aynoroz Manastırlarına gittik beraber, o zamanlar Osmanlı devrinden beri oraya ilk defa bizden birinin ayak bastığını söylemişlerdi etrafımı saran rahipler beni birbirilerine göstererek… O günlerde henüz Yeni Yunanca’yı bilmediğim için çat pat Eski Yunanca anlaştım rahiplerle. Manastırlarda bir müddet kaldık. Nasıl unuturum, bir gün balıkçı rahip, Nikiforos ve ben paraketeyle balığa çıktık sandalla… O sabah kutsal kitaplardaki gibi sandalın tepeleme balıkla dolması nasıl da coşturmuştu beni. Fakat hepsinin manastırın kilerine depolanıp bize defne yapraklı kuru fasulye vermelerine çok şaşırmıştım… O balıklar zor vakitlerde dostlar için demişlerdi. Gördüğüm en ilginç yerlerden biriydi, para kullanımı yasaktı bu özerk bölgede…

07 nikoforos 280xÇok iyi ağırlandığımız manastırlardan ayrıldıktan sonra ben tek başıma Yunanistan’ı dolaştım, bütün antik yerleri tek tek gezdim. Artık o mermerlerdeki antik yazıları okuyordum yavaş yavaş. Domates tarlalarında günlük 5 Drahmi’ye çalıştığım oldu ara sıra. Bir Akdeniz akşamında Olympia antik şehri yakınlardaki domates tarlasından yorgun dönüp biz işçilere ayrılmış bahçe bölümünde yatağımda dinlenirken ortaokul öğrencisi bir kız çocuğunu ödev olarak yüksek sesle Antigone tragedyasını çalışırken duyduğumda yorgunluğuma rağmen kalkıp onunla birlikte ödevi çalışmıştım, ne büyük keyifti… Evrenin bu Dünya gezegeninde belki de o günlerde gelmiştim geleceğim yere ve sadece bu anlar için bile değerdi o günleri yaşamaya…

Döndüğümde Nikiforos bekliyordu beni, çalışmaya öğrenmeye devam ettik. Bir süre sonra bir çizimimden dolayı yargılanıp 10 ay ağır hapis cezası aldım. Böylece acı dolu aranma ve hapis yıllarım başlamıştı. Çaresiz, kilisenin bahçesinde gizleniyordum. Dergiden de ayrılmış perişan bir haldeydim fakat yine de iştiyakla öğrenmeye devam ediyordum. El yazım düzgün olmalıydı, dil öğrenmenin kuralı bu diyordu, notaları da elimizle yazmalıydık. Dahası ezberlemeliydik yazarken, hatta büyük muganni Petros Peloponisios’un hapiste güvercin tüyünü damarına batırıp kanla yazdığı Vişne İlahileri gibi kırmızı yazmalıydık… O günlerde Nikiforos bir plak çalışması düzenliyordu Bosporos grubu adı altında. İşte bu plağın içine koyulacak nota ve arşiv kitabını kırmızı mürekkep ve divit uçla yazıyordum her gün. Dışardaysa harıl harıl aranıyordum hapse konulmak için. Gerçi nota kitabı siyah-beyaz basıldı, şaşırdık ama ne çare, zaten o günlerde her şey siyah-beyaz olduğu için bu denli gerçekti ya neyse… Böylece uzun bir süre gizlenip temyiz mahkemesinden de ret gelince artık dayanamayıp hapse teslim olmaya gittiğimde, “yer yok, hapishaneler dolu” denilince bu kez de hep birden hapse girmenin yollarını aramaya koyulduk. Nihayet bir torpil bulup hapse girebildim. Bir ay sonra mucizevi bir af çıktı ve tekrar döndüm Çengelköy’e… Ardından her şey yoluna girdi ve Güzel Sanatlar Akademisi’ne ara verdiğim yerden devam edip bitirdim. Bu kilisenin bahçesinde öğrendiklerimle sanat tarihinde yüksek lisans yaptım.

Bu ıstıraplı gizlenme günlerinde bir kış günü kilise bahçesinin dışına çıkmış ve Nikiforos’la Cihangir’de dergideki dostlarımı görmeye gitmiştik. Nikiforos beni dostlara bırakıp Çengelköy’e döndüğü gece Üsküdar’da yanaşan vapurdan atlarken denize düşmüşü. Neyse ki hemen kurtarılmış ve vapura alınmıştı araya sıkışmadan. Asıl ilginci sefer Üsküdar’da son bulduğu halde kaptanın Nikiforos’u don-paça battaniyelere sarılmış halde Çengelköy’e kadar koca vapurla götürmesiydi. Vapurdan atlayamayana İstanbul’da oturma izni vermezler diye onca sıkıntı içinde ne çok gülmüştük… Eline aldığı Neyzen Tevfik ve Aşık Veysel kasetini vapur ve iskele gibi yan yana koyup açıp kapayarak günlerce anlatmıştı her gelene, “like this, vapur bu şimdi, iskele şu, bu deniz, ben down, I was nearly dying…”

Ah be Nikiforos… Hayatımda tanıdığım en iyi soba yakan birkaç kişiden biriydi. Sobayı müzik aleti çalar gibi yakardı, kanundan iyi soba çalardı desem yeridir. Maşayla altına vurur açar, üstüne vurur ateşi kısar, yandan, önden maşa müdahaleleriyle virtüözite boyutunu çıkarırdı kızgın sobayı kış gecelerinde… Mangal ateşinde de yamandı. Bunlar da öğrenilmesi gereken şeylerdi ve ileride birçok kez beni kurtaracaktı Boğaz ayazlarında… Bir gün mangalda lüfer yaparken kedinin aniden kaptığı sıcak lüferi hızla kedinin ağzından geri alıp tekrar mangalın üstüne koyması beni hayretlere gark etmişti… “Kirlenmedi mi balık?” dediğimde verdiği cevabı hiç unutmam, “ Ateş her şeyi temizler!..” Akdeniz coşkunluğuydu onunki…

90’ların başında fikir ve sanat ayrılığı yollarımızı da ayırdı… O organizatör olarak açılmak, plaklar, cidiler çıkarmak, konserler vermek yolundan gitti. Ben de kapanmak, Olympia’da o Akdeniz akşamında Antigone tragedyasını çalışan küçük çocuğun gizemli derinliğinde yalnız gitme yolunu seçmek zorunda kaldım. Daha sonraları Heybeliada’ya çekildiğini çalışmalarını burada sürdürdüğünü duymaya başlamıştım. Eski bir binada büyük bir müzik okulu açmaktı hayali. Bense önceki o belirsiz Çengelköy okulunun yarım kalmış yitik bir talebesi olarak Ege’deki başka bir adada kendi kendimi yetiştirmeye devam ettiysem ve birçok şey öğrendiysem de evrende her şeyin hakikatte bir olduğu temelinde aynı coşku dilini konuşanlara pek rastlayamadım. Mevlevi ayininin dördüncü selamı gibi yalnızlık içinde dibe gömüldüm. Burada kimse yok, önümüzden ara sıra renkli balıklar geçiyor ve kayboluyor yosunların arasında… Soluk alıp verdiğimde çıkan hava kabarcıklarının içinde gözlerimin önünden hayatımın en eğitici ve manalı zamanları olarak dem veren vapurlarla birlikte o yıllar geçer hep… Kocaman bir gülücükle gözünde yaş olan o adamı, Nikiforos’u gördüğüm o günlerden bu yana geçicilik âleminde her şey hızla yitip giderken bir tek Gönül Adamı kaldı hiç yanından ayrılmadığım…

Dostlar, kelam bitmese de kalem daha öteye gitmiyor, kağıt kendini geri çekiyor, demek ki yine geldi ayrılık vakti, elveda Nikiforos, Hüseyni makamında elveda…

*Mesnevi ilk on sekiz beyitten

 

 

Son değişiklik Salı, 05 Ocak 2016 11:44
Yorum yapmak için oturum açın