Marmara Adası’nda Türkiye’nin En Eski Mermer Fabrikası (1912)
Türkiye’nin en büyük mermer rezervlerine sahip Marmara Adası, ismini de Mermer’den (Marmor) almaktadır. Roma döneminden günümüze dek ‘Palatia’ (şimdiki adı ile Saraylar) beldesinde çıkartılan mermer, buradaki ocaklarda işlenerek, Kosterler vasıtası ile yakın ve uzak limanlara ulaştırılmaktadır. Eskiden beri bu ocaklardan çıkarılan mermerler heykeltıraşlıktan ziyade mimari eserlerde kullanılmıştır. Bunun nedeni her ne kadar renkli mermerler kadar değerli olmasa da, metrelerce ve çatlaksız blok taş verebilmesidir. Örnek vermek gerekirse; La Mottraye anlatımlarında Saraylar’dan şu şekilde bahsetmektedir: “4 Ocak 1710, rüzgâr elverişli olduğundan Erdek’ten Marmara’ya yelken açtık... Gece Palatia’ya’ vardık. Burası adanın kuzeyinde büyük bir köydür. Civardan çıkarılan mermer buradan yüklenir. Rüzgâr kaldığından ve ters döndüğünden, köye 1 mil uzaklıkta en zengin ocağı görmeye gittim. Orada, ‘Valide’nin Üsküdar’da yaptırdığı cami için mermer çıkartılıyordu... Marmara Mermeri’ne ‘Cyzicenum Marmor’ adı verilmektedir. Ve yapısı, ince kumlu, beyaz, yumuşak ve menekşe rengi damarlıdır.”
Türkiye’nin en eski Mermer Fabrikası (1912-1974)
Marmara Adası Saraylar beldesinde, Abruz koyu ile Yana Manastırı arasında kalan, eski adı Panormi’de (şimdiki ismi ile Mermercik Limanı’nda) Türkiye’nin ilk mermer fabrikası 1912 yılında kuruldu. Unkapanı’nda bir mermer atölyesi işleten Kayserili Mehmet Bey böylesine büyük mermer rezervlerine sahip olan Ada’nın fabrikadan yoksun oluşuna şaşırmış, kayıtsız kalamamıştı. Zamanın armatörlerinden Paşabahçeli Hakkı Bey ve Manizadeler’den bir kişiyle daha birleşip, Marmara Adası’nda ilk mermer fabrikasını hizmete açmışlardır. Fabrika, İngiliz-Belçika ortaklığı ile inşa edilmiştir. 1912-1930 yılları arasında faaliyet gösteren fabrika, ortaklar arasında çıkan anlaşmazlık sonucu satılmıştır. Salih Sabri Karagözoğlu tarafından 1930 yılında alınıp yeniden üretime başlayan blok mermer taş kesme fabrikası, faaliyetini 1974 yılına kadar sürdürmüştür.
Sekiz katrağın bulunduğu fabrikada tüm makineler buharla çalışmaktaydı. Makinelerin ihtiyacı olan kömür ve kum gemiler vasıtasıyla dışarıdan getiriliyordu. Kullanılan makinelerin hiçbiri elektrikli değildi! Ocaklardan getirilen bloklar ray üzerinde hareket eden bir vagon vasıtasıyla içeriye alınıyordu. Buharla sağlanan hareket, miller vasıtasıyla katraklara aktarılıyordu. Kasnaklar vasıtasıyla hareketi sağlanan katraklar işini bitirdiğinde, başka boş bir kasnağa geçirilerek makinenin durması sağlanıyordu.
Sistemde kullanılan su ve kum da yine buhar gücünden yararlanarak hidrolik pompa sistemiyle devir daim ettiriliyordu. Bu sistemde, kum kazanlarına basılan su, pompalar vasıtasıyla çekilerek karıştırılmakta. Eleklerden geçtikten sonra, katraklardaki kesilen mermer bloklarının üzerine akıtılıyordu. Günümüzle karşılaştırdığımızda, 5 saat gibi kısa bir sürede kesilen blokların kesimi bu yöntemle 5 gün 5 gece sürmekteydi. Ortalama olarak saatte 1 cm kesim yapılıyordu...
Kullanılan kum ve dişsiz çelik testere, elmas görevi görmekteydi. Bu sistemle kesilen mermer blokları aynı vagona konularak limana indirilmekteydi. Plakalar limanda insan gücüyle geminin ambarına alınıyordu ve gemi dolana kadar da bu işleme devam edilmekteydi.
Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten destek
Salih Sabri Karagözoğlu fabrikayı satın aldığı yıllarda Ankara yeniden kuruluyordu. Bakanlıklar, istasyonlar, bütün binalar olduğu gibi mermer işleriyle yapılıyordu. Türkiye’de de tek mermer fabrikası vardı ve fabrika, henüz tam kapasite çalışmadığı için ihtiyacı karşılayamıyordu. Bu nedenle halen İtalya’dan Türkiye’ye ‘Mermer’ ithal ediliyordu.
Salih Sabri Karagözoğlu, Atatürk’e kadar çıkmış. Böyle bir fabrikanın faaliyete geçtiğini söylemiş ve Atatürk’ün desteğiyle İtalya’dan mermer ithalatı durdurularak tüm ihtiyaç Marmara Adası’ndaki bu fabrikadan temin edilmeye başlanmıştı.
Zamanla buhar kazanları ve bacası çürümüş, teknolojinin ilerlemesiyle fabrika ekonomik olmaktan çıkmıştı. Bu sebeple faaliyetine son verilmiştir. Saraylar beldesi, Tahtırevan çiftliği mülkiyetinde kalan bu fabrika günümüzde harap ve kaderine terk edilmiş vaziyettedir. 2012 Eylül ayında Bekçisinden izin alarak içeriye girmiş, fabrikayı inceleme imkânı bulmuştum. Fabrika binasında taş kesme tezgâhları ve katraklar olduğu gibi duruyordu. Öyle ki; takım tezgâhındaki anahtarlar dahi asılıydı. Çalışan işçiler için yapılmış barakalar yok olmuş. Lojmanlar ise yıkık-dökük bir haldeydi. Üstü diken ve çalılarla kaplanmış ‘Vinç’ ve 1940’lı yıllardan kaldığını düşündüğüm ‘Ford Kamyonet’ zamana yenik düşmüş, oldukları yerde çürümüştü. Kendine ait bir Müslüman Mezarlığı da olan Mermercik Koyu’nda, mermerin bolluğundan olsa gerek rıhtım ve iskele de mermer blok taşlardan yapılmıştı. Deniz kenarına kurulu kayıkhanesi de mevcuttu. Sularla kavuşacakları günü bekleyen sandalları görüp hüzünlenmemek elde değildi. Diğer limanlardan getirilen mermer de burada kesildiğinden, Fabrika sahası istiflenmiş birçok mermer levha ile doluydu.
Türkiye’de, belki de dünyada eşi benzeri bulunmayan bu fabrika, zamanın teknolojisini incelemek açısından da anıt niteliğindedir.
Sürekli elektriğe 1970’lerin sonunda kavuşan Marmara Adası’nda, buhar gücü ile çalışan bir fabrikanın bulunması çok şaşırtıcıdır. Ve böylesine tarihi öneme sahip bir fabrikanın atıl, kaderine terk edilmiş bir vaziyette bulunması üzücü bir o kadar da ibretliktir. Her geçen gün biraz daha kurtarılamaz hale gelen fabrikanın Ada ve ülke turizmine katkı sağlayacak bir müze haline getirilmesi biz Adalıların en büyük temennisi...
Bu yazı hazırlanırken; Spiros Teofanidis, Günay Tulun, H. Can Yücel arşivi ile Reşit Mazhar Ertüzün’ün “Kapıdağı Ve Çevresindeki Adalar” adlı kitabından yararlanılmıştır.