Adalar’ın nüfus sayısındaki azlık son süreçte tersine işlemeye başladı. Adalar’a yerleşim yeniden başladı. Yerleşenler içerisinde özellikle genç ve çocuklu nüfustaki artış dikkat çekiyor. Çocuklarını önceden şehirde okutmak isteyenler şimdi Adalar’da okutmak istiyorlar. Daha güvenli, doğayla iç içe ve okula yürüme mesafesinde olan bir yerin avantajlarını kullanmak istiyorlar.
Çalışan anne-babalar çocuklarını ana sınıfına vermeye başladılar. Hal böyle olunca sorun başta öğretmen olmak üzere yeterli sınıf olmaması, çocukların beslenme sorunu gibi bir dizi problemi de beraberinde getirdi. İlk günler dışarıdan tutulan bir görevliyle okulda öğlen yemeği çıkartıldı. Bu da yürümeyince öğlen yemeklerini veliler yapıp okula getirmeye başladılar. Ama öğlen yemeklerinin evde yapılıp getirilmesi evde oturan anneye göre yapılmış bir planlamaydı. Çalışan annelere yönelik ihtiyaç karşılanmadı. Mesela şu an Heybeliada’da 2011-2012 doğumlu 54 çocuk mevcut. Ve çoğunun anne-babası çalışıyor.
Geçen yılın başında Sağlık Ocağı’ndan elde edilen bilgiler ışığında 2-3 yaşlarında on yedi çocuk tespit eden veliler bir araya gelerek bir oyun grubu kurdular. Milli Eğitim’in ‘yaşayan okul’ projesine dayanarak eğitim saatleri dışında resim, müzik vb yapacaklarını içeren bir dilekçe ile okula başvurdular. Bu proje kapsamında okulda onlara bir sınıf verildi. Veliler bu sınıfta Kasım ayından Haziran ayına kadar hiçbir öğretmen desteği almadan projelerini hayata geçirdiler.
Bugün bu çocuklar üç yaşını bitirdiler ve okulun ana sınıfına gidecek duruma geldiler.
Okulun branş öğretmeni olarak kadrolu öğretmeni yok. Müdür kadrolu öğretmen istemek yerine sözleşmeliyi tercih ediyor. Sorun baş gösterince bir sözleşmeli öğretmen daha alındı ve okulda iki sözleşmeli öğretmen oldu. Milli Eğitim’de bu kadar atama bekleyen öğretmen varken branş sahibi olmayan üniversite mezunu sözleşmeli personelle eğitim veriliyor. Bu çocuklar tuvaletlerini yapmayı, yemeklerini yemeyi henüz bilmiyorlar. Dolayısıyla buraya yetkin anaokulu öğretmeni gelmesi gerekiyor.
Eğitim sorunu ile ilgili dergimize ulaşan üç velinin bize gönderdikleri yazılı açıklamayı yayımlıyoruz:
Serap Doğu
Ben 63 yaşında bir anneanneyim. 2,5 yıldır kızımın oğluna bakıyorum. Heybeliada’da oturuyoruz ve benimle yaşıt bir yardımcım var. Kısacası, kızım tüm gün çalıştığı için torunumun günü yaş ortalaması 63 olan insanlarla geçiyordu.
2013 yılında, o sırada 1,5 yaşlarında olan torunumla yaşıt bir çocuğu olan Lisen Kocabıyık’la tanıştık ve çocukları buluşturup oynatmaya karar verdik. Sonra grup genişledi. O dönemin muhtarı Aslı Yalap’ın yardımıyla 2-3 yaşlarında çocukları olan ailelerle iletişime geçtik. Bu arada, önceden iki sınıf olan anaokulunun küçük sınıfı kapatılmış olduğundan, çocuk sayısı çoğaldı. Bunun üzerine ilkokuldan mekân istedik ve okul müdürü “Yaşayan Okul” projesi kapsamında bize bir sınıf ayırdı. Gerisini el yordamıyla getirdik. Çocukların en küçüğü 18 aylıktı, dolayısıyla grubu annelerle beraber yaptık, annelerle beraber kırmızı balık şarkıları söyleyip oyun hamurundan börekler açtık. İlk hedefimiz çocukların arkadaşları olması ve yaşlarına uygun olarak artık grup kurmayı, paylaşmayı, birlikte oynamayı öğrenmeleriydi. Çünkü çocukların çoğu tek çocuktu, yaşları küçük olduğundan mahalleyle, komşu ve akrabalarla ilişkileri de sınırlıydı. Aynı şey, küçük çocukları olan biz ebeveynler için de geçerliydi. Çocuklar kendi yollarını yürürken bizler de eğitildik, birbirimizi ve çocuklarımızı tanıdık, tek başımıza değildik artık.
Her çocuk kendi evinin prensi veya prensesidir. Ta ki diğer prens ve prenseslerle karşılaşıncaya kadar... Bir gün bir masada buluştuklarında onlar kendi aralarında didişirken, esas kavga ana kraliçeler (ya da krallar, ama maalesef onlar yoklar) arasında başlar. Evdeki çocuk gitmiştir. Yerine bencil, oyuncağını vermeyen, arkadaşını itip kakan ya da sürekli ağlayan biri gelir. İşte bu noktada ikiye ayrılırız, çocuklar değil bizler: “Biz zaten bunun için buradayız” diyenler ve “Aaa, benimki bunu hiç yapmazdı, arkadaşından gördü” diyenler. Ve anneler bu noktada eğitilmeye başlarlar, çocuklar tarafından. Roller değişir, çocuk anneyi eğitir, akvaryum kırılmış, balıklar dışarıdadır artık.
İşte bu oyun grupları bence çocukları değil ebeveyni hayatla yüzleştirmek için var. Aslında hem çocuk hem ebeveyn için faydalı ve gerekli olan bu yüzleşme, oyun grubunda olmazsa anaokulunda veya ilkokulda olacak. Ama o zamana kalındığında, olay aileden çıkıp işin içine hem çocuk grubu hem de okul, yani sistem veya devlet girecek ve iş herkes için çok daha zor olacak. Eğer birbirini hiç tanımayan on çocuğu bir masada oturtup resim yaptırıp şarkı söyletmek, birlikte doğum günü kutlamak mümkün oluyorsa, bu başlı başına bir başarıdır. İlk resim yaptıkları gün hepsi aynı kaleme saldırmış, yarı-sı masaya oturmayı reddetmişti.
Oyun grubumuzdan çıkan çocukların 7 tanesi bu yıl anasınıfındalar. Bizse, gruba yeni katılan 2 çocukla oyun grubumuzu 5 kişi, evlerde devam ettiriyoruz. Okuldaki bazı idari sorunlar çözülemediği için bu yıl okuldan sınıf isteyemedik. Bir sınıfımız olsa, sayımız yine enaz 10’a ulaşır. Üstelik bu yıl biz daha tecrübeliyiz.
Zeynep Alpar
(Geçen sene oyun grubuna devam eden bir çocuğu bu yıl anaokuluna, diğer çocuğu bu yıl oyun grubuna gidiyor)
“Çocuklar tabii ki komşuya, arkadaşlara gidip başka çocuklarla da oynuyorlardı ama oyun grubu olunca daha düzenli bir şekilde, çok sayıda çocukla görüşüp beraber bir şeyler yapmaya başladılar, bizden daha bağımsız oldular. Geçen sene bu grup kurulurken oyun grubuna götürdüğüm büyük oğlum bu sene anaokuluna baş-ladı, sınıfındakilerin hemen hepsi geçen seneki gruptan arkadaşı. Bu yıl da 2 yaşındaki küçük oğlumu oyun grubuna götürüyorum. Bu yıl geçen seneden farklı olarak sırayla evlerde toplanmak durumunda kaldık, bunun da ayrı bir rahatlığı, keyfi var aslında, ama kimin evine gidiliyorsa ev sahibi çocuk biraz daha gergin olabiliyor bazen. Okulda hiç kimseye ait olmayan bir alanı paylaşmak, evde kendilerine ait alanı paylaşmaktan daha uygundu. Büyük oğlumun anasınıfına gitmesinden memnunum, sadece çocuklar açısından değil benim gibi çalışan anneler için de büyük bir ihtiyaç düzenli bir okul olması.
Fakat Heybeliada Anasınıfını genel olarak pek düzenli, özenli bulmuyorum. Kadronun tamamı bu alanda eğitimli değil ve çocuklara yaklaşımlarında bunu görebiliyoruz. Çocukların birbirinden farklı özelliklerini, gelişimi, psikolojiyi gözeterek hareket etmeleri gerekirken, engelli çocuklar dahil hepsinin okula ve birbirine ihtiyacı varken, benimki de dahil pek çok çocuğu önce okula kaydettiklerini söyleyip, iki ay sonra okuldan almamızı istediler. 2013-2014’te, anasınıfına gidecek yaşta çok sayıda çocuk olduğu halde anaokulunun iki sınıfının biri kapatılmış, bu yüzden açıkta kalan 3-4 yaşında, hatta daha büyük çocuklar dahi oyun grubumuza gelmişlerdi. 2014-15’te aynı şeyin olmayacağı, iki sınıfın açılacağı söylendi, Mayıs 2014’te bizden belge istenerek, Eylül 2014’te 4 yaşını doldurmamış çocuklarımızın da okula kaydedildiği bildirildi. İki sınıf gerçekten de açıldı ama bir tane öğretmen kadrosuna başvuruldu, kadrolu öğretmenimiz Ekim sonunda ancak geldi, o zaman kadar tüm çocuklar sözleşmeli öğretmen ve öğretmen olmayan yardımcısına emanet kaldığı için sabahçı-öğlenci yarım gün gittiler. İki sınıfla, yemeğin dahil olduğu 9.30-14.30 eğitime tam başlanmıştı, düzen biraz oturup çocuklar okula alışmıştı ki, 48 ayını doldurmamış çocuklarımızı okuldan almamızı söylediler.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın diğer birimleriyle bu sorunu aştık, çocuğum okula 1 aylık bir aradan sonra yeniden başladı, tekrar alıştırma devresi geçirdik. Şimdi de okulda yemek çıkmaz oldu, bununla uğraşıyoruz. İdarenin bizi de çocukları da boş yere yıprattı-ğını düşünüyorum, mevzuata göre neye hakları olduğu anne olarak beni pek ilgilendirmiyor; öncelikli olan çocuklar için neyin iyi oldu-ğu. Okulun alt katında 3-4 sınıf, bir memura verilmiş, ev olarak kullanılıyor mesela. Okulda sınıf yetersizliği varken nasıl oluyor da bizim sınıflarımız birinin lojmanı olabiliyor? Bol keseden eleştirmek, insanları zor durumda bırakmak için değil, çok daha iyisinin olabileceğini bildiğim için söylüyorum bunları. Çocukların önlerini görmeye, ne bekleyeceğini bilmeye, düzene çok ihtiyacı var. Bunu sağlamak bu kadar zor olmamalı. Anne babanın çalıştığı ailelerde veya daha küçük çocuk da varsa, okulun sürekli değişen düzenine uymak son derece zor.
Telefona bir mesaj geliyor, yarın veli toplantısı yapıyoruz, yarın okulda yemek çıkmayacak, yarın okul yok. Bunların hepsi için yeni baştan her şeyi ayarlamak gerekiyor. Sırf bu yüzden okula devam edemediği çok oldu çocuklarımızın, ben defalarca işimden geri kaldım. Oysa tüm bunları ayarlamak o kadar zor olmamalı. Ailemde çok sayıda eğitimci var ve gayet iyi biliyorum ki birçok devlet okulunda böyle bir dağınıklık yok. Çocuğu daha büyük olan adalı aileler de durumun eskiden böyle olmadığını anlatıyor.
Güvenlik konusunda da aynı özensizliği görüyorum ne yazık ki. Daha bu ay, oğlum okuldaki dolabın çekmecelerinden birini açmak isterken koca metal dolap devrilmiş. Çocuklardan birinin üstüne düşseydi ne olacaktı? O dolabın ve sınıftaki ağır eşyaların hiçbirinin duvara sabitlenmemiş olduğunu bu olay üzerine ben fark ettim; burada deprem riski bakı-mından da ciddi bir güvenlik tedbiri eksikken müdür “yaşı küçük olanları okula almamak lazımdı” deyip gitti ve meseleyi İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yetkililerinin duyarlılığıyla çözebildik. Hemen ardından okulun demir kapısı bir çocuğun üstüne devrilmek üzereyken bir velinin tutmasıyla kurtulmuş çocuk. “Adada biz bizeyiz” diye düşünülüyor galiba, ama kötü niyetli bir insanın okulun bahçesine girip küçük çocuklara teşhircilik yapması bile gayet kolay şu anda ve geri dönüşü olmayan zararları olacak şeyler bunlar. Neden tedbir alınmıyor anlam veremiyoruz.
Sözün kısası, çocukların can güvenliğinden psikolojisine kadar bu işi bilen, işini ciddiyetle ve severek yapan öğretmenler ve idare bence her yerde, bütün çocukların hakkı. Veliler olarak bunun için elimizden geleni yapacağız.
Öznur Karaman
(Bir çocuğu ilkokula, geçen sene oyun grubuna devam eden diğer çocuğu bu yıl anaokuluna gidiyor)
“Oyun grubu bizim için iyi oldu. Adadaki çocuklar kışın soğukta dışarıda oynayamıyorlar, oyun grubu sayesinde arkadaş edinmiş oldular. Çocuklar yaşıtlarıyla olunca hırçınlıktan daha çabuk kurtuluyor, oyun oynamayı öğreniyorlar.
Bu yıl kızımın anasınıfına başlayıp çocuğu rahatlıkla bırakabileceğim bir yer olunca ben de işe başladım. Çocuğum şimdi sadece evde kalmıyor; arkadaşlarıyla paylaşmayı, iletişimi öğreniyor. Ama yemek konusunda mağdur olduk. Çocuklarımıza okulda sıcak yemek veriliyordu, personel çıktığı için evden yemek götürmek zorunda kalıyoruz. Buna zaman ayırmak çalışanlar için çok zor oluyor. 9.30’dan 14.30’a kadar devam eden okul gününde çocuğun hep kuru şeyler yemesi, arkadaşlarının getirdiği yemeğe özenmesi de başka bir mesele.
Gül Kabataş
(Geçen sene oyun grubuna giden ikizleri bu yıl anaokuluna gidiyor)
“Geçen sene oyun grubuna çok emek verdik ve faydasını görüyoruz. Kızlarım bu yıl anaokuluna başladılar ve uyumla ilgili hiçbir sıkıntıları olmadı. Okula severek gidiyorlar, öğretmenlerini de çok seviyorlar. Anaokulunda yaptıkları el işleri hoşlarına gidiyor, ben de memnunum. Çocuklar okula gittiği için onları anneme bırakıp işe gitmek benim için daha kolay. Yemek meselesi de halledilirse daha rahat edeceğiz.”