Adalı baskıya girerken, henüz İstanbul seçimleri konusunda YSK kararı açıklanmamıştı. Sadece İstanbul için değil Türkiye için de önemli sonuçları olacak bir karardan söz ediyoruz. Spekülasyonlar çok. Göreceğiz.
Adalar ve Adalılar da bu kararı bekliyor. Umarız hepimiz için hayırlı sonuçları olur.
Adalar’da belediye yönetimini şekillendirecek görevlendirmeler ve atamaları mayıs ayı boyunca izledik. Daha işin başındayız.
Önümüzdeki ay içinde ise Adalar Kent Konseyi’nin yeni dönemini belirleyecek seçimler yapılacak. Genel Kurulun haziran sonuna kadar toplanması bekleniyor.
Adalı sivil toplum, Kent Konseyi’nde yeni dönemin, geçmiş dönemlerin deneyimleri ışığında değerlendirilmesi ve ele alınması için bir “yaklaşım” notu hazırladı ve imzaya açtı. Metnine sayfalarımızda yer verdiğimiz bu “yaklaşım”, isimlerden bağımsız olarak yeni dönemde Kent Konseyi yönetiminin nasıl bir anlayışla ele alınması gerektiği konusunda önemli tespitlerde bulunuyor. Özellikle son dönem Kent Konseyi yönetimi ve yönetimin parçası olan çalışma grupları ve meclislerinde önemli bir deneyim birikti. Bu deneyimin, yapılacak tartışmalar ve geliştirici yaklaşımlarla daha ileriye taşınması hepimizin elinde.
Bu vesileyle mayıs sayımızda, Türkiye’deki Kent Konseyleri deneyimine bir göz atma gerektiğini düşündük. Literatür taraması yapıldığında, dikkatimizi, Bursa Kent Konseyi’nin Bursa Büyükşehir Belediyesi ve Uludağ Üniversitesi işbirliğiyle düzenlediği iki sempozyum bildiri kitapçıkları çekti. İlki 2011, ikincisi 2014 yıllarında yapılmış bu iki sempozyumdan önemli bulduğumuz notları, bu sayımızda okuyucularımızla paylaşmak istedik. Yararlı olacağını düşünüyoruz.
Bildirgeler kitapçığında dikkatimizi çeken çok şey oldu.
2014 kitapçığının editörleri tarafından kaleme alınan giriş yazısı çok önemli mesela. Kuruluşu tamamlanan ve aktif çalışan kent konseyi sayısı, toplam belediye sayısının %10-15’i aralığında deniyor. Belediye yönetimleri, zorunlu tutulmalarına rağmen büyük çoğunlukla konsey kuruluşuna itibar etmemiş. Açılan ve ardından kapanan konseylerden sıklıkla söz ediliyor.
Partiden partiye, konseylere yaklaşımın değiştiği söyleniyor. AKP, CHP ve HDP (BDP) yönetimindeki belediyelerde oran daha yüksekken, MHP elindeki belediyelerde çok düşük. Şaşırtıcı olmasa gerek.
Sadece Kent Konseyi’nin kurulmuş olması yetmiyor. Yasa ve yönetmeliklerde tanımlanan amaca uygun çalışması önem kazanıyor. Kurulmuş olması için kurulmuş, ama belediye başkanı ve yönetiminin ağırlığının hissedildiği, onların hoşuna giden kararların alınıp işleri yapıldığı konseyler ne yazık ki çoğunluğu oluşturuyor.
Bir başka önemli tespit de, konseylerin etkinlikleri ve faaliyet alanları ile ilgili. Şöyle deniyor bu bölümde: “Sempozyum, kent konseyleri ile ilgili, oluşturulma gerekçesinden/amacından çok farklı çalışmalar yapan yeni bir kent konseyi kategorisinin de ortaya çıktığını göstermiştir. Bilindiği üzere; 5393 sayılı belediye kanununun 76. maddesinin gerekçesinde; kent konseyleri ile ilgili olarak;
‘... katılım ve yerinden yönetim ilkelerini hayata geçirebilmek amacıyla sivil bir danışma forum ve danışma mekanizması oluşturulmasının yararlı olacağı düşünülmüştür’ denilmektedir. Oysa büyük bir çoğunluğu oluşturan bu yeni kategorideki kent konseyleri, yalnızca, seminer, konferans, sergi, konser, gezi vb. kültür-sanat etkinlikleri yapmakta, yapılan etkinliklerin sayısal çokluğu, kent konseyinin iyi çalışması şeklinde ifade edilmektedir. Burada ilgili kent konseyi sürekli etkinlik yapmakta ancak, kent konseylerine yasayla verilen görevler görmezden gelinmekte ya da ikincil plana itilmektedir. Bu durumun kent konseylerinde kalıcı hale gelmesi, yönetime vatandaş katılımının anlamını, etkinliklere katılmaya indirgemiş olma tehlikesini içerisinde barındırmaktadır.”
Çok doğru.
Bildirge kitapçığında dikkatimi çeken başka yazılar da vardı. Bunlardan biri Türkiye’nin de imzalamış olduğu (1993) Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartı ve bu şartın yerine getirilmesinde Kent Konseylerinin önemine işaret eden bildirge idi.
Nasıl bir ülkede yaşıyoruz diye düşündüm, bu yazıyı okuduğumda. Üzerinden sadece 5 yıl geçmiş ve Türkiye yönetim sistemi her kademede bir altüst oluş yaşamış. Demokrasiyi güçlendireceğiz, merkezden yerele daha fazla yetki aktaracağız derken Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi denilen “yerli/milli” sistemle, daha koyu merkeziyetçi-otokrat bir çizgiye nasıl savrulmuşuz.
Şimdi Türkiye’nin halen imzacısı olduğu Yerel Yönetim Özerklik Şartı’ndan söz etmek, referans vermek bile “hain-bölücü-terörist” ilan edilmek için yeterli.
31 Mart seçimlerin hemen ardından, 12 Nisan’da yayınlanan İçişleri Bakanlığı genelgesi, belediyelerin zaten sınırlı olan mali-idari özerkliğini de tümden yok etmeye yönelik ipuçları taşıyor. Deniyor ki, “artık bütün belediyeler verilerini ve dijital uygulamalarını İçişleri Bakanlığı’nın hazırladığı sistem üzerinde tutacak, ayrı uygulama ve veri tabanı kullanamayacak.”
İlk bakışta sadece teknik bir uygulama gibi görünmekle birlikte, devletimizin nelere kadir olduğunu yaşayarak öğrendik.
Ne yapalım, bize de Sisifos gibi kayayı yine tepeye taşımak düşüyor.
Bıkmadan, usanmadan.
İyi yazlar...