Cumartesi, 03 Şubat 2018 16:37

Müteahhit - 1

Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

 

Ah Avukat Bey, size anlatacaklarım belki de tarihe geçecek bir olay. Ama korkarım benim hapishaneye geçmeme yol açacak. Sizden ricam bu hapishaneye uzanan yolu kesmeniz. Lütfen bana elinizden geleni ya da mevzuatı ne kadar izin verirse artık yargı mekanizmasının el verdiği kadar yardımı yapın.

Tarihe kaydolacak kadar önemli ve belirleyici olaylar size anlatacaklarım haklısınız; bu yüzden kayda geçmesi yerinde olur.

Aslında ben sadece her inşaat firmasının yaptığı gibi birim arsa fiyatının üzerine yani bire beş katıp üzerine yüz ekleyip satıp zengin olmaktan başka niyeti olmayan bir müteahhidim. Akıllıca değil mi? Müteahhit olmadan önce öğretmendim zaten. Yani inşaatçılığın üretiminden öte bir şey anlamazın tekiydim. Naçizane bir yapı öğretmeniydim ben, ama 10 yıldan beri atanamamış... Atama bekleyen öğretmen kategorisinden!             

Eh! Bir kız verilmeyen öğretmen olmak da var serde. Sırf bu yüzden annemle beraber tepmiştik Ankara’nın bulvarlarını, Güven Parkı’nı... Rahmetli annem benimle beraber slogan bile atardı “atama isteriz” diye. Bilirdi ki atanmayan öğretmene kız vermezler. Biraz da annemin zoruyla evlenebilmek, adam yerine konulmak için mecburen on yıllık sefaletin ardından en çabuk para kazandıran, saygınlık kazandıran meslek arayışına girdik.

Biliyorsunuz şimdi ülkedeki en karlı iş inşaat sektörü. Artık eskisi gibi değil; oku doktor ol, mühendis ol, bankacı ol ya da top oyna da futbolcu ol... devrileri çoktan bitti zaten de; kredi al fabrika kur, kobi ol, yok teşvik al, hammadde al, iş makinalarını kur, işçileri bul, imalat yap, sat, dış pazara açıl, ihraç et... artık bunlar da yok... Böylesine yüksek riskli işlere kim bakar? Akıl kârı iş değil, bak kaç zaman oldu adını anan bile yok fabrika kuranın. Fabrikası olanlar bile iflas gösterip karısının kardeşinin üzerinden inşaat sektörüne uçuş geçişi yapıyorlar. Altın dala da konuyorlar. Eh! Benim neyim eksikmiş, ben de konacağım altın dala deyip kanatlarımı açıvermiştim.

Bu işin altın kurallarını bilmek esastır. Eh, biz de az çok öğrendik ya. Mesela bu işin abc’sinde ilk kural ucuz arsa bulmak yazar; iki ucuz işçi bulacaksın, bir de yaptığın-yapacağın daireleri temelini attığın anda sattın mıydı -haa! Amma bak bu son hükümet maketten daire satışına taş koyduydu ya neyse sonra bizim hemşeri olan inşaat firmasının ortağı iktidar partisinin grup başkan vekili oluverince mecliste bastırıverdi de bu taş da kalkıverdiydi yolumuzun üzerinden.

Neyse ben avukatıma deyivereyim tabii biz bu inşaat sektörüne girerken rüzgârın yön değiştireceğini, bütün dairelerin elimizde kalacağını nereden bilecektik? Bilemezdik! Bir koyup doksan beş kazanmak varken elimizdeki sermayeyi de kaybettik. Şimdi alacaklıların elinden kurtulmak için ölüm ilanı vermeyi bile düşünüyorum. Ama önce şu davayı bir hayırlısıyla atlatalım diyorum. Hazine arazisini işgal edip kamu zararına yol açacak şekilde toplu konut projesiyle zarar uğratmak mı neydi o davanın adı? Allah’ım neydi benim günahım, kodesi boylayacak suçumun ne olduğunu bile söyleyemiyorum. Ben namusuyla çalışan kazanan bir dershane öğretmeniyken kanıma giren ve beni azdıran, önce beni kobi ortağı yaptıran sonra da yapı sektör bataklığına sokan bir önceki hükümetin yatırım tellallarıdır, diyeceğim; abalıya bir de ben vuracağım. Kader kurbanı olduğumu söyleyeceğim. Trende uydum diyeceğim. Ben de kandırılmışım diyeceğim. Hatta karanlık bir geceydi yol görünmüyordu diyeceğim. Diyeyim mi Avukat Bey? Desem iyi halden bana da ceza indirimi uygular mı mahkeme başkanı. Hatta belki de takım elbisemi giysem masumiyetime inanıp beraat bile verebilir hı! Ne dersin?

Aslına bakarsanız beni ülkenin batısından doğusuna ta öte ucuna yatırım yapmaya iten milliyetçilik duygularımdır. Batısı gelişmiş, uçmuş göklere varmışken ülkemin doğusu geride kalmış, kimsesiz terk edilmiş olması deyi... Halkımız oralarda da güzel evlerde otursun kaloriferli ferforjeli, Hilton banyolu, Amerikan panel kapılı, ısı camlı, ses ve ısı yalıtımlı duvar kaplamalı evlerde oturmak neymiş bir de onlar tatsın. Leb-i derya dağ manzaralı salonların keyfini deyi müstakbel hemşerilerime konut projeleri sunmaya gittim desem daha etkili olur değil mi? Belki de kızlarını alıp enişteleri olurdum daireleri tamamladıktan sonra belli mi olurdu... Ama yok şimdilik işe siyaseti sokmayalım değil mi? En iyisi samimi itirafta bulunayım da iyi hal indirimini sağlama alalım. Ne de olsa küçük çocuklara cinsel istismardan yargılanmıyoruz. Ardı önü kamu arazisini usulsüz kullanma, ihaleye fesat karıştırma, kamu kaynaklarını zarara uğratma ve ticaret kanununa muhalefetten yargılanacağım; suçumuz tam olarak buydu değil mi?

Ya duruşmada savcının aklına geliverirse; ucuz arsa bulunacak başka il kalmadı da mı o kenar köşe ili mesken tuttunuz? Neden en uç topraklar? O dağlara toplu konut projesi yapmanızın esas nedeni ne? diye soruverirse. Hiç istemem doğrusu kaş yapayım derken gözümü oydurmayı.

Bakın Avukat Beyim, siz benim yerimde olsaydınız o dağ başına o yaylaya toplu konut projesi yapmazdınız da nerede yapardınız. Yaygın bilinen haliyle nüfus artış hızı yüksek olan bölgelerde yeni konut talebi de yüksektir. Konut talebinin en yüksek olduğu bölge malumunuz İstanbul ve İzmir. Ama oralarda arsa maliyeti bildiğinizin de üstünde... Artık maliyetleri düşürmek için kentsel dönüşüm adı altında eskiyi getir yeniyi götür kampanyalarının üzerine mezarlıklarına, mahalle parklarına, çocuk parklarına neyim hepsini daldık da Topkapı Sarayı’nın bahçesine bile girildi. Ama bu inşaat sektörü tekstil sektörü gibi ya da kozmetik, ilaç sektörü gibi değil ki her yeni üretim kalemi için illa da arsa gerektiriyor; arsa kalmadı diye dükkânı kapatıp işçiye memura ücretsiz izin ya da tak sepeti koluna haydi herkes yoluna diyemezsin ki!

İlla da arsa billa da arsa derken yolumuz arsanın en ucuza olduğu yer bulma oyununa döndü. Çocukluğumuzda Türkiye haritasının başına geçip oynadığımız bir oyun aklıma geldi. Gözlerimizi kapar parmağımızı haritanın üzerinde bir yere koyardık. O ilin adını bilmeye çalışırdık. Biz de öyle yaptık, geçtik haritanın başına koyduk parmağımızı doğu illerimizin üzerine, neden Muş, Bingöl, Van değil de bu dağların başı dersen bak ona iki cevabım hazır, “oralar deprem bölgeleri bir de okullardaki başarı yüzdesi düşük”. Eeee, oysa bu dağların başını hem deprem vurmaz hem de son yıllarda yapılan merkezi sınavlarda başarı patlaması var. Üstelik arsa fiyatları öylesine düşük ki öylesine yok pahasına ki bedavadan biraz pahalı der gibi; üzerine bir de işçilik çok çok ucuz. Eeee! Üzerine bir de satış garantisi eklenirse, bundan iyisi ballı kaymaklı kadayıf tatlısı. Bu yaylaların çocuklarının son yıllarda yapılan merkezi sistem sınavlarındaki başarı oranları İstanbul’u sollamış! İstanbul’un beygirleri koşmuyor! Bu dağların katırları, nal toplatıyor İstanbul’un rahata alışmış hergelelerine, gördük ki! Ya Sayın Avukatım. Ben bir öğretmen olarak olaya bir de bu açıdan baktım; düne kadar okulları öğretmensiz kalan, öğretmeni bulsa da lojmansız öğretmenin ilk fırsatta tüydüğü, tüymeyen öğretmenin de tüysüz tavuğa çevrildiği o dağların çocukları gençleri, bizim müteahhitlik firmasını iflas etmek üzereyken halat atıp bataklıktan nasıl kurtarıyor dersen hemen anlatayım Sayın Avukatım:

Efendim, son on yıldan bu yana yapılan merkezi sistem sınavlarında ilk ona giren öğrenciler içinde bizim arsa satın aldığımız il ve komşu ilinin öğrencileri de yer tutmuş! Bu dikkatimi çekiyordu. Olayı biraz daha derinlemesine analiz edince gördük ki Türkiye’nin en başarılı okullarının öğretmenlerinin pek çoğu o öğrencilerin gözbebeği okullarından alınıp ülkenin dört bir yanına serpiştirilmişler. O öğretmenlerden birkaçıyla bir nakliyat firmasının ofisinde tesadüf sonucu sohbet fırsatı da bulmuştum. Öğretmen gelmiş kırk iki yaşına, yaşının yarısından iki eksik sayıda alanında pek çok başarı ile ödüller almış matematik öğretmeni, eşi de en az onun kadar başarılı Türkçe öğretmeni; tayinleri doğunun bu yayla iline çıkmış, evi barkı göçürmek üzere güvenilir bir nakliyeci bulmaya çıkmışlar. Toprağım deyip sohbet başladı, ben sordum o anlattı, o anlattı ben dinledim. Dinledikçe de bir kez daha anladım ki öğretmen mum gibiymiş gerçekten etrafını ışıttıkça kendisi tükeniyor bak. İşte karşımdaki karı-koca en parlak ışıklı halleriyle bizim ilin karlı buzlu havasına doğru yola çıkacaklar yakında. Telefonlarımızı aldık verdik ki bu kıymetli eğitimcilerimizle bağlantımız kopmasın.

Şimdi diyorsun ki tarihe geçecek savunmanın böyle masaldan öte geçen tarafı yok. İyi de Sayın Avukatım Fransız İhtilali de paldır küldür yaşandı ama uzuuun uzun evveliyatı var işte! Bak nasıl olup da bu yılın TEOG sınavı zınk diye yok olup gidiverdi, varken yok oldu! Sen sabret biraz dinle:

Öğretmen ailesiyle daha sonra da görüşmemiz sürdü. İki hafta sonra aradım nasıl ettiler diye. Aynen şunu söyledi:

“İstanbul’dan, Adapazarı’ndan başlayıp Bolu’dan, Adana’dan, Diyarbakır’dan bizimle beraber tayin edilen kaç tane öğretmen ailesi varsa, bir tırla anlaşıldı ve beraber geldik. Hem nakliye işi hesaplıya geldi hem de yeni yaşantımıza bir sıfır önde, çok iyi koşullarda başladık; sürgün edildiğimiz okulla karşı karşıya yeni yapılmış bir apartmandan daireler kiraladık, hepimiz karşı karşıya, alt alta, üst üste apartman daireleri... Koloni kurduk anlayacağınız... Ya da kabile deyip gülüşe şakalaşa yeni evlerimize yerleştik” dediler. -Görüyor musun Sayın Avukatım ne pozitif insanlar bu mübarek eğitimciler!- Meğerse fizik, kimya, biyolojicisinden, tarihçisine, coğrafyacısına, İngilizce öğretmenine kadar bir öğretim kurumunu bina etmiş gibi bir şey olmuşlar o kabile apartmanında. Bu öğretmenlerin görev yaptığı okulda öğrenciler başarı patlaması yaratmışlar. Yine bir gün İstanbul’da yolu bizim müteahhitlik firmasına düşen bir geven balı üreticisi anlattı da öğrendim. Geven balı-tüccarı anlattı ben dinledim. Ben sordum o söyledi:

“Benim kızla oğlan Hakkâri’ye yeni atanan -kâh İstanbul, kâh Adana’dan, Maraş’tan sürgün edilen- öğretmenlerin çalışmaya başladığı okulun öğrencileridir. Bu öğretmenlerin gelmesinden sonra çocukların başarısı öyle bir arttı ki; okulun kapısına dayak zoruyla bıraktığım oğlan şimdi kendi isteğiyle, fen ve matematik konularını anlatan kaynak kitaplar istemeye başlamış. Aklı fikri televizyon dizilerinde olan ablası da artık televizyonun yüzüne bakmaz oldu. Aptal kutusuna nasıl yıllarca bakmışım hayret! diyor şimdilerde. Elinde bir bilim sanat dergisi -abonesi de olmuş- bir İngilizce sözlük... gün boyu onlarla haşır neşir... Neymiş mütercim tercüman olacakmış; bu yaylaların buzullarını göllerini, folklorunu Dünya’ya tanıtacakmış... Şimdiden web sayfasını tasarlamaya başlamış! Bak sen bak! Öğretmeniyle görüşmeye gittim ne yedirip içirdiniz bizim çocuklara dedim. İnteraktif eğitim uyguluyoruz dediler. Ne aktif dedim; yani kendi yaşantılarıyla yani yaşayarak öğrenmelerine kılavuzluk ediyoruz, dediler. Yeni çıkmış bu yöntem de... Aman aman ne iyiymiş dedim; yeni çıkan bir şey de iyi olsun bari yenilik deyince aklımıza kazık gelmesi derdinden kurtulalım.”

Bak gördün mü avukatım, bu öğretmenler insanı paranoyalardan da kurtarıyor... İlaç anlayacağınız ilaç...

Keven balı tüccarı çocuklarını anlattıkça coştu, coştukça anlattı:

“Çocuklarımızın ‘başarılı’ sıfatını almaları bizi çok sevindirdi. Sadece kendi okullarında başarılı olmadılar; ilimizin adını ülkeye duyurdular. Bizler kâğıtları plaketleri ancak televizyonlardan izlerdik o plaketleri kurdeleli tebrikleri sadece bey-patron çocukları, şimdi de türedi zenginlerin çocuklarında görmeye alışkındık. Şimdi bu dağın çocukları da kırmızı koltuklu protokollü salonlarda kırmızı kurdeleli yaldızlı tebrik kâğıtlarını, plaketlerini alır oldular. Deneme sınavlarında tam puanlar alıyorlar. Sadece soru çözmekle de kalmıyorlar, internet üzerinden kitaplar okuyor, siparişler veriyor... huzurevine ziyarete gidiyor, yolda gördükleri atık pilleri topluyor bu çocuklar.

Evvelden mahallede okulun semtine yaklaştıkça şeker, cips daha pek çok abur cubur yiyecek ambalajı-kabuklarından geçilmiyordu; hastanenin semtine yaklaştıkça sağa sola atılmış çöpler sıklaşır, metrekareye düşen kâğıt-plastik-jelatin miktarı artardı. Onlar da görünmez oldu; çocuklarımıza öğrettiklerini bir görseniz öğrenciliğiniz bir işe yaramış dersiniz; bu çocuklar kâğıtları ayrı, camları ayrı torbalara atıp biriktirip geri dönüşüme gönderiyorlar oradan elde ettikleri gelirle okullarına bilgisayar alır oluyorlar... Çok değişti çocuklarımız çok... Yani demem o ki yarışma sınavına girip de yarış atı gibi koşmadı zaten bizim çocuklar; ya çoban olup dağlarda gezerler ya da bir avuç kenger sakızı için dağdan inmezler. İlimize gelen o öğretmen kabilesi bizim çocuklara öğrenmeyi öğrettiler. Öğrenmekten mutlu olmayı öğrettiler.”

Geven balı tüccarının anlattıklarıyla rüyada gibiydim. Zaten bu geven balı tüccarının da hayatına dokunmuş o eli öpülesi öğretmenler. “Siz geven balını diğer geven balı üreticileriyle birlik olup kooperatif kursanız; kendiniz pazarlayıp satsanız daha iyi geliriniz olur.” demişler, hatta bal kooperatifinin tüzüğünü de hazırlamalarına yardım etmişler. Biraz da yol yordam gösterip “metropollerden bağlantılar kurmalarını sağlamışlar”. Olmuş bizim geven balı üreticisi bir geven balı tüccarı. Şimdi Avrupa’ya network ağıyla geven balı gönderiyorlar...

 

Son değişiklik Pazartesi, 05 Şubat 2018 01:08
Yorum yapmak için oturum açın