Cuma, 31 Mart 2017 16:12

Şeytan Kayaları

Ögeyi değerlendirin
(5 oy)

Türk sinemasının en önemli karakterlerinden biri olan yazar, senarist, oyuncu ve yönetmen ‘Yılmaz Güney’in Kapıdağ Yarımadası’nda, Marmara Adaları’nın burnunun dibinde çekilmiş olan bir filmde kamera karşısına geçtiğini acaba günümüzde kaç kişi biliyor? “Şeytan Kayaları” adlı filmi ilk izlediğimde çok tanıdık bir mekânda çekimlerin yapıldığı hissine kapılmıştım. Denizin ekseri gündoğusu-poyraz istikametli esmesi ve balıkçı takaları denizde ilerlerken arkada görülen yüksek tepelerin Marmara Adası sırtlarına benzemesi beynimde şimşekler çakmasına sebep olmuştu. Araştırmalarım sonucu Kapıdağı yarımadasının Marmara Adası’na en yakın mesafedeki yerleşimi olan İlhanlar köyünde çekimlerin yapıldığını öğrenmiştim...

Marmara ile anakara arasındaki ulaşım tarih boyunca halkın en büyük sorunu olagelmiştir. Yakın bir zamana kadar acil durumlarda örneğin ağır hasta, kaza, doğum veya cenaze dolayısıyla anakaraya geçiş yapılmasının gerektiği anlarda, özel tekneler vasıtasıyla İlhanlar köyüne geçilerek Erdek veya Bandırma’ya ulaşmak mümkün oluyordu. Küçük bir balıkçı köyü olan İlhanlar sahilindeki kayalık alan bugün hâlâ ‘Şeytan Kayaları’ adıyla anılmaktadır. Filmin senaristi ve yönetmeni olan İlhan Filmer, sinema sektöründeki sorunlar ve mevcut siyasi kamplaşmadan ötürü İstanbul’u terk ederek 27 yıl önce İlhanlar köyüne yerleşmişti. 10 Mayıs 2013 günü vefat etmiş ve İstanbul Zincirlikuyu mezarlığında son yolculuğuna uğurlanmıştı.

02 afis 280x1970 yılında vizyona giren Şeytan Kayaları film afişiİlhan Filmer Türk Sineması’nın ilk yapımcılarından olan Cemil ve Sabahat Filmer’in oğludur. Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü’nden mezun olmuş, dört arkadaşıyla ortak bir ofis açarak mesleğe ilk adımlarını atmıştı. Fakat umduğunu bulamamış ve baba mesleğine geri dönmüştü. Önceleri kısa konulu belge niteliğinde filmler çevirmişti. Arap ülkelerinde yapımcı olarak filmler yapmış, yabancı filmlerin Türkiye’deki çekimleri sırasında temsilcilikte bulunmuştu. Ve Lale Film Stüdyosu’nda yöneticilik yapmıştı. Yılmaz Güney ise 1960’lı yılların sonu Lale Film Stüdyosu’nda filmlerini hazırlamaktaydı. İlham Filmer’le burada tanışmışlar, çok iyi dost olmuşlardı. Filmlerinin çekimleri ve hazırlıkları süresince kendisine çok yardımcı olan Filmer’e “Sen bana bu kadar yardımda bulundun. Sana bir gün bir film çevireyim, tabi ücreti mukabilinde” diyerek söz vermişti.

İlham Bey babasının uyarısı ve telkinleriyle yeni bir konu üzerinde çalışır ve Şeytan Kayaları ortaya çıkar... Şeytan Kayaları filmi her ne kadar 1970 yapımı görünse de 1966-67 yıllarında çalışmalarına başlanmıştı. İlham Filmer aklındaki senaryoya uygun bir yer aramaya başladığında annesi ona arkadaşı olan Mebrure Sami Alevok ile görüşmesini tavsiye etmişti. Çünkü Alevok sahil kasabası olan Erdek’te ikamet ediyordu ve bir de otel işletmekteydi. Mebrure Hanım’ın oğlu Yaman Koray (1935-2008) da bir deniz aşığı idi ve Marmara Adası’nın insanlarını anlatan ‘Deniz Ağacı’ romanının yazarıydı. Nitekim Filmer daha önce hiç görmediği Erdek’e gelmiş, Mebrure Hanım ve Yaman Koray’la tanışmıştı.

 

03 otel 840xMebrure Sami Alevok’a ait Erdek’teki otel. Günümüzde hizmete devam etmektedir.

Mebrure Sami Alevok’a ait Erdek’teki otel. Günümüzde hizmete devam etmektedir.
 

O tarihlerde Erdek’te yol dahi olmayan Kapıdağ köylerine ancak denizden ulaşım sağlanabiliyordu. Yaman Koray da teknesiyle kıyı kıyı bütün bu köyleri Filmer’e gezdirmişti. Senaryo gereği geri kalmış, küçük iki balıkçı köyü bulması gerekiyordu. Doğanlar ve İlhanlar köylerinde karar kılmış ve burada 3-5 gün kalarak, insanlarıyla konuşmuş, bölge hakkında bilgi sahibi olmuş, böylelikle hikâyenin ayrıntılarını netleştirip İstanbul’a dönmüştü. İlk işi Yılmaz Güney’e gitmek oldu. Nitekim Güney verdiği sözünü unutmamıştı. Filmer, hemen ardından yardımcı oyuncuları toplamaya başlamış, daha çok hatır gönül ilişkisiyle ikna ettiği oyuncuların hepsi aslında arkadaşıydı. Bunlar arasında; Orhan Günşiray, Erol Taş, Mümtaz Ener, Muzaffer Tema, Diclehan Baban, İhsan Gedik gibi birbirinden değerli Yeşilçam emektarı bulunuyordu. Fakat İlham Bey kadın karakter için yabancı bir oyuncu arayışı içindeydi. Kendisi bunun nedenini şöyle açıklayacaktı; Bizim sinemamızda da çok yetenekli kadın oyuncular var. Fakat bütün oyuncuları yerli olan film, yerli film statüsünde oluyordu. İlhan Filmer bir tesadüf eseri müzikal filmlerde birlikte çalıştığı Fecri Ebcioğlu’nun arkadaşı Tina ile tanışmıştı. Onun da tavsiyesiyle filmde oynamayı kabul eden, Türkçeyi ise çok az konuşabilen İsveçli Tina Ross da hikâyenin başkahramanı olarak Yılmaz Güney ile birlikte kamera karşısına geçmişti. İlhanlar ve Doğanlar köyü sakinleri de figüran olarak filmde bulunmuşlardı. Normal hayatta da balıkçı olan bu insanlar kendi gündelik yaşantılarını tekrarlamıştı kamera karşısında.

Filmin konusuna gelince; olaylar, hayali iki komşu ülke sınırındaki iki balıkçı köyünde geçer. Her iki köy halkı balıkçılıkla geçinir. Ancak iki köyün de ortak bir sorunu vardır. Kıyılarından bir hayli uzakta, fakat avlanma sahaları içinde olan kayalık bir bölge vardır ve balıkçılar için büyük tehlike arz etmektedir. Bu kayalıklar; fırtına ve siste akıntı ve rüzgârların etkisiyle sürüklenen teknelere zarar verip batırmakta, hatta ölümlere sebep olmaktadır. Her iki köy sakinleri hükümet yetkililerine buraya bir fener yapılması için müracaat etmişlerse de hiçbir sonuç elde edememişlerdir.

Bir gece yine bir kaza olur. Sandal kayalara çarparak alabora olur. Hristo (Erol Taş)’nun ayağı kırılır oğlu Vasil ve kızı Tina ile birlikte Şeytan Kayalıklarına sığınırlar ve iki geceyi burada geçirirler. Babası acı içinde kıvranırken Vasil kendi sandalını yakarak dumanla uzakta gördüğü bir balıkçıya işaret verir ve yardım ister. Uzun Ali (Yılmaz Güney) kayalıklara doğru dümen kırar ve tüm denizcilerin bildiği şu cümleyi dile getirir miçosu Mıstık’a dönerek: “Denizde iki elin kanda olsa yardım isteyene koşacaksın. Bir gün sen de o yardıma ihtiyaç duyabilirsin!” Ali kazazedeleri sandalına alarak köylerine kadar götürür. Vasil, şükran borcunu ödemek için Ali’yi o gece köyde kalıp akrabasının düğününe katılmaya ikna eder. Akşam müzik ve içkinin büyüsüne kapılan Tina ile Ali dans ederler. Birbirlerine âşık olmuşlardır ve her türlü engele karşılık evlenmeye karar verirler. Ancak Tina’nın babası durumu öğrenir ve kızını eve hapseder. İki köy arasındaki gerginlik had safhaya ulaşır ve denizde tekneler arasında kavga çıkar. Bunun üzerine sınır karakolu komutanı ve köy muhtarı Ali’yi bir delilik yapmaması konusunda uyarırlar. Ama Ali kararlıdır ve gece olunca komşu köy sahiline sandalı baştankara eder. Bu sırada da önceden haber saldığı Tina evden kaçar. Ormanlık alanda buluşan âşıklar hızla sahile doğru koşarlar... Tina’nın evden kaçtığı anlaşılınca köyün ahalisi ayaklanıp meşalelerle peşlerine düşer. Son anda sandala atlayıp kaçarlar ama arkalarından da ateş edilmektedir. Hızla denize açılırlar, balıkçıların ise gözünü kin ve intikam ateşi bürümüştür... Tekneler ile âşıkların peşine düşerler. Ali’nin köyünde ise olaylar haber alınmıştır. Komşu köyün teknelerinin geçtiğini gören buradaki balıkçılar da Ali’yi yalnız bırakmamak için silahlarını alıp teknelerine atlar ve komşu köy balıkçılarını takip ederler. Ali ve Tina ilk kez karşılaştıkları Şeytan Kayaları’na sığınırlar. Bu sırada korkunç bir fırtına kopmak üzeredir. Azgın dalgalarla boğuşan tekne konvoylarını gören iki genç, tüm güçleriyle onlara kayalıklara yaklaşmamaları için haykırırlar. Ancak dönüş mümkün değildir, içlerinden bir kaçı batar. Yerlerini belli etmek için yaktıkları ateş, fırtınanın dev dalgalarıyla sönmüştür. Tina elindeki meşaleyle sönen ateşi yakmaya çalıştığı sırada azgın bir dalga tarafından denize sürüklenir. Sevgilisinin acı feryadını duyan Ali ise onu kurtarmak için suya atlar.

Deniz kudurmuş, fırtına tüm dehşetiyle sürmekte ve dalgalar korkunç sesler çıkararak Şeytan Kayaları’nı dövmektedir. Her iki köyün balıkçı tekneleri sabahın ilk ışıklarıyla kayalıklara yanaşırlar. Fırtına dinmiş, deniz sakinleşmiş ortalığı ise ölüm sessizliği kaplamıştır artık. Sandalın enkazından ve sağa sola saçılmış eşyalardan başka hiçbir şey yoktur ortalıkta. Çocuklarını yitiren iki köy halkı birleşerek bir deniz feneri yapmaya başlarlar...

 

04 sahil 840xDoğanlar köyü sahili. Sanki birazdan kayalıkların ardından bir sandal çıkacak gibi.

Doğanlar köyü sahili. Sanki birazdan kayalıkların ardından bir sandal çıkacak gibi.
 

Filmi izlediğim esnada senaryosunu Yılmaz Güney’in zenginleştirdiğine tanık oldum çünkü Agah Özgüç’ün ‘Bütün Filmleriyle Yılmaz Güney’ adlı kitabında filmin senaryosu da bulunuyordu. Fakat yazılı olmayan birçok sahne içeriyordu izlediğim film. Örneğin; babası Şeytan Kayaları’nda ölen öksüz bir çocuk vardı ‘Mıstık’ (Cem Kent) ve sınırın öte tarafındaki arkadaşı (Dilek Akçan) filmin çocuk yıldızlarıydı. Köye gelen çadırlı panayırda askıntılık yapan bir balıkçıdan koruduğu hayat kadınını ise Diclehan Baban canlandırıyordu. Şüphesiz ki bu karakterler filmi zenginleştirmişti. Az da olsa Ali’nin kavga sahneleri ve silahların konuştuğu anlar vardı. Yani seyircinin Yılmaz Güney filmlerinde görmeye alışık olduğu sahneler eklenmişti. Namı diğer ‘Çirkin Kral’ arkadaşına verdiği sözü tutmuş ve zoraki de olsa filminde oynamıştı. Çünkü Yılmaz Güney, yüzme bilmiyordu! Sürekli sandal kullanan bir balıkçıyı canlandırıyordu hem de ilkbaharın iklim koşullarında zira Marmara Adası’nın dağlarında erimemiş karlar görülmektedir sandalla ağları topladıkları sahnelerde. Tabi film Yılmaz Güney’in kendi filmi olmadığı için pek ilgi görmemişti sinemaseverler tarafından. Ancak Türk Sineması’nın dağarcığında yerini almıştı. Filmin Galasını da Bandırma’da bulunan bir sinemada yapmışlardı. İki köyün halkı için otobüsler hazırlanmış, tüm ekiple beraber filmi izledikten sonra da bir pavyona gidip eğlenmişlerdi.

Yılmaz Güney yoğun çalışmalarından ötürü bu galaya katılamamıştı. Nitekim benim de izlemekten büyük keyif aldığım, birbirinden değerli sinema filmleri çevirmişti peşi sıra... Acı, Ağıt, Vurguncular, Umutsuzlar, Baba ve Arkadaş gibi filmleri ile halk onu bağrına basmıştı. Filmlerin her biri ödüller alıyor binlerce insan yurdun dört bir tarafında izliyordu.

1976 yılında ‘Endişe’ filminin çekimleri esnasında bir tartışma yaşanmış ve çıkan arbedede, Yumurtalık Savcısı’nı vurarak öldürdüğü iddiasıyla hakkında açılan davadan 19 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Cezasının infazı için İmralı Cezaevi’ne konulmuştu. İçerideyken çalışmalarına devam etmiş ve yeni senaryolar üretmişti. Bu süre zarfında daha önce yazdığı yazılar dolayısıyla ek davalar açılıyor, bu davalarda da yüzlerce seneyi bulan cezalar isteniyordu. Fakat Yılmaz Güney 9 Ekim 1981 günü, tıpkı ‘Şeytan’ın Oğlu’ filminde anlattığı mahkûm gibi, Isparta Yarı Açık Cezaevi’nden firar ederek Yunanistan üzerinden Paris’e geçmişti. Yurdundan uzakta vatan hasretiyle yanıp tutuşan Güney, 1984’ün 9 Eylül günü yakalandığı mide kanserini atlatamayarak dünyaya gözlerini yummuştu. Ardında 114 film, 15 kitap ve geniş bir hayran kitlesi bırakmıştı. 1969-1975 arası çevirdiği 10 ayrı filmde, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden 5, Adana Altın Koza Film Festivali’nden 12 ödül almış, Yol filmi ile 1982 Cannes Film Festivali’nde büyük ödül olan Altın Palmiye’nin sahibi olmuştu. Bu ödül Türk Sinema tarihinin en önemli ödüllerinden biridir...

Ustalık döneminde, çok genç yaşta kaybettiğimiz sinemamızın Kralı Yılmaz Güney’i, Marmara Adası insanlarının hayatlarını anlatan sıkı romancı Yaman Koray’ı ve Şeytan Kayaları filminin yapımcısı, Türk Sineması’na uzun yıllar hizmet vermiş İlham Filmer’i sevgi ve saygıyla anıyorum. Işıklar içinde olsunlar...

Bu yazı hazırlanırken;

Agah Özgüç’ün Bütün Filmleriyle Yılmaz Güney adlı eserinden, Vikipedi özgür ansiklopedi, Sinematürk arşivi, Yeni Erdek gazetesinden Önder Balıkçı-İlham Filmer söyleşisi, H. Can Yücel kişisel arşivi ve fotoğraflar için İlhanköy-Doğanköy facebook gruplarından http://www.yenierdekgazetesi.com/haber/seytan_kayalari_ilhanlar_-3127.html yararlanılmıştır.

 

Son değişiklik Cumartesi, 01 Nisan 2017 21:52
Yorum yapmak için oturum açın