Su altından beklentisi, masmavi bir dünya içinde süzülmek, birbirinden farklı, renkli balıkları izlemek, dipte kendilerine yer edinmiş mercanları fotoğraflamak, kısaca bu su dünyasını görerek keşfetmek olan bir dalgıç için Marmara Denizi’nin yeşile yakın rengi ve derinlik arttıkça giderek karanlık hale gelen yapısının cazibesi ne olabilir? Marmara Denizi, hele bugünün şartlarında bir dalgıcın bu beklentilere cevap verebilir mi? Birçoklarına göre, hayır! Ancak her şeye rağmen yanı başımızda ülkemizin kendine özgü şartları olan, faunası, florası nadide bir denizi varken onun karanlık diplerinde gezinmenin de önüne pek geçilemiyor. Büyükada’da yaşayan biri için, dört tarafımızı çeviren denizin derinliklerinde gezinmek içgüdüsel bir tutku sanki! Ülkemizin cennet kıyılarının herhangi birinde masmavi derinliklere süzülürken, hatta ılık sulara sahip tropik denizlerin akvaryumdan daha zengin resiflerinde dalarken, bir Marmara dalışını özlemek acaba nasıl bir tutkudur? Sanki bilinmeyene yapılan bir dalışın neden olduğu bir tutku.
Çocukluğumuzda, yüzdüğümüz, balık tuttuğumuz, maske ile su altını izlediğimiz Marmara Denizi ile bu gün daldığımız Marmara Denizi arasında çok fark var. O çocukluk yıllarımızın canlılarını artık görme imkânımız yok. O korkarak baktığımız, basmaya ürktüğümüz yosunlar, deniz çayırları yok, hâlbuki onlar bu denizin akciğerleriydi. İskele bacaklarında dolaşan ‘karagöz’ler, ‘izmarit’ler ve diğer balıklar yok. Sanki kendilerini saklamışlar, sanki Marmara artık ölü bir deniz! Ama gerçek öyle değil. İnsanoğlunun öyle sanıldığı gibi doğayı yaşam barındırmayacak hale getirmesi mümkün değil. Ama dönüşmesini sağladığı da bir gerçek. Bugün Marmara’ya dalarken artık çocukluğumuzun denizi ile çok az benzerliği kalmış adeta farklı bir şekilde evrimleşmiş bir denize daldığımızı her zaman fark ediyoruz. Adeta kendi denizimizi yeniden keşfediyoruz. Hangi canlılar gitmiş, yerlerine hangileri gelmiş? Hangi türlerin popülasyonları azalmış, hangilerininki artmış? Kısaca insanoğlunun en dayanılmaz tutkularından biri olan keşif duygusunu yaşatıyor Marmara bizlere. O nedenle nerede olursak olalım, hangi denizde dalarsak dalalım sonunda gelip Adalar Denizi’nin dip sularında buluyoruz kendimizi.
Bir dalışa başladığımızda, yüzeyi terk edip yavaş yavaş derinliklere süzülürken mavi değil yeşil ve dibi olmayan bir karanlığa adım atar gibiyiz. Etrafımızda olan yegâne pelajik canlılar, denizanaları. Onlar her yerdeler, yüzeyden dibe kadar. Marmara’nın yeşil suları belli ki onlar için artık daha iyi şartlar sunuyor. Dibe ulaştığımızda terk edilmiş boş bir deniz ortamı ile karşılaşıyoruz. Balık yok, renk yok, pek hareket yok. Ancak dikkatlice bakıldığında deniz dibinin her santimetre karesinin zengin bir yaşamı barındırdığını fark ediyoruz. Küçük kabuklular, anemonlar, süngerler, tanımlayamadığımız onlarca deniz omurgasızı, hatta çeşitli dip balıkları. İnanılmaz biyolojik zenginliği olan bir deniz ve bir su altı fotoğrafçısı için makro dünyayı keşfedileceği bir cennet. Hele çalı görünümlü, dallanıp budaklanmış küçük ağaçlara rastlanırsa işte o zaman şanslı sayılırız; onlar Gorgon diye isimlendirilmiş canlılar. Ama ağaç, çalı görünümlü olsalar da gorgonlar su bitkileri değil. Bir çeşit yumuşak mercan, yani bir deniz hayvanıdırlar; onlar ‘Çiçek Hayvan’lardır. Çünkü bilimsel sınıflandırmada mercanlar “Anthozoa” gurubundadırlar. Latincede “Anthos” çiçek, “Zoa” hayvan anlamındadır. Adalar denizindeki Gorgonlar da bitkisel görünümlü oktokoral’lerdir ve isimlerini hak eden çiçek hayvanlardır!
Dipte onlarla karşılaşmak renkli fotoğraflar çekmenin habercisidir. Karanlık sularda renkleri açık kahverengi, koyu mavi gözüken bu gorganlar, su altı flaşlarının patlamasıyla ortaya çıkardıkları renkler, sarı, turuncu, pembe, kırmızı ve bordo renklerdir. Marmara’da dalış yapan, hele fotoğraf çeken biri için bu önemli fırsattır. Hemen yanı başımızdaki denizde tropik mercan resiflerine benzer fotoğraflar çekmek!
Marmara Denizi’nde bilindiği gibi iki ayrı ters yönlü akıntı vardır. Yukarıda Karadeniz’in az tuzlu suları Çanakkale Boğazı’na doğru akarken, alt taraftan ise ters yönde çok tuzlu Ege suları Karadeniz’e doğru akar. Marmara’nın az tuzlu suları bu oktokoral’lerin yaşamasına uygun değildir. Ama Ege Denizi’nin tuzlu sularının hâkim olduğu alt katman ise bu canlıların yaşamları için elverişli bir ortam yaratır. Buna paralel bugüne kadar yapılan çalışmalarda bu denizde 23 oktokoral türü saptanmıştır ki bunlardan 10 adedine Prens Adaları sularında çok sık rastlanır. Bir oktokoral türü olan Gorgonlar da bu türler arasında yer alırlar. Az ışıklı ortamlarda yaşam sürerler, dolayısıyla alt katmanda yani 30 metrenin altında derin sayılabilecek sularda yaşarlar. Onları diğer mercanlardan farklı kılan çiçeklerinin, yani poliplerinin 8 kollu olmasıdır. Buna karşılık sadece Marmara Denizi’ne özgün canlılar olmayıp aksine deniz çayırlarından sonra tüm Akdeniz’deki en önemli topluluk onlardır. Rengârenk yapıları onları karanlık suların çiçekleri haline sokmuştur. Ancak insan baskısı ile çabuk bozulmaları nedeniyle çeşitli sözleşmeler ile koruma altına alınmışlardır. Batı Avrupa kıyılarında, özellikle İspanya, Fransa ve İtalya kıyılarında bol bulunurlar. Buna karşılık Doğu Akdeniz’de çok yaygınlık göstermezler. Türkiye kıyılarında ise ender olarak Edremit Körfezi ve Saroz Körfezi gibi birkaç bölgede dağılım gösterirler. Oysa Marmara Denizi’nde daha bol görülebilirler (1).
Batı Akdeniz’de yaygın olan iki gorgon türü Kırmızı Gorgon (Paramuricea clavata) ve Eunicella cavolini gibi gorgonlar ile Prens Adaları denizlerinde de karşılaşıyoruz. Bunun yanında ilginç ve şaşırtıcı olan Fransa, İspanya, İtalya kıyılarında ve Ege Denizi’nde 50 metre derinliklerde ve ender olarak bulunan Beyaz Çalı (Spinimuricea klavereni) ve Küçük gorgona (Paramuricea macrospina) Marmara Denizi’nde 30 metreler civarından itibaren karşılaşabiliyoruz. Özellikle bu iki gorgon türü Akdeniz’in endemik türleridir. Yani Akdeniz dışında dünyanın diğer bölgelerinde görülmezler. Fakat ilginç olan Batı Avrupa kıyılarında dalış derinliklerinin dışında olduklarından sualtı fotoğraflarına rastlanmazken, her ikisini Büyükada civarındaki sularda fotoğrafladım. Bizim bölgemizin yaygın türleri arasındalar. Bunu bilmek bile Marmara Denizi’nde dalışlarımıza önem kazandırır (2).
Hangi tür olursa olsun karanlık sularda dalgıçlara, sualtı fotoğrafçılarına rengârenk görüntüler sunan bu gorganlar aynı zamanda çalı benzeri yapıları sayesinde başka türlere yaşam ve yumurtlama alanı da sağlıyorlar. Büyükada çevresinde rastladığım gorgon dalları üzerinde kalamar yumurtaları yanında, istiridye türlerine ve kabuksuz deniz salyangoz türlerine çok sık rastladım.
Ancak, Marmara Denizi’ni, Prens Adaları denizlerini Akdeniz’in birçok bölgesine tercih edip yüzyılladır kendilerine yurt edinmiş bu çiçek hayvanlara da her Marmara canlısı gibi artık tek tük rastlanıyor. Bunun en büyük iki nedeni çevreye zarar veren avcılık yöntemleri ve Marmara Denizi’ni bizlere yabancılaştıran kirlilik.
Derin sularda yaşam süren yumuşak mercan türlerini tehdit eden avcılık türü trol. Ancak, trol avcılığı Marmara’nın tamamında yasaklanmıştır. Ancak, her yazımızda bir kere daha belirttiğimiz gibi Gırgır avcılığı yanlış yöntemlerle bu canlıların yaşam sürdüğü alanlarda trol avcılığı etkisini yaratıyor. Çevre denizlerimizde bu canlıları barındıran taşlıklarda takılmış, terk edilmiş gırgır ağları tamamen o alanı kaplayarak, tüm yerleşik canlıları yok ediyor. Rastladığımız, fotoğrafladığımız gorgon’lar da bu taşlıkların dışında kalan, pek hedef alınmayan küçük taşlıklarda halen yaşam sürenler.
Avcılık dışında gorgonların diğer düşmanı da şüphesiz ki kirlilik. Ortam kirlendiği zaman, özellikle fırsatçı yosunlar bölgede artış gösterirler ve bu gorgonların dallarına hücum ederler. Gorgonların dalları onların mücadele edemeyeceği kadar yosun ile kaplandığında ölümleri kaçınılmaz olur. Özellikle tüm atıkların derin deşarj ile Marmara’ya verilmesi daha iyi ve etkin uygulanmalıdır.
Gorgonlar, yavaş büyüyen, az üreyen ama bunun yanında çok uzun ömre sahip canlılar. Ortam şartlarına uyum sağladıkları sürece bu denizlerde kalmaya devam edecekler. Gorgonlar, denizlerimizden yok olduklarında aslında kendi çevre şartlarımızın da geri gelmeyecek bir sürece girdiğini de bilmemiz gerekiyor. Bu hayvanların yaşam ortamlarında kalmalarını sağlayacak şartları sürdürerek Marmara Denizi’ni bir ölü deniz olmaktan kurtarabileceğiz. Çiçek hayvanlar bu yolda bize rehber olacaklar.
(1)(2) Topcu.E.N ., Prens Adaları Kıyılarındaki Mercan Toplulukları Tehditler, Durumları ve Korunmaları, Adalar Müzesi Yayınları, Marmara’da Hayat Var Şimdilik, S:18-21 (2016)