Hava güzel, deniz sakin, Adaların yükü gitgide hafifliyor. O bunaltıcı sıcaklar yerini tatlı bir Sonbahara bıraktı. İstanbul’da hele Prens Adalarında Sonbaharın güzelliği tartışılmaz. Büyükada’yı gezmeye gittik. Vapurdan çıkan ziyaretçileri karşılayan meydandaki saat kulesinin dili olsa avaz avaz “Yeter, gelmeyin üstüme” diye bağıracak. Her Büyükada’ya gittiğimde adet edindim, birkaç esnafı ziyaret eder, alışverişlerimi yaparım. Dönüşümüzde o alışkanlığı bozmamak üzere Adanın nefis yemeklerini afiyetle yemeğe başlamadan, özlediğimiz Ada yollarına düştük.
Gezmek mi, ne mümkün! İnsanın ayakları dolanıp, beyni uyuşuyor. O güzelim köşklerin, ağaçların, çiçeklerin arasından geçmenin keyfini alamıyorsunuz artık. Faytonlar mı çoğaldı? Hızlı mı gidiyorlar? Faytonları kaldırmak yerine acaba girişleri mi kontrol etmeli? Gezmenin tozmanın da bir sınırı yok mu? Adalar bu yükü kaldırır mı? Ve niye kaldırsın? Adalara çıkartma yapar gibi bu kadar çok sayıda insanın Adalara dolması, Adalıları da bilinçli gezen ziyaretçileri de rahatsız eder. Fayton Adaların süsüdür, fayton nostaljidir. Avrupa ülkelerinde faytona çok önem verilir. Faytoncular özel kıyafetlerle atlar da son derece sıhhatli görünümleri ile turistlerin ilgi odağı olurlar. Eski faytoncularımızı rahmetle analım. Onlar işlerini ve atlarını seven insanlardı. Şimdi, faytoncuların ve atların sorunları var ve çözülmüyor.
Yolda faytondan kaçarken akülü araca çarpmamak için yön değiştiriyorsunuz. Bu kez bisikletten kıl payı kurtulup kendinizi karşı kaldırımda buluyorsunuz ki orada da yürüyecek yer bulmak şans işi.
Gürültü kirliliği nasıl anlatılır ki? İnsanlar haykıra haykıra konuşuyorlar. Birlikte gezdikleri kişilerle konuşmuyor adeta birbirlerine sesleniyorlar. Faytonların içinden bağıra çağıra geçen insanlar var. Laf anlamayan, ağlayan, tepinen çocukları kimse susturmaya çalışmıyor. Ada caddelerinde hele yağmurlu havalarda duymayı özlediğimiz nal seslerine bazen bizim makamlara uymayan bir müzik sesi karışıyordu ki faytoncunun sabrına hayran kaldım.
Nizamda bir kedi karşı kaldırıma geçmek istedi. İnanın zordu işi. Faytondan kaçtı, kaykayla caddeyi geçen çocuğa rastladı. Kaçtı kedi ama nereye gitsin? Yürüyen insanların arasından yönünü bulmaya çalıştı. O insanlar için o minicik kedi önemli değildi ki, hatta adamın biri altında vücuduna yakışmayan bir şortla, üstünde ona uyumsuz bir gömlek, ayaklarındaki tokyolarla şöyle erkekçe kediye vurup yana da fırlatabilirdi hayvanı. Kedi ne ki? Ne yenir ne satılır, at çöpe geberip gitsin. Derken bir de araba sesi işitince, eyvah dememe fırsat kalmadan küçük bir kız çocuğu kediciğin imdadına yetişti ve minnoş kedi ezilmekten kurtuldu.
Velhasıl, kalmamış Nizamda intizam,
Yok mu artık insanda izan?