Yaz geldi. Denizi arar olduk. Kimimiz güzel bir sahil kasabasının resimlerine bakıp iç çekerken, kimimiz gerçekten bir sahil kenarında mavi gökyüzünün ve mavi denizin keyfine varıyoruz. Cam gibi bir suda süzülerek yüzmenin, başımızı kaldırıp masmavi gökyüzünde kaybolmanın ve her ikisini de aynı anda deneyimlemenin keyfi bambaşka. İnsan dünyadayken cenneti tadıyor adeta.
Şahsen ben dün, bu anlattıklarımı tek tek yaşadım. Saatlerce ufka baktım. Önce çok açıktı renkler, uzaklara odaklandıkça yoğunlaşarak koyulaştı. Boncuk mavisi bir hal aldı. Hafifte bir rüzgar esti ve aldı götürdü kafamdaki iyi kötü her düşünceyi. Artık tek düşündüğüm yer mavi gök mavi bir gerçeklikti. Tuzlu suyun da ayakparmaklarıma nüfuz etmesiyle artık uzun süresiz bir terapinin içindeydim.
Şimdi tüm bu maviliklerden, altın sarısı kumlardan ve denizden bahsederken, olduğum yerden, kanepemden çok daha rahat bir yere gittim. Mavinin düşüncesi beni aldı götürdü.
Ya siz? Yazdıklarımı okurken çok daha hafif ve umutlu hissetmediğinizi söyleyebilir misiniz? Bir an olsun benimle bu yolculuğa çıkmadınız mı?
19. yüzyılda doktorlar kırgınlık veya ateş şikayeti ile gelen hastalarına sık sık deniz havası tavsiye ederlerdi. Doktorlar deniz havasının her tür hastalığa iyi geleceğine inanırlardı. Belki tuzlu su, belki oksijen, belki de mavi rengin psikolojimiz üzerindeki rahatlatıcı etkisi.
Günümüzde yapılan araştırmalar deniz manzarasının dahi stres düzeyi üzerine olumlu etkileri olduğunu ortaya koymaktadır. Dahası 2012 yılında İngiltere’de yapılan bir araştırmada, deniz kıyısına yaklaştıkça, insanların sağlık düzeyinin arttığı sonucu ortaya çıkmıştır.
Aslına bakarsanız, araştırmaya gerek olmadan sadece kendimizi referans alarak bile bu sonucu kolayca elde edebiliriz. Yaz aylarını düşünün. Geçmişe gidip sahil kasabalarında, deniz kenarında geçirdiğiniz tatilleri gözünüzün önüne getirmeye çalışın. Hiçbir çaba sarfetmeden çok daha iyi hissetmiyor muydunuz?
Peki nedir denizi sevmemize, denize ve maviye bu derece ihtiyaç duymamıza neden olan?
Ne yazık ki bunun cevabı henüz net olarak yok. Ancak bana göre cevap insan olmamızda yatıyor olabilir.
Doğadan gelen insanlık, zaman geçtikçe doğadan koparılıyor. Ormanlarda, dağlarda bayırlarda ya da deniz kıyısında yaşamıyoruz artık. Ya doğa bizden alınıyor ya da biz doğadan uzaklara sürülüyoruz. Ama asıl ait olduğumuz yerden tam olarak kopamıyoruz.
Hazır havalar bu kadar güzelken sık sık gökyüzüne bakalım. Derin nefesler alıp hayatta olduğumuz her an için tekrar tekrar teşekkür edelim. Tatildeysek berrak suların iyileştirici etkisine kendimizi bırakalım.
Doğa bizden, biz doğadan farklı değiliz. Hayatta olduğumuz her an bir terapi. Bu terapinin adı yaşam. Yaşamı içinize çekin.
İyi yazlar...
Meraklıları için makaleler:
Wheeler, B. W., White, M., StahlTimmins W., Depledge, M. H. (2012). Does living by the coast improve health and wellbeing? Helth & Place, 18, 1198-1201.
White, M., Smith, A., Humphryes, K., Pahl, S., Snelling, D., Depledge M.Blue space: The importance of water for preference, affect, and restorativeness ratings of natural and built scenes. Journal of Environmental Psychology, 30, 382-493.
Völker, S., Kistemann, T. The impact of blue space on human health and well-being – Salutogenetic health effects of inland surface waters: A review. International Journal of Hygiene and Environmental Health, 214, 449-460.