Doğum günüm için eşim Aynur’un yaptığı pastanın üzerindeki mumları eğilip üfleyince birden durakladım. Mumlar sönmüştü ama fitillerinden çıkan dumanlar her zamankinden daha bir hüzünlü esler çizerek göğe doğru yükseliyordu. Dumanı takip ederken başımı kaldırınca dışarıdaki Çınar ağacının yapraklarının teker teker dalından kopuşunu izledim. Pasta bıçağını ve pastayı alıp, dışarıya doğru yürüdüm.
Aynur şaşkınlıkla ve merakla sordu: “Nereye?”
Cevabım tek kelimeydi “Çınar’a.”
Aynur yine sordu: “Delirdin mi sen?”
Cevabım bu sefer kısa değildi: “Yoo, onunla birlikte doğdum, birlikte kutlayacağız.”
Evet, evimizin önündeki Çınar ağacı ile yaşıtım; kısacası Çınar ile akranız. 20 Kasım 1944 tarihinde doğduğum zaman, canım babacığım Bakkal Fahri, bu Çınar fidesini dikmişti. 70 yaşımızı devirdiğimiz gün yaşıtımı yalnız bırakmak istemedim. Hava sanki yazdan kalmaydı, rüzgârsız, ılık ve sakin. 70 yılda ben hep konuşmuştum, Çınar ise görmüş, izlemiş, dinlemiş ve susmuştu. Rüzgârlı ve fırtınalı havalarda yaprakları ile bilmediğimiz bir dille konuşmaya çalışır, evin pencerelerini kapatmamızı isterdi. Sığırcıklar, serçeler, martılar ve kargalar dallarına konduğunda onların rapsodisine yapraklarını hışırdatarak eşlik ederdi. Belediye görevlileri sonbaharda dallarını budadığında “hadi iyisin, berberin gelmiş” derdim. İlkbaharla beraber, dalları yapraklarıyla dolmaya başladığında gövdesi de dış kabuklarını atarak büyümeye başlardı. Kısaca onunla birlikte büyüdüm. Benim Çınar için söyleyebileceğim şeyler ne yazık ki bu kadar. Sözü şimdi ona bırakıyor ve 70 yıllık hayatını anlatmasını istiyorum.
“Evet, Ahmet, seninle aynı gün doğduk, beraber büyüdük. Sert rüzgârlardan etkilenmemek, eğilip bükülmemem için baban etrafımdaki toprağa birkaç değnek saplayıp beni de ona bez ile bağladı. Bugün eğer göğe doğru başım dik olarak yükselebildimse bunu babanın bana iyi bakmasına borçluyum. Senin de durumun benden farklı değil Ahmet. Sen doğduğun zaman bacakların paytaktı. Seni çocuk doktoru Nikola Fakaçelli’ye götürdüler. Hatırlamazsın bile. Daha iki yaşında mıydın ne?
Önce Dr. Fakaçelli’yi anlatayım bilmeyenler için: 1904 İstanbul doğumluydu Fakaçelli, iki kere evlendi, ilk eşi İtalyan, ikincisi Bulgar’dı. Hiç çocuğu olmadı. Belki de onun için çocuk doktoru olmuştu. 8. Dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde CHP’den İstanbul Milletvekili olarak görev yaptı. 1980 yılında vefat etti. Bacaklarının düzelmesi için ceviz ağacı yaprağı ile banyo yaptırdı sana. Uzun süren bu doğal tedavi ile bacakların düzeldi. Lakin futbola olan düşkünlüğün sebebiyle bacakların gene çarpıklaştı. Sana kocaman şırıngalarla kalsiyum sandoz iğneleri yapılırken, baban da benim toprağımı koyun gübresi ile besliyordu. Böyle büyüdük biz Ahmet’çiğim.
Tam karşımızda balıkçıların devamlı gittiği İhsan Amcanın kahvesi vardı. 1950’li yılların balıkçıları; İspiro, Diamandi, Manara, Horoz, Alişan, Dilsiz, Karamürselli İsmail ve diğerlerinin devam ettiği kahve. Kış aylarında tahta ve odun yakılarak ısıtılan kahvede pastra, prafa en çok oynanan iskambil oyunlarıydı. Bir de domino oynanırdı, sarı metal parçalarıyla. Arka tarafta evler yapılmamıştı daha. Balıkçıların ağları koca kazanlarda boyanır, yırtık ağlar onarılırdı. Bu onarma işine ‘merametçilik’ denirdi. Yaşlı Rum kadınları da bu işi yapardı, balıkçıların eşleri de. Yan tarafta enginar tarlası vardı. Kış aylarında baban evi, Anadoluhisarı’ndan gelen Göksulu Sadık Reis’e kiraya verirdi üç aylığına. Tayfaları evde yatar, yer içer, akşam ığrıpa giderlerdi. Ne çok palamut ve torik avlarlardı! Haftanın bir günü de Ada halkına bedava dağıtırlardı. Hatırlıyorsun değil mi, sonbaharda baban bir motor dolusu kışlık soğan patates getirirdi. Sen de haftanın iki günü gelip soğanların cücüklerini, patatesin de filizlerini temizlerdin.
1955 yılının altı eylülünü yedi eylüle bağlayan gecede Vandallar’ın istilasıyla Ada’daki bütün Rum evleri ve işyerleri ile kiliselerine saldırı oldu. Sizin ev de bu saldırıdan nasibini aldı. Alt katta boyacı Panayot, üst katta Madam Olga oturuyordu. Ne cam kaldı, ne çerçeve ne kapı. Hepsini kırdılar ve gittiler. Sabah sen camcı Taki ile gelip ölçü aldınız ama camcı Taki’nin dükkânında da sağ-lam cam kalmamıştı ki ve ancak beş gün sonra camlar takılabildi. Ortaokula başladığında bir gün benim dibimdeki toprağı eşeleyip su verdiğini hatırlıyorum.
1960 yılının 27 Mayıs günü Ordu idareyi ele aldığında sokağa çıkma yasağı vardı. Karakoldan aldığınız özel izinle bir araba içine koyduğunuz mallarla, diğer esnaf gibi mahallelerde satış yapmak üzere sen babanla birlikte önümden geçtiniz. İşte o gün baban sana benimle yaşıt olduğunu söyledi. Kafanı kaldırıp dallarıma ve yapraklarıma baktın, Gövdemde çıkmış piç dallardan ikisini arabadan aldığın bıçakla kestin ve gövdemi okşayarak gittin. Unuttun mu?
1962 ve 1963 yıllarında Talat Aydemir’in ihtilal girişimi, 1964 yılında idamını birlikte yaşadık. Benim gövdem yavaş yavaş gelişmeye başlamıştı o tarihlerde. Sinema afişlerini gövdeme raptiyeliyorlardı. Canım acımı-yordu ama yapılanlar yakışmıyordu güzel gövdeme. 1964 yılı fırtınalıydı. Kıbrıs’a müdahalenin ABD Başkanı Jhonson’un İsmet İnönü’ye mektubuyla akim kalması neticesinde, İstanbul ve Adalar’daki Yunan tebaalı Rumların sınır dışı edilmesi. Senin birçok Rum arkadaşının vedalaşamadan gitmeleri...
Adanın insan yapısını nasıl da bozdu? Rum arkadaşlarınla top oynadığın sokakta yalnız kalmıştın. Mustafa demirci olmuştu, ekmek parası peşindeydi. Sokullu Ali ölmüş, kardeşleri Mustafa ile Ahmet Ankara’ya dönmüşlerdi. Nino müziğe iyice kendini kaptırmış, Fedon terzilikte hızla ko-şuyordu. Bir gün yalnız kaldığını fark ettim ve ayağındaki topu benim gövdeme atarak tek başına oynadın saatlerce. Kısaca seninle futboldaşlığımız da var Ahmet.
Sonra 1971 Askeri müdahalesi. Ortadoğu Teknik Üniversitesi öğrencisi arkadaşın Mustafa’nın evindeki İngilizce fen kitaplarına, zararlı neşriyat diye el konulması unutulur mu? Üniversiteye gittiğinde benden uzaklaşmıştın. Hayatına yeni arkadaşlar girmişti. Kimi zaman İstanbul’da kalıyor, kimi zaman da babandan habersiz kız arkadaşlarınla eve giriyordun. Hepsini biliyordum ama sırdaşındın. İkimiz birlikte büyüyorduk.
1980 Askeri müdahalesi ile demokrasi gemisinin palamarlarının çözülüp akıntıya bırakılması ve taaa bu günlere sürüklenen ucubelikleri birlikte yaşadık. Kış aylarında hafta sonu evin konukları değişmişti. Niko Mundi, elektrikçi Vural, pirzola Niko, Tito Niko, buzdolapçı Taki, körleme Melih, Katolik Jorj, televizyoncu Yakovos, Dr. Çiropulos, İtalya’dan Toto, Erdem Hamami, Aleaddin Yener, demirci Mustafa, Ünal Mısırlı, Cavit Orhan, Hasan Hararlı, Yorgo Frangopulo ve tabii daha birçok arkadaşın ile ne âlemler yapıyordunuz? Sofranızı göremediğimden neler yediğinizi sayamıyorum ama kasalarla içkilerin, fırında pişmiş kuzu ve domuzların, balık, pavurya ile midyelerin eve girişini imrenerek seyrettim.
Evliliğine, komşun ile problemli günlerine, Belediye’nin yıkımlarına ve Prinkipo’nun gelişmesine şahidim. Beni sevdiğini biliyorum. Bana bakışını, etrafıma koyduğun saksılardaki çam, begonvil ve diktiğin zakkum ile arkadaş edinmemi sağladın. Aynur’un pencere kenarına koyduğu sardunyalar ile duvardaki kaktüslerle her sabah selamlaşıyorum. Geçen yıl evindeki tamiratta kanalizasyonunu döşerken evinin içine kadar giren köklerimi gördün. Seninle evinin içinde bile sarmaş dolaş olduğumu biliyorsun. Doğum günümüzde birlikte olmamızdan çok mutluyum Ahmet. Benim de küçük bir hediyem olacak şimdi. Aslında hediye BEN’im. BEN kim miyim? Uzun boyluyum, kalın gövdeliyim, her mevsim dikebilirsiniz beni, gölge veririm, dallarım dağınıktır, toz ve gazdan etkilenmem, kirli havayı emerim, hızlı büyürüm, köklerim kuvvetlidir, uzun ömürlüyüm, yaşlandığımda gövdemin içi çürüse de uzun yaşarım. Benim atalarımı bu adaya getirip dikeni tanıyor musun? Senin akraban, sevgili annenin amcası Sait Genç, yani Sait Ağa. Ada’ya Çınarcık’tan odun getirip satarken, Çınar fidelerini de getirip, çarşı boyunca ve çınar caddesine dikmiştir. BEN senin vücuduna da fayda veririm Ahmet. Kabuklarım tanen içerdiğinden ateş düşürücü ve ishal önleyici özelliğim vardır. Yapraklarımı suda kaynatarak çayımı içersen kireçlenmene, romatizmal ağrılarına, bel ve boyun fıtığına iyi gelirim. Kurumuş yapraklarımı kırıp iyi suda haşla, yarım saat bekle aç karnına sabah ve akşam birer bardak iç, beş gün devam et bir hafta ara ver, bir kez daha dene faydasını göreceksin. Son sözüm; birlikte nice yıllara Ahmet.”
Dostoyevsky’nin dediği gibi dostlar, bazı kimseler büyük işler görmek için dünyaya gelmiştir, bazıları da küçük işler görürler. Küçük işler gören büyük Çınar’a sevgi ve saygılarımla.
(Yazarımıza nice yıllar diliyoruz.)