Haydi bakalım buyurun, işte size yepyeni taptaze bir yıl. Neler umuyor, neler bekliyorsunuz? Bu zor günler geçecek mi? Bu ağır sınavı verebilecek miyiz? Kısacası bu vartayı atlatabilecek miyiz? Ben bu yazıyı yazarken daha yılbaşına bir ay var. Yılbaşı gecesi ne yapmayı planlıyorsunuz? Ha haa... Hem sordum hem güldüm valla... Ne yapılabilir ki? Kalabalık yok, sarılıp öpüşmek yok, yakın temas yok, toplanamayız, bir araya gelemeyiz... Sosyal mesafeyi koruyarak, büyükanne ve büyükbabaları büsbütün uzak tutarak, aynı evde yaşamak zorunda olanlar birbirimize “mutlu yıllar” deriz, sonra iyi dileklerimizi göndeririz eşe dosta dijital ortamda, hepsi bu.
Yalnızsak kendi kendimize dileriz iyilikleri, belki biraz dua ederiz, bilsek de insanlığın iyice dibe battığını, büsbütün umudumuzu kaybetmemeye çalışarak güzel şeyler düşleriz. İnternete takılırız, bitmez tükenmez komplo teorilerini yeni baştan inceleriz, inanırız, inanmayız, değişen bir şey olmaz. Biraz televizyon izleriz, sonra nihayet saat 24.00 olur yani o herkesin kucaklaştığı, küslerin barıştığı, iyi dilekler dilediği, belki kadeh kaldırdığı, her kötülüğün eski yılda kalacağını yeni yılın mutlaka farklı ve güzel olacağını umduğumuz, dilediğimiz an gelir. Ya sonra? Eski hamam eski tas. Benim annem her yenilik öncesinde “Gelen, gideni aratmaz inşallah” derdi, bir de “ Allah insanı bulduğundan geri koymasın” gibi gençken hiç aklımın ermediği klasik bir dilek dilerdi.
Yaşı ilerledikçe, hastalıklar görüp kayıplar yaşadıkça anlıyor insan ki elinde bulunan her şey, her alışkanlık, her küçük keyif hatta günlük sıradan şeyler, ne kadar önemsiz de olsalar kaybedilince önem kazanırlar. “Kendi başına tuvalete gidebilecek, dibini kendin temizleyebilecek kadar yaşa” lafı da babaannemindi. Ve öyle de yaşadı, bedenen kimseye muhtaç olmadı hiç. Gülerdim o lafı her ettiğinde “Yaya biraz da başka bir şey dile yahu, bıkmadın şu kenef muhabbetinden” dedikçe, hiç bozmazdı ciddiyetini ve “Gökyüzü ne zaman açık olur bilinmez, her dediğin şıp diye duyulmaz, tekrarlayacan ki denk gelsin” gibi de bir mantık yürütürdü. Oysa bu gün neredeyse yalnızca nefes alabilmek için dua edecek konuma gelmedi mi insanlık? En basit, en ilkel, en düşünmeden yapılan şey...
Bu yazı o kadar son dakikada yazılmakta ki yetişebileceğinden şüpheliyim. Bu kez hiç bahsetmeme sözü verdiğim o pis hastalığı canımdan çok sevdiğim kardeşim de geçirdi. Geçen ay sözünü ettiğim yakınım oydu. Öyle zor günler geçirdim ki uzaktan uzaktan, neredeyse kendimi unutmuştum. Şükür atlattı, hem de bir doktor arkadaşın uzaktan telefonla müdahalesi ve de kendi beden gücüyle, o yüzden artık söyleyebilirim. En baştan sosyal medyada moda olduğu gibi dünyaya ilan etmek istemedim. Çünkü bir de tanınmış bir insan olunca telefonlar hiç kesilmiyor malum, duyan arıyor. Tek başına, canınla uğraşırken bir de “he-yok” demek kolay değil. Ve canım devletim parmağını bile sallamadı, resmen “git evine bekle, ya iyileş ya öl” dendi. Adam yalnız mı? Evi müsait mi? Gerektiği gibi kurallara uyuyor mu? Bulaştıracağı birileri var mı? Kimsenin umurunda değil. Ben böyle bir sıkıntı içindeyken bir de can gibi sevdiğim Amerika’da yaşayan amcaoğlu ve eşinin de aynı dönemde aynı durumda olduğunu öğrenmez miyim? Düşünün üç sevdiğim insan, ikisi dünyanın öbür ucunda, biri yan sokakta ama hepsi aynı uzaklıkta. Allahtan onlar da atlattılar, şükür.
Neyse bu da yaşanacakmış meğer. Bu gün ‘Öğretmenler günü’. Ben de emekli bir öğretmenim. Yıllar içinde arkadaş gibi olduğum canım öğrencilerimin çoğu aradı, mesaj attı filan falan. İyi ki. Tabii gözlerim haşat oldu bir telefona bir bilgisayara bakmaktan ama olsun. Böyle şeyler, büsbütün umutsuzluğa düşmemek için sunulan teselli ödülleri gibi.
Buraya kadar yazdıktan sonra, günün anlam ve önemine geldim, açtım Adalı Dergisi yazılarımın listesini, tek tek baktım bu güne kadar her yılbaşı öncesi yazdıklarıma. Neler neler anlatmışım yahu... Kimi keyifli, eğlenceli, kimi sitemli hatta şikâyet dolu, kimi nostaljik. Her yıl biraz daha fazla öykünmüşüm, geçmiş güzel yaşanmışlıklara ve de hayretle gördüm ki şimdi o öykündüğüm şeylere bile özeniyorum. Onlar bile garip bir nostalji yaratıyor bu gün içimde. Hüzünlendim tabii biraz, en çok da çocuklukta, gençlikte yaşanmış yılbaşı gecelerine özendim. Kalabalık kutlamalar, annemin yılbaşı sofraları, Noel Baba eliyle edindiğim oyuncaklar, yetişkinlik dönemi, zorla izin koparılarak ancak 24’ten sonra gidilebilen arkadaş partileri, dernek eğlenceleri, yılbaşı baloları, evlilik sonrası, tiyatro dönemi keyifleri, evimin dolup taşması, ertesi günkü yorgunluktan yakınmalarım ve biiiir dolu vesaire. Bakın ne çok nostalji var... Bunların hiçbiri bir daha asla yaşanamaz.
Diyeceksiniz ki geçen hiçbir şey bir daha aynen yaşanamaz. Eh tabii ama bu, daha güzellerinin yaşanmasına engel değil. Öyle bir dönem ki bu insanlık için, gelecekle ilgili hiçbir plan yapılamıyor. Ne kadar süreceği de belli değil. Herkes kendi sıkıntısını bilir tabii, ben daima yaşımla bedenimin uyumsuzluğunun keyfini yaşamışımdır, yaş almak bana hiç dert olmamıştır. Ama ilk kez genç olmadığıma hayıflanıyorum. Zira gençlikte bir iki yılını ziyan etmekle ömrünün son çeyreğinde ziyan etmek bir değil. Beş tane kitabım var, hep bir beş tane daha yazabileceğimi düşlemiştim, altıncısı da yazıldı üstelik ama aylardır çıkamıyor, buyurun bakalım. Yine diyeceksiniz ki sen yaz da nasılsa bir gün çıkar. Buna cevaben “ibadet bile gönül şenliğiyle” demeyeceğim. Sonuçlarını görüp, sefasını da sürmeyeyim mi?
Karışık mı oluyor yine bu yazı? Ama inanın içim kadar karışık değil. Biz küçükken ki otuz yaşındakiler bile yaşlıydı bizim için, 2000 yılında kaç yaşında olacağımızı hesaplamıştık bir gün kardeşimle. Sonra da “Ohoo çok yaşlı olacaz yahu, düşünmeye bile değmez” demiştik. Oysa 2000 oldu da yirmi yıl daha geçti bile. Bizim nesil yani şimdilerde dışlanan şu 68-78 kuşağı neler gördü neler... Aslında tarihi değer sayılırız ama şu 2020 gitsin de gelmesin valla. Hani toplu olarak dilenen dilekler belli bir enerji oluşturur da gerçekleşir diye bir kavram var ya... İşte tam onun zamanı şimdi. Madem bütün dünya insanının ortak bir derdi var, belki hepsi birlikte aynı şeyi dilerlerse o malum güç oluşur ve bu sıkıntı da geçer belki kim bilir... Yeni gelen yıl hayırlara vesile olur belki. Ortak bir slogan oluşturulsa da aynı anda herkes “Allah insanlığı affetsin” dese mesela...?
Herkese mutlu yıllar.